28.11.10

iktibas - 2

bunları da okumadan geçmeyin:


NAIPAULLAŞTIRAMADIKLARIMIZDAN MISINIZ?
Süreyyya Evren
Herhalde bu Naipaul tartışmasının en komik anı, bir televizyon programında, Hilmi Yavuz’un, “böyle söylediğim için çok çok özür dilerim ama” diyerek, Nedim Gürsel’e, “Nedim sen galiba biraz Naipaullaşmışsın” dediği andı!
Yoksa, İsmet Özel’e “Naipaul’un gelmemesi hakkında ne düşünüyorsunuz?” diye soruldugunda, “Neyin gelmemesi?” diye cevaplaması mı daha komikti? Soruya soruyla cevap diye işte buna derim! 

devamı için...


büzüşmüş şemsiyeler zamanı

ismail pelit

bir yazarı protesto etme konusunda gösterilen çabanın son zamanlarda sözgelimi bir yazarı gerçekten anlamak, bir kitabı gerçekten kavramak, hatta bir romandaki bir cümlenin ne demeye geldiğini düşünmek için gösterilip gösterilmediğine bakmak, naipaul’un ne kadar haksız, önyargılı olduğunu gösterecektir. türkiye’deki müslüman entellektüeller, kitaplar üzerine düşünmekten, metinleri anlamaya çalışmaktan, metinleri cümle cümle tartmaktan, metinlerle gerçeklik arasında sağlam bir ilişki kurmak için çalışmaktan bir adamı protesto etmeye vakit bulamayabilir, bulsalar da edebi metnin kendisine anlam verdikleri için bu işi savsaklayabilirdi.

eleştirel bir gözle bakarak protesto etmeleri gereken yazarın metinleri üzerine çalışırken zamanın nasıl geçtiğini anlamayabilirler, tehlikenin farkına varamayabilirlerdi. şükürler olsun, edebi metinleri kenara bırakmış, bu zor görevi ifa edebilmek için okumaktan vazgeçmiş birinin buna dikkat çekmesi, “tehlikenin farkında mısınız?” demesi, bunu derken de insanları alarm durumuna geçirecek işaret fişeğini ateşlemesi gerekirdi. uzun süredir ateşlenmediği için nerede olduğu unutulan fişeğin bekçiliğini eden irfan sahibi bir yavuz neferin, sadece işaret fişeğini ateşleyip geri çekilmesi, elbette onu tanıyan hiç kimsenin ona yakıştıramayacağı bir iş olurdu.  

26.11.10

iktibas

"Naipaul’a veryansın edenler, Müslümanları çok mu seviyor? Birbirlerinden hazzediyor mu? Naipaul’un bulunduğu mekana girmek, onun görüşlerini külliyen kabul etmek demek midir? Türk entelektüeli diye bir şey gerçekten yok mu? Naipaul’a “Faşist” diyenlerin, bir sonraki cümlede faşizan bir yargı ortaya koyması normal midir? Aramızda “Gizli Naupaul’lar” mı dolaşıyor? Yazarın işi, bir başka yazarın metinlerini protesto etmek mi, yoksa ona yazıyla, sözle esaslı bir karşılık vermek midir?.."

avrupa yazarlar parlamentosu'nun bir diğer müstefi üyesi murat menteş'in, konuyla ilgili yazısı burada.

25.11.10

birbirine tahammül edemeyenler topluluğu

banu'ya şunu dedim: naipaul meselesi bugün var yarın yok - bizim toplumsal tahammülsüzlüğümüz baki. birbirimize tahammül edemiyoruz, hiçbir düzeyde edemiyoruz, kimse kendine laf söyletmiyor ama bu, altı yaşındaki mahalle piçlerinin "anama küfretti" diye toz toprak içinde yuvarlanarak kavga etmesinden bir gıdım farklı değil. televizyonda dizi oynar, taksiciler ayaklanır, biz uzun yoldan götürmeyiz diye, hemşireler ayaklanır, biz seksi değiliz diye. müslüman-laik meselesi, kürt-türk meselesi, çoğunluk-azınlıklar meselesi, vatandaş türkçe konuşa kadar gidiyor. birlikte yaşamak istemeyen insanlardan oluşan bir toplum - böyle toplum tanımı olur mu allahaşkına?

24.11.10

naipaul, onurlu linççilere karşı

Bilindiği gibi, "İstanbul 2010" kapsamında düzenlenen Avrupa Yazarlar Parlamentosu'nun organizatörleri, V.S. Naipaul'u onur konuğu olarak davet etmişti. Hilmi Yavuz'sa parlamentoya katılacak yazarları, etkinliği boykot etmeğe çağırmıştı; ona göre Naipaul Müslümanlara ve İslam'a hakaret etmişti, sırf Nobel Ödülü almış olduğu için böyle bir etkinliğin onur konuğu yapılmamalı, onunla aynı mekanda bulunulmamalıydı. Bu çağrıya, parlamento katılımcılarından Cihan Aktaş uydu; çeşitli yayın organları da, Naipaul karşıtı bir kampanya başlattı. Söz konusu yayınlar, ajansı aracılığıyla Naipaul'a ulaştırıldı; yaşlı bir adam olan ve sağlık problemleri yaşayan Naipaul da, kendisine verilen bu "onur" için teşekkür ederek Parlamento'nun açılışına katılmayacağını bildirdi.

Hilmi Yavuz, hayatında Naipaul okumamıştı; gazete köşesinde 2001'de yazdığı Naipaul yazısını, Rana Kabbani adlı Suriyeli yazarın Naipaul incelemesine dayanarak kaleme almıştı. Aynı yazıyı 2010'da, aradan geçen zaman içinde Naipaul'u yine okumamış olarak, Yazarlar Parlamentosu vesilesiyle yeniden yayımladı. Cihan Aktaş, Naipaul'u okumadığı gibi, Kabbani'yi de okumamıştı; o da protestosunu, Yavuz'un Kabbani'den cımbızladığı alıntılara dayanarak yaptı. İşin daha da ilginci, bu alıntılanmış cümleler hakaret değil, düpedüz gözlem/eleştiri/kişisel görüş kapsamında saptamalar içeriyordu ve sonuçta bir romandan alınmışlardı.

Parlamento organizatörlerinin ve İstanbul 2010 yöneticilerinin, yaptıkları seçime sahip çıkamamalarını, linç haykırışlarına set çekemeyişlerini, Naipaul'a tam da bu durumda her türlü güvence verip gelmesini sağlamamalarını, tersine yazarın endişesini fırsat bilerek konuyu kapatmaya çalışmalarını kınıyorum. Avrupa Yazarlar Parlamentosu organizasyonun üstüne, onursuz bir gölge düştüğüne inanıyorum.

Naipaul'un "sahibinin sesi"yle, yani Batı'nın sesiyle konuşan "Oryantalist bir sömürge yazarı" olduğunu söyleyenlere de sormak istiyorum: biz kendimize ahmak diyemeyecek miyiz; dediğimizde "sahibimizin sesi"yle mi konuşmuş olacağız; ancak "sahiplerimiz" bize ahmak dediğinde mi ciddiye alacağız bu sözü?

Avrupa Yazarlar Parlamentosu'ndaki Komisyon Moderatörlüğü görevimden, bu ahmakça linç hareketinin parçası olmamak için istifa ediyorum.

20.11.10

"rana kabbani'nin bildirdiğine göre"

hilmi yavuz, avrupa yazarlar parlamentosu onur konuğu olarak davet edilen v.s. naipaul için, "tipik bir sömürge aydını" demiş; müslümanlar hakkında olumsuz şeyler söylediği için de parlamentoya katılan müslüman yazarları, etkinliği boykot etmeye çağırmış. bu hafta medyada bu konuyu bol bol okuyacağımız anlaşılıyor.

"sömürge aydını"ndan iyi romancı olmaz mı, herkes bütün müslümanları sevmek zorunda mıdır, kabbani'nin yorumları gerçekten hakaretamiz bir içeriğe mi işaret ediyor gibi temel sorular, tabii ki hilmi yavuz kalibresinde bir "osmanlı mütefekkiki"ne (tashih yok!) yöneltilemeyecek sorular, onları geçelim. fakat bu uyuşukluk ve tembellik hakkı, nasıl bir haktır, hiç değilse onu sormak mümkün olabilir mi acaba: hilmi yavuz, hayatında naipaul okumamış, bu bir. içinde naipaul'dan söz edilen bir kitap okumuş (suriyeli yazar rana kabbani'nin europe's myths of the orient, 1986; türkçeye de çevrildi ve bağlam'dan avrupa'nın doğu söylenceleri adıyla yayımlandı), 2001'de naipaul nobel alınca bu kitaptan alıntılarla bir yazı yazmış, "naipaul'u tanıyalım" diye; şimdi aynı yazıyı 2010'da yeniden ısıtıp sunuyor, bu da iki.

insaf, demezler mi: hadi tanıyalım şu naipaul'u, 2001'de tanımıyorduk ama sıcağı sıcağına yazmak gerekti diyelim - aradan on yıl geçmiş, artık okumuşuzdur herhalde, türkçeye de çevrildi. diyelim ki okumadık ama yeni bir yazı yazmak gerekiyor, o zaman entelektüel ahlak adına zahmet edip hiç değilse şimdi bir kitabını okuyalım, milleti ondan sonra galeyana davet edelim, belki iki satır kendimiz bir fikir geliştiririz, rana kabbani'nin yorumuna, bizim gidemeyeceğimiz bir gezegenden bildirilmiş haberler gibi muhtaç olmayız.

pardon: "hilmi yavuz" ve "okumak" aynı cümlede kullanılabilir mi? (enis batur "hilmi yavuz'u tanıyalım" yazısı yazsa da okusak...)