26.2.17

alkışlıyoruz

 



yedi yıl öncesine bir gitmek istiyorum. 10 mayıs 2010'da chp genel başkanı deniz baykal, "kaset skandalı" nedeniyle istifa etti. kaset belli ki şantaj amacıyla çekilmiş, çok yüksek yerlerin bilgisi dahilinde kullanılmıştı. chp ne yaptı? deniz baykal'dan haklı olarak sıtkı sıyrılmıştı, bu kaset altın tepside sunulmuş bir fırsattı; doğru dürüst bir tartışma bile olmadan baykal'ın istifasının üstüne yattı ve iki hafta gibi bir süre içinde kemal kılıçdaroğlu, kurultaydaki geçerli 1189 oyun HEPSİNİ alarak genel başkan seçildi.

bu hikaye bize neler gösteriyor?

1.chp kendi içinde dönüşüm gerçekleştirmekten aciz bir partidir, bu işin dışarıdan müdahaleyle gerçekleşmesini bekler.

2.chp oportünisttir, istisnasız oportünist kişilerce yönetilir.

3.chp cacık yapımında kullanılamaz.

şimdi, bugünkü erbakan anması fotoğrafına bakalım ama lütfen artık şaşırmadan, daha fazlasını beklemeden.

bu sözlerim, chp'li bazı arkadaşlarımı kızdırıyor, hemen "yetmez ama evetçilerin konuşmaya hakkı yok, önce özeleştiri yapsınlar" demeye başlıyorlar. "buradaki anafikir"in yanlış anlaşılmaması, güme gitmemesi için kısaca açıklamam gerektiğini düşünüyorum.

ben AKP'ye oy vermedim, yetmez ama evet demedim, ikinci cumhuriyetçi değilim, iktidarının ilk gününden beri AKP'yi ve Erdoğan'ı eleştirdim, HDP'ye oy verdim ama onu da, Selahattin Demirtaş'ı da eleştirdim, CHP'ye hiçbir zaman oy vermedim ama ciddiye aldığım için eleştirdim, MHP'yi hiç eleştirmedim çünkü parti yerine koymadım.

öte yandan, bir siyasetçinin görmesi/anlaması belki zordur ama, AKP'nin toplumsal temelini gördüm, neye tekabül ettiğini anladım, bunun da meşruiyetini idrak ettim. AKP'nin militer cumhuriyete tepkisi meşruydu, dindarlığın bastırılmasına ve müslüman kimliğinin üvey evlat haline getirilmesine tepkisi de meşruydu. bunları aşmaya yönelik yaptıklarını destekledim. oradan bugüne getiren politikalarının da elbette karşısında oldum. diyorlar ki biz buraya geleceğimizi biliyorduk, bu yolu senin gibiler açtı. yanlış. oradan buraya gelinmesi şart değildi, oradan başka yerlere pekala gidilebilirdi, eğer CHP kendi görevinin onda birini yapabilmiş olsaydı, liderlik gösterebilseydi, toplumun gerisinde kalmasaydı, %25'lik bir kitleyi kaybetmekten korktuğu için hiçbir vizyoner politika geliştiremez hale gelmeseydi, gündelik laf ebelikleriyle ve saçma sapan jestlerle siyaset yaptığını zannetmeseydi.

ama bunu yapabilmesinin önkoşulu, AKP'yi anlamasıydı, insanların AKP'yi yobazlıktan dolayı desteklemediğini, AKP'nin sınıfsal bir tabanı olduğunu, CHP'nin de bu sınıfsal dönüşümü tanımak ve ona seslenmek zorunda olduğunu kavramasıydı. CHP'liler bunun özeleştirisini yapıyor mu? ben sonuçta bir vatandaşım, bir şeyler düşünürüm, birilerine anlatırım, ateş olsam cürmüm bu; CHP'nin benden bir-iki gömlek üstün olması gerekmez mi? CHP gibi kurucu bir parti, toplumsal tabanı olan bir parti, kendilerinin deyimiyle "dinci faşist koyu karanlık bir diktatörlük"ün önünde durmak için hiçbir şey yapamamışken, "özeleştiri yapın" diye başkalarının kapısında bağrınmaya hiç hakkı yok, kusura bakmasınlar.

buradaki anafikir bu.

18.2.17

ironinin kara deliği



geçen gün istiklal'de, gelen geçene mikrofon tutup "evet mi hayır mı?" demeci alan habercileri görünce şeytan dürttü. "evet diyorum, bıktım bu herkesin her şeye karışmasından, ne kadar çok siyaset düşünüyoruz, siyaset konuşuyoruz, 70-80 milyon insan, çocuğundan yaşlısına böyle, ne büyük enerji kaybı, zaman kaybıi seçelim birisini, kim olursa olsun fark etmez, nasıl biliyorsa öyle yapsın, biz de işimize bakalım, ömrümüz bunlarla geçiyor, verelim bütün yetkileri, başımız rahat etsin, 'ne yapacak, nasıl yapacak, bugün mü yapacak sabaha mı bırakacak, karşı mı koyalım, izin mi verelim' diye düşünmeyiz, biliriz ki yapacak, o yapacak, hep yapacak, verelim kurtulalım" demek istedim.

sonra dün erdoğan yaptığı konuşmada aynen bunları söyledi. türkiye ironinin kara deliği. bütün ironiler burada çöker, hiçbir ironi kaçamaz.

üstelik de tuhaf kokuyor.

15.2.17

"İnsanlar Kuran'ı merak etmiyor, benim yazdıklarımdaki katmanları mı merak edecekler?"




Peki sen, yazdıklarının yeterince okunup anlaşıldığını düşünüyor musun?

Kuşkusuz hayır, ama kim yeterince okunup anlaşılıyor allahaşkına. Ben bunu hiçbir zaman kafama takmadım, bir gün nasıl olsa birilerinin anlayacağına dair tuhaf bir güven besledim. Bu konuda en sert darbeyi 19’da yedim. Bu romanı birebir Kuran üzerine kurmuştum ben, inançlı biri değilsem de Kuran bu dünyadaki en önemli metinlerden biri, tabii ki edebiyatın konusu/kaynağı olacak. Nüzul (iniş) sırasına göre surelere karşılık gelir içindeki 114 bölüm, romanın kahramanı M’nin hikayesi ve yazmaya çalıştığı kitapla Muhammed’in hikayesi ve kitabı örtüşür; bölümlerin hepsi, karşılık geldikleri surelerin temasını, ifadelerini, hikayelerini ya da simgelerini kullanır; bölüm adları sure adlarına gönderme yapar; anlamayan kalmasın diye de bütün cümleler Kuran’daki gibi numaralandırılmıştır ve arka kapakta harf, sözcük, cümle, paragraf ve bölüm sayılarının da 19’un katları olduğu belirtilir. İsmail Pelit dışında bir Allah’ın kulu çıkmadı bu kitabın Kuran’la bağlantısını kuran. Neden? Çünkü kimse Kuran’ı bilmiyor; entelektüeller bilmiyor, edebiyat okuru bilmiyor, Müslümanlar bile bilmiyor. İngiliz, Alman, Norveçli vs. bir yazar olsam ve böyle bir romanı Kutsal Kitap üzerinden kursam, herkesin ilk fark edeceği şey bu olurdu. Bu sence de çok garip bir kültür ortamı değil mi? Hermenötik (yorumsama) dediğin sonuçta Kutsal Kitap’ı yorumlama ve anlama çabasından doğup edebiyata aktarıldı. Bizde metin analizinin genel güdüklüğünü belki buradan itibaren aramak gerek.

Kuran’a göndermeli kitapta böyle olunca, diğerlerinde haydi haydi böyle oluyor. İnsanlar Kuran’ı merak etmiyor; benim yazdıklarımdaki katmanları mı merak edecekler? Bana geniş bir ilgi alanına sahip olmanın, merak etmenin, olabildiğince çok kaynaktan beslenmenin iyi bir şey olduğu öğretildi; bu geniş “program”ı yazdıklarıma katmakla iyi bir şey yapmıyor olabileceğimi neden sonra anladım; vazgeçmek için de çok geçti.

Notos Kitap, Şubat-Mart 2017