25.6.18

Mitos ve Mitoz



24 Haziran 2018 seçimleri, “adil seçim” koşullarının hiçbir şekilde sağlanmadığı bir başka seçim olarak siyaset tarihimizdeki yerini aldı. Bundan belki 15-20 yıl sonra bazı yönleri hakkında daha fazla bilgimiz olacak; bugün bildiklerimize bakalım.

Bir kez daha teyit edilen bir saptamayla başlamak lazım: Erdoğan, İslamcı sağ kesimin Atatürk’ü. Yapacağı hiçbir hata, ülkenin alabileceği hiçbir hal, onu “gönüllerin lideri” konumundan, Türk siyasetinin “mitos”u konumundan alaşağı etmeye yetmeyecek. AKP seçim kaybetse bile böyle; bu seçimde başkanı olduğu partiyle kişisel oyu arasında 10 puan fark vardı. Yani sevaplar Erdoğan’a, günahlar AKP’ye yazılıyor. Yine de devşirip devşirebileceği maksimum oy, yarıdan biraz fazlası. Yüzde 70 değil, yüzde 60 değil. Adil bir seçim ortamında sonuçların çok farklı olacağı açık; dolayısıyla adil seçim ortamının olmamasının Erdoğan için her zaman elzem olacağı da açık. Atatürk için de öyleydi ona bakarsanız.

Adil seçimin hazırlayıcı koşullarından biri, muhalefetin seçmenle engelsiz iletişim kurabilmesi, yalnız kendi tabanına değil, tüm seçmenlere erişmesi. Bunun sistematik olarak engellendiği durumda muhalefet, kendi gerilla iletişimini kurmak ve ülke çapında yaygınlaştırmak zorunda. CHP ve İnce bu seçimde kendi tribününe oynamayı yeğledi; İnce için bu bir mobilizasyon sağladıysa da yeterli olmayacağı ortada.

Türk seçmeni, Kürtleri sevmiyor, bunu da kabul etmek lazım. Kürtlere tahammül edebilmesinin tek koşulu, Kürtlerin partisinin, Kürtlerin silahlı hareketine savaş açması. Buradaki açmaz, Kürtlere karşı yürütülen yok etme politikalarının böyle bir olasılığı ortadan kaldırıyor olması. Bu seçimde milliyetçi muhafazakar oyların mitoz bölünmeyle ikiye katlandığını gördük – Erdoğan’ın payandası olmak dışında hiçbir vasfı olmayan Bahçeli’nin partisi ikiye bölündü ama oyları azalmadığı gibi yeni parti de bir o kadar oy aldı. Kürtler CHP’ye oy vermedi ama CHP’nin Kürtlere yakın durmaya başlayacağı endişesi, CHP’nin oylarından bir kısmını götürdü. İYİP biraz MHP oyu çaldı, ama görünen o ki CHP’den de ciddi oy aldı. Bunların hepsi Kürt nefreti. Türkiye’nin yapısal sorunları, bu nefreti ortadan kaldıramadıkça çözülmeyecek.

Muharrem İnce, kısa seçim çalışmasında yüzde 30’u aşan bir oy oranına erişerek, kendi partisinin çok ilerisinde konumlanmayı başardı. Bu da CHP’nin kemikleşmiş hata ve eksiklerinden arındığında çok daha iyi performans gösterebileceği anlamına geliyor.

Son olarak AKP’nin yüzde 40’ın altına düşmeyen bir oy oranı olmasının nedenini iyi anlamak lazım. AKP’nin iktidara gelişinden bu yana geçen 16 yıl, İslamcı sağ kesimin kendini güvende hissetmesine yetmedi. Bu güven hem gündelik hayattaki varoluş biçimine, hem maddi kazanımlara, hem de devletin tün kademelerindeki varlığa dair bir güven. Bunların her an yitirilebileceği korkusu sürdükçe AKP bu oy oranını almayı sürdürecek (zaten AKP'nin en önemli stratejilerinden biri, bu korkuyu canlı tutmak). Dolayısıyla AKP’nin yerini almayı hedefleyen bir hareket, ülkede nelerin kötü gittiğini iyi bir iletişim stratejisiyle herkese anlatmakla yetinemez; nelerin herkes için (yani AKP seçmeni için de) daha iyiye gidebileceğini, hangi hak ve imkanların elden gitmeyeceğini anlatmak, bunu anlatabilmek için de bu yönde bir tasavvur geliştirmek zorunda.

Ancak bu şekilde mitos bölünür, mitoz bölünme teferruat haline gelir.