23.4.24

Yaratıcılık ve Teknoloji

Yapay zeka araçlarının görse sanatlarda, müzikte, edebiyatta giderek yaygınlaşan bir biçimde kullanılmaya başlaması, pek çok soru ve tartışmayı da beraberinde getirdi. Yapay zekanın ürettiklerinin ne kadar özgün olduğu, üretebilmek için kullandığı ürünlerin yaratıcılarının haklarını ihlal edip etmediği, sanatın ve sanatçının ortadan kalkıp kalkmayacağı gibi konuları tartışıyoruz. Ben de kendi alanlarımla ilgili olarak ve Yapay Zeka’yla bugüne kadarki deneyimlerimden yola çıkarak bir şeyler söylemek istiyorum.

Yazar, çevirmen ve yayıncı açısından teknoloji

Yazarlık, çevirmenlik ve yayıncılık oldukça muhafazakar işler teknolojik açıdan. Ben hala kağıt ve defterle yazıyorum örneğin; işin yaratıcı kısmında da metni işleme aşamasında da teknolojiden çok az yararlanıyorum. en büyük yardımcım Google diyebilirim, o kadar geriden geliyorum.

Çeviride de Google ve online sözlükler en büyük teknolojik yenilikler oldu; DeepL ve ChatGPT’yi ancak tıkandığımda, fikir vermesini istediğimde kullanıyorum. Edebi metinlerin, özellikle de uzun kurgusal metinlerin çevirisinde ikisi de henüz çok yetersiz. 100 saatte yapılacak işi 40 saate indiriyorlar kabaca, ama o 40 saate mutlaka ihtiyaç oluyor.

Yayıncılıkta dijitalleşmenin büyük katkısı oldu diyebilirim; ben 90’ların başında bu sektöre girdiğimde binbir güçlükle yapılan tasarım, mizanpaj gibi işler ve matbaa süreçleri bugün InDesign, Photoshop gibi programlarla çok kolaylaşmış durumda. Kitabın djital versiyonu da üretim, satış ve dağıtım anlamında çok büyük kolaylıklar ve alternatifler sunuyor. Pazarlamada sosyal medya nedeniyle önemli değişimler oldu. Ama uzaktan baktığınızda yayıncılığın bambaşka bir şey haline geldiğini söylemek zor. Temel özelliklerini hala muhafaza ediyor bence.

Kişisel yaratım ve üretimde yeni teknolojiler

Yeni yazmaya başladığım romanımda ChatGPT’y nasıl kullanabilirim diye bir deneme yaptım, biraz onu anlatayım.

İşin başında ChapGPT’ye, benim ne işime yararsın diye sordum. 10 madde sıraladı:

1.ilham - yeni fikirler önermek.

2.içerik araştırması - bilgiye ulaşmak.

3.yazı desteği. cümle yapısı, gramer vs.

4.karakter geliştirme.

5.olay örgüsü geliştirme.

6.editörlük ve düzelti - yazılmış metni adam etme.

7.küçük bölümler ya da diyaloglar yazma.

8.janra göre fikirler önerme.

9.okur tepkisini ölçme - sosyal medya analizi.

10.kitap tavsiye sistemleri.

Ama şöyle de bir uyarıda bulundu: Yapay Zeka faydalı bir araç olabilir ama yaratıcı yazarlık süreci hala son derece insana dayalı bir şey. Bu işbirliği ileride yeniliklere gebe ama insanı aradan çıkarmayı beklemeyin.

Bunun üzerine aklımdaki roman fikrini, kaba olay örgüsünü ve ana karakterleri girdim, bana üç dönüm noktası ve sürpriz sonu olan bir olay örgüsü yazmasını istedim. Bana önerdiği dönüm noktaları şöyleydi: 1.gizli bir örgüt varmış, 2.ana karakterlere destek veriyor görünen karakterin kendi gizli gündemi varmış, 3.ana karakterin kendi ailesi de işin içindeymiş. Sürpriz son olaraksa yardımcı karakter son anda ana karakterin elinden her şeyi almaya çalışıyormuş ama ana karakter bunun önlemini aldığı için eli boş kalıyormuş.

Bu öneriler aslında oldukça jenerik, yani Netflix izleyen ya da yaratıcı yazarlık kursuna gitmiş yazarların romanlarını okuyan herkes üç aşağı beş yukarı böyle önerilerde bulunur. Kötü öneriler değil ama çok standart öneriler, yaratıcı bir yanları yok.

Ana olay örgüsünün içine bir de aşk ilişkisi katmasını istedim, ana karakter bir kadındı, onunla bir ilişki yaşayacak bir adam tarif ettim, olaylar sırasında birbirlerinden ayrı düşmelerini ama sürpriz sonda tekrar bir araya gelmelerini istedim. Bana önerisi şunlar oldu: Tanışma: Erkek de Kadın’ın peşinde olduğu şey hakkında bilgiliymiş ve teknik bilgisiyle kadına yardım etmeye karar vermiş. Kopma: Tam aradıkları şeye ulaşmalarını sağlayacak bir bilgi edinmişken Erkek bir yanlış anlama ya da dış etkenden dolayı Kadın’dan ayrılmış. Gerçeğin ortaya çıkması ve kavuşma: Kadın yanında Erkek olmadan araştırmalarına devam etmiş. Erkek son sahnede ortaya çıkıp Kadın’a destek oluyormuş. Birbirlerine duygularını itiraf ediyorlarmış.

Burada da Yapay Zeka’nın standart bir öneride bulunduğunu görüyorum, daha doğrusu benim sorumda söylediklerimi yeniden söylemiş, pek bir katma değeri yok. Son derece jenerik bir mutlu son. Bunun üzerine bir mutsuz son yazmasını istedim, bunu da gayet sıradan bir şekilde yaptı – peşinde oldukları şeyi tam ele geçirecekken kaybediyorlar, bu da ilişkilerini zedeliyor ve ayrılıyorlar.

Kadın karakter için bir karakter analizi ve geçmiş yazmasını, bunun da romanın konusuna paralel olmasını istedim. Burada da yaratıcı katkıları olmadı.

Son olarak kitabın ilk bölümünü yazmasını istedim. Kadın karakteri günlük yaşamı içinde tanıtan ve olay örgüsünü başlatan bir bölüm olmalı dedim. Bir sayfalık bir metin üretti – bölüm değil bölüm özeti diyebiliriz daha çok. Burada da yaratıcı bir ayrıntı yoktu.

Bu çalışma bana şunu gösterdi: bugünkü haliyle Yapay Zeka, daha çok laf ebeliğine dayanıyor. Yani bizi etkileyen şey aslında düzgün cümle kurabiliyor olması. İçerik olarak bakıldığında, bilgiye ulaşma konusunda Google’dan daha iyi değil çünkü zaten gerçek zamanlı olarak Google kullanamıyor; yaratıcılık konusundaysa sadece ulaşabildiği, var olan verileri karıştırıp yeniden sunabiliyor. Örneğin karakter geçmişinde, Kadın karakterinin annesiyle babasının bir trafik kazasında ölmüş olduğunu, bu kazanın da bir zamanların ünlü bakanı Adnan Kahveci’nin şüpheli ölümüyle sonuçlanan kaza olduğunu, babasının Kahveci’nin arabasına çarpmamak için Bolu’da şarampole yuvarlandığını yazması imkansız bugünkü noktada.

Ben aynı şeyi görsel üretiminde Midjourney ve benzerlerinde, müzik üretiminde de Udio ve benzerlerinde görüyorum. Yapay zeka, elinin altındaki ürünleri kullanarak ortaya bir amalgam çıkarıyor ve bu “gerçek” bir ürüne epeyce benzediği için hayran kalıyoruz. Ama aslında yaptığı şey bir ortalama üretmek. Yapay zekayı kendi yaratıcılığınızı desteklemek ve önünü açmak için kullanmaya çalıştığınızda çok zorlanıyorsunuz çünkü yönlendirmesi zor. Yani ne istediğinizi bilmiyorsanız sizi eğlendirecek bir şey üretebiliyor ama ne istediğinizi çok iyi biliyorsanız onu ortaya çıkarması çok zor. 

Yaratıcılık ve yapay zeka

İleriye dönük olarak baktığımda bunun bir yazılım sorunu olduğunu görüyorum. Yapay zekayı var olanlar üzerinden eğitmeye çalışıyoruz şu aşamada, bu da gerçekten yeni ve kaliteli bir şey üretmesini zorlaştırıyor; basitleştirerek söyleyecek olursam, tez ve antitezden senteze sıçrayamıyor. Daha kötüsü, yapay zekanın ürettiği milyonlarca şey de onun eğitim setine dahil olacak hızla, bu da kendisini tekrarlamasına yol açabilecek. Biz altı parmaklı insanlar yapmaması için uğraşırken onun veri setine şu anda bir sürü altı parmaklı insan katıyoruz mesela. Renkleri karıştırarak rengarenk bir şey ortaya çıkmasını bekliyoruz, ama çok karıştırınca her şey kahverengi oluyor – oyun hamuruyla oynayan herkesin çok iyi bildiği gibi. 

Yaratıcılığın yazılıma dahil edilebilmesi için uğraşmak gerek. Ben yaratıcılığı kutsayan, gözünde büyüten biri değilim, bence yaratıcılık çok basit bir şey - her şeyin değiştirilebileceğini bilmek ve değiştirirken hangi alandan neyi alacağını bilmekten ibaret. Analitik ya da eleştirel düşünceyle birleştirmezseniz yaratıcı dürtü hiçbir işe yaramaz. Bu formülasyon da yapay zekayı yönlendirme, yaratıcılığı yazılıma dahil etme konusunda işe yarayabilecek bir tanım gibi geliyor bana. 

Fikri mülkiyet ve telif

Ben bir yazar ve yayıncıyım ama fikri mülkiyet konusunda yazarların büyük kısmından ve sektörden farklı düşünüyorum. Birincisi şunu unutmamak lazım: “copyright” tarihsel olarak yazarların talep ettiği değil, yayıncıların bulduğu ve yasalaştırdığı bir kavram. Yayıncıların kendi ürünlerini birbirlerinden koruyabilmek için, süre ve yerle sınırlandırdıkları bir hak devri, asıl amacı yazarı değil yayınevini korumak. Yayınevinin hakkı devralabilmesi için bu hakkın yazarda olması gerekiyor mantıken; böyle olmadan bir “copyright” kavramı geliştirilmiş olsaydı her şey çok başka olurdu. 

Sonuçta “copyright” bulunmadan önce yazarlar, ressamlar, heykeltıraşlar, müzisyenler inanılmaz ürünler verdi; edebiyat ve sanat tarihi bunlarla dolu. Demek ki sanatın varoluşu, sanatçının varoluşu fikri mülkiyeti zorunlu kılan, o olmazsa olmayan bir şey değil. Bütün sanat ürünleri, daha önceki üretimin üzerine yapılır, onunla konuşur, ondan alır, ona cevap verir. Her sanatçı kendi tuğlasını binlerce yıldır örülmekte olan duvara ekler, kimsenin tuğlası tek başına durmaz; tuğlalar birbirine benzer, benzemez – ama sanat her zaman bir birikimdir ve o birikim yokmuş da sıfırdan yaratılmış gibi davranılamaz. 

Fikri mülkiyetse devlet aygıtının “bunu kim yaptı?” sorusuna yanıt bulabilme ihtiyacını giderdiği ve kapitalist sisteme çok kolay entegre olabildiği için bugün evrensel diyebileceğimiz bir konuma geldi ve bence çok saçma boyutlara ulaştı ama böyle devam etmesi şart değil. Dünyanın büyük kısmının imzaladığı Bern Anlaşması, “Yazarın ölümünden sonra 70 yıl” şeklinde tanımlıyor “copyright”ı. Ben 24 yaşımda ilk romanımı yayımladım, diyelim ki 64 yaşımda öldüm, kitap yazıldıktan ancak 110 yıl sonra copyright’tan çıkıyor. Daha aptalca bir şey olamaz.

Benim önerim, copyright’ın 3 yıl, 5 yıl gibi çok çok daha sınırlı bir şekilde tanımlanması. Paylaşım serbestliğinin bize mülkiyetçilikten çok daha faydalı olacağını düşünüyorum (bu konuları başka yerlerde uzun uzun tartıştım, bkz. Dildo). Manevi haklar konusuna, yani intihal meselesine gelince de genel kabulden farklı bir yerde duruyorum: Manevi hakların çok daha dar bir şekilde tanımlanmasını, intihalin de çok spesifik ve bire bir taklitlerle sınırlı olmasını savunuyorum. Bu açıdan ben yapay zekanın çok daha rahat çalışabileceği bir ortamı desteklemiş oluyorum.


22.4.24

"sincaplı gece" - parrhesiastes (1001kitap)

 Bir şeye bir şey demek o bir şeyi bir şey yapmaz. Bir şeye bir şey dememek o bir şeyin başka bir şey olabileceğini düşünme imkanı sağlasa da o başka bir şey de bir şeyi olduğu gibi kapsayamaz.

Bu kitabın az sayıda kişi tarafından okunmuş olması ne kadar üzücü, gibi salatadan laflar etmem gerekmiyor. Kitabı inceleyen üç beş kişi ittifakla bilimkurgu ve polisiye türünde yazılmış olduğunu anlatmaya çalışmış. Normalde inceleme okumak gibi bir huyum yoktur. Ancak bu kitap özelinde bir merak uyandı bende. Bence Türk standartlarının üzerinde olan bu eserin bilimkurgu veya polisiye türünde yazılmış olduğunu söylemek onu hafife almak olur. Romanın açık veya örtük hiçbir yere göz kırpmaması ve yaşanan dünyanın gerçekliğini politik, toplumsal ve varoluşsal yönleriyle olduğu gibi resmetmesi bence onu üst seviye romanların hizasına çıkarıyor. Ne eksik ne fazla. Politize olarak okur avlayan romanlardan değil kısaca. İçinde yaşadığımız dünyanın şeyleşmiş gerçekliğini olduğu gibi okurun önüne seriyor. Kitabın adındaki varoluşsal tını, Turgut Uyar'ın "Geyikli Gece" şiirine gönderme yapıyor. Bunu, bir yerde Geyikli Gece şiirini alıntılayarak Geyikli Gece lafzının yerine Sincaplı Gece yazmasından anlıyoruz. Eserde, spesifik olarak kesinlik ifade etmese de , belli başlı çağrışımlarla Türkiye'nin son 20 yıllık toplumsal ve politik hayatı anlatılıyor aslında. Eserin bilimkurgu öğeleri içermesi yaşanan gerçekliği ifade etme biçimi olarak var. Bir yanda içerisinde bulunduğumuz bu araçsal dünyada durumun farkında olmayan politik ve toplumsal olarak harekete geçmeye hazır büyük bir çoğunluk var, diğer yanda Sincaplı Gece''lerin varoluşsal bir tipi. Romanda kullanılan bütün özel isimler muhafazakar çağrışımlar içeriyor. Namazlarını kılıyorlar, selam veriyorlar v.s. Öte yandan araçsal dünyanın bütün teknolojik atılımları da dünya ölçeğinde bunların elinden çıkıyor. Bir yandan birçok ünlü marka ismi ve teknolojik atılımların öznesi oldukları bir yaşam standardı ile küresel tüketim dünyasının taşıyıcısı olan bu tipler, diğer yandan isimleri, konuşma biçimleri ve belli başlı davranışsal özellikleri ile muhafazakarlıklarını yaşıyorlar. Muhafazakar, zaten ne öyle ne böyle olan melez bir türü ifade eden bir kavram. Romanın kahramanı Emine de muhafazakar kodlarına ve bu ikiliğe sıkı sıkıya bağlı bir tip. Markalı türbanlarını ve giysilerini zaman zaman çıkarıp peruğuyla soluğu bar köşelerinde alabiliyor mesela. Emine'nin tasarladığı fotoğraf makinesi, bu makine ile çekilen fotoğraflarda görünür olan halesizler-ruhlular'ı öldürüyor. Emine de makinenin formatını değiştirerek ruhlular tarafına geçmeye karar veriyor Halbuki ruhluların kurgusal gerçekliği Emine ile aynı dünyanın gerçekliğine inanmalarından geliyor. Ruhlu olmak başta, yaşanan bu dünyaya varoluşsal bir hava katarak başka bir dünyanın özlemini içeriyor gibi gözükse de aslında Emine'yi kendi taraflarına çekmek isteyen bir grubun stratejisidir yalnızca. Romanda gezi parkı eylemleri, 15 Temmuz olayı bu bağlamlarda imgesel bir yere yerleşiyor. Uzun bir zamandır dünyanın temel gerçekliği olan araçsallaşma olgusunu bütün çıplaklığıyla anlatan enfes bir roman okudum ben. Adına ister özgürlük, ister ruhluluk densin; isterse başka başka varoluşsal motiflerle süslenen diğer talepleri içersin, söylem düzeyine getirilen herhangi bir insani durumun kullanıma açık oluşu modern çağın insanının trajedisidir aslında. Cem Akaş son yirmi yılın Türkiye'sini ve bu trajediyi sağlam bir kurguyla işlemiş. Öte yanda, Sincaplı Gece var. Öte yanda mı bu yanda mı? Belli başlı söylemlere değil, sincaplara ve şiire sahip çıkma eylemliğini sürdüren varoluşsal bir gerçeklik. Tabi bu gerçeklik roman içerisinde, gündelik hayatta olduğu gibi cılız bir şekilde ve kıyıda köşede kalarak gösteriyor kendini. Onun gücü, söylem düzeyine gelerek araçsallaştırılamamasında yatıyor. "Halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta Her şey naylondandı o kadar"

7 Ağustos 2002