24.5.25

Eşitlik, Özgürlük, Dayanışma ve Demokrasinin Ölümü

Liberal demokrasi son saatlerini yaşıyor, o da eğer yaşıyorsa. Ekonomik güç her zaman siyasal güç üzerinde etki sahibiydi, parası olan düdüğü çalıyordu ve bu hep böyleydi ama değişen şey, “aklın üstünlüğü”, “güçler ayrılığı”, “sosyal adalet”, “dengeler politikası”, “saldırmazlık” gibi kavramlara duyulan inanç ya da bunların artık dünya çapında geçerliliklerini yitirmesi. Liberal demokrasinin yerine gelen şey, daha çok eşitlik-özgürlük-dayanışma sunan bir sistem değil; uluslararası sermayenin ve yerel temsilcilerinin eski mahcubiyetlerini tamamen terk ederek ve bunu ultra-popülist bir siyasetle birleştirerek, dolayısıyla kitlesel desteği de yedekleyerek gemi azıya aldıkları, kaotik, baskınlarla ilerleyen, gücü hızla konsolide eden ve bir kez etti mi bırakmayan, teknokratik, otokratik, devletçi, merkeziyetçi, patronaja dayalı bir sistem, “bam-bam-bam” sistemi.

Bu sistemde yerel ve uluslararası siyasal pazarlıkların tümü, ekonomik kas gücüne dayanıyor, her şey bir bilek güreşi gibi yönetiliyor. Uzun vadeli stratejilerin yerini anlık taktikler alıyor; daha elli yıl önce “bel altı vuruş” sayılacak ve protesto edilecek şeyler kural kitabına girmiş durumda. Devlet aygıtını eline geçirmek Marx’ın öngördüğünden çok daha çıplak bir para transferi örgüsüne ulaştı; eski denizaşırı sömürgecilik çok farklı formlarda (çöp ihracı, göçmen depolama vs.) büyüyerek sürerken kendi topraklarını ve insanlarını güç ve çıkar için sömürmek de engellenebilir olmaktan çıktı.

Yeni sistemin yükselişinin temelinde bireyselciliğin yükselişini, “ben öyle hissediyorsam/düşünüyorsam öyledir” göreceliliğini arayanlar çok haksız değil. Hakikati konuşma imkanlarının ve daha da önemlisi hakikati algılama kapasitesinin erozyonu, eğitim erozyonuyla, etnosantrik bir milliyetçilikle, normatif aile yapısının yeniden dayatılmasıyla kol kola gidiyor; devlet aygıtı tarafından tanımlanan ve dayatılan “bizden olanlar-olmayanlar” ayrımı hakikati anlamsız kılıyor.

Böyle bir ortamda, zaten kırılgan bir doğası olan demokratik kurum ve işleyişlerin darmadağın olduğunu görüyoruz. Demokratik onay fabrikasyonu da artık kanıksanmaya başlamış durumda; Batı demokrasilerini sarması çok uzun sürmeyecek gibi. Popülizm burada devreye giriyor – kendisini “bizden olanlar” içinde tanımlayan kitleler büyük ve patronaj ağından besleniyorlar, demokrasiye ihtiyaçları olmadığına eminler; kendilerini iktidarda sanıyorlar ve bunda önceki ezilmişliğin rövanşını alma duygusu çok hakim. Bunun baş döndürücülüğü, gerçek güç sahipleri tarafından ne kadar kolay harcanabileceklerini gizliyor; harcanan yandaşlarını gördüklerinde bile bunu münferit bir olay olarak görme, kendilerinin bu tür muamelelerden muaf görme eğilimindeler.

İşler bu noktaya gelmişken sol dünyada ve Türkiye’de ne yapabilir? Her ülkenin saati kendine göre işler elbette, ama bir şeyler yapmak için pek zaman kalmadı gibi görünüyor. Kapitalistlerin küresel ve yerel organizasyon kapasitesi, sosyalistlerin herhalde on bin katı kadar, oysa artık mücadele, hiçbir zaman olmadığı kadar küresel olmak zorunda. Her şeyin başı, her zaman olduğu gibi devlet aygıtını ele geçirmekte ve elinde tutmakta, bunun için de üç şey elzem görünüyor: birincisi “bizden olanlar-olmayanlar” dikotomisini kesin bir biçimde kırmak, ikincisi kapitali yanına almak, üçüncüsü de zincirlerinden hepten boşanmış kapitalist açgözlülüğün dünyanın sonunu getirdiğini, elitist ve soyut söylemin dışında, hakikati umursamayan kitleleri bile ikna edecek bir söylemle konuşmak (ikiyle üçün çelişkisini aşabilmek kilit önemde, aşağıda tekrar değineceğim). Birincisi, sağlıklı bir toplum, bir “halk” olmanın temel koşulu; diğerini düşman olarak değil güvenilir bir insan olarak görmeden hiçbir toplumsal dönüşüm mümkün olmuyor. İkincisi bir gerçeğin kabullenilmesi; kapitalisti yok edemiyorsanız, varlığını sürdürebilmesinin koşulunun dizgin takmayı kabul etmesi olduğunu kabul ettireceksiniz. Buna karşı direnç küresel ve bel altı olacağı için buna denk bir uluslararası dayanışma şart, bu da zaten bu senaryonun en zayıf noktası. Üçüncü konuyu kitleler benimserse bunun da ikinciye faydası olabilir ama temelde, bütün dünyanın sınırsız ekonomik büyüme simülasyonundan çıkmak zorunda olduğu ne kadar çabuk yaygın kanı haline gelirse o kadar iyi. Bu mücadelede solun bel altı vuruşlarını geliştirmesi zorunlu görünüyor.

Bütün bunlar olduğunda klasik liberal ya da sol demokratik sistemin geri geleceğini sanmamak gerek. Demokrasinin tanımı ve işleyişi radikal biçimde değişmek zorunda. Bir yanda liberal ekonomilerde bile büyümenin tadını almış devlet aygıtı, bir yandan insanların yönetmek değil yaşamak isteği, yani politikleşmenin sürdürülebilirliğinin zayıf oluşu, yeni demokrasi sürümünün neye benzeyeceği konusunda kesin bir dille konuşmayı zorlaştırıyor. Tıpkı demokrasi gibi eşitliğin, özgürlüğün ve dayanışmanın kuram ve pratiğinin de yeniden tanımlanması, kurulması gerekecek, kuşaklar boyunca.

Bunlar kıta plakalarının tektonik hareketleri gibi; uzun zamanda birikiyorlar ama başladığında her şey büyük bir hızla oluyor. Oysa yüzde 99’un evleri bu depremlere dayanıklı değil.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

adınızın görünmesini istiyorsanız ama google hesabınız yoksa lütfen yorumunuzun sonuna adınızı ekleyin.