31.3.14

kötü şakalar



recep tayyip erdoğan, bilal ve sümeyye erdoğan'ı, hatta egemen bağış'ı ve yiğit bulut'u yanına alarak balkondan yaptığı meydan okumada, çok doğru şeyler söyledi - "biz burada tek kale oynayıp duruyoruz, muhalefet nerde?" gerçekten: ülkenin %46'sına, akp iktidar olmasa da korkacakları hiçbir şey olmadığını, inançlarına uygun yaşamaya devam edeceklerini, eğitim, sağlık, altyapı ve diğer hizmetlerde akp'nin aslında verimsiz olduğunu ve bundan çok daha iyisinin yapılabileceğini, yapılacağını, nasıl yapılacağını anlatacak, ahlaksızlığın, yalanın, hırsızlığın, yozlaşmanın, manipülasyonun, çürümenin kader olmadığını anlatacak muhalefet nerde? bunu bangır bangır anlatamayan, anlatmadan bırakmayan muhalefet nerde ve anlatamayanlar neden hala "muhalefet" olabiliyor? 1 nisan'daki türkiye, 29 mart'taki türkiye'den daha iyi olamayacak ne yazık ki; bu ne yazık ki kötü bir şaka değil, ama chp de kötü bir şaka olmaktan onyıllar önce çıktı, beyin ölümü çoktan gerçekleşti ve bir mucize olmayacak. lütfen artık makineden çıkaralım.

29.3.14

türkiye'nin sürdürülebilirliği



ekonomi bozulur, düzelir. siyasal kültür bozuldu mu kolay kolay düzelmez. birincisinin maliyetini dolar cinsinden hemen ölçebiliyorsunuz diye, ikincisinin maliyetinin daha büyük olacağını görmezden gelemezsiniz. türkiye bugün siyasal ve toplumsal anlamda, kaybedilen borsa puanlarının, düşen kurların, yabancı yatırımların riskli hale gelmesinin çok ötesinde bir maliyetle karşı karşıya. bu maliyet, 17 aralık’ta sıfırlanmaya çalışılan miktarın işaret ettiği buzdağından da fazla ayrıca.

kısaca söylemek gerekirse, bu maliyet türkiye’yi yeniden sürdürülebilir bir ülke haline getirmenin maliyeti. şu anda ülkenin giderek hızlanan bir biçimde, sürdürülemezliğin sınırına doğru yuvarlanışını çaresizce, gözüne ışık tutulmuş bir tavşan gibi kıpırdayamadan izliyoruz. bu, naif bir bakış açısından kaynaklanan bir inanamama hali değil: türkiye’de, tıpkı her yerde olduğu gibi, devlet aygıtı temelde bir çıkar üretme ve üleştirme aygıtı olarak çalışageldi, siyaset her zaman kirli bir oyun oldu, halk her zaman belli ölçülerde kullanıldı, çeşitli dönemlerde çeşitli topluluklar ezildi. ama bugün, bunların da çok ötesine geçmiş durumdayız – mesele artık “basit” bir yolsuzluk, kadrolaşma, şantaj meselesi olmaktan çıktı. devletin kendisi, pespaye bir manipülasyon merkezine indirgendi; türkiye halkı da bu merkezin çarklarına maruz kalıyor, ama daha kötüsü, bu çarkları hem sonsuz bir rahatlıkla kanıksıyor, hem de kendi dar tanımlı çıkarları için kullanmanın –karşı manipülasyonun- yollarını buluyor.

ülke halkıyla ülke yönetimi arasındaki ilişkinin kaldırabileceği belirli bir kinisizm dozu vardır, ayrıca belli bir miktar kinisizm her zaman iyidir; ama doz aşımı, “ülke”olarak tanımlanan projenin sürdürülebilmesini imkansız hale getirir. tapelerin var olabilmesi, devletin sürdürülebilirliğinin tehlikede olduğunu gösteriyor; tapelerin içeriğiyse bu toplumun sürdürülebilirliğini tehdit ediyor. hangisinin daha vahim olduğunu tartışabiliriz elbette, ama ikisini bir arada düzeltemediğimiz takdirde bu oyunu kaybedeceğimiz açık. daha net söylemek gerekirse: bu ülkenin hem perde arkasındaki, hem perde önündeki dejenere manipülatörlerden en kısa sürede kurtulması gerekiyor. bu, uzun bir sürecin yalnızca ilk adımı olacak: enkazı temizlemek ve yerine ayakta durabilir, içine girilebilir bir bina inşa etmek için sabırla çalışmak gerekecek.

23.3.14

erdoğan'ın çıkış stratejisi



marquez'in novellası önceden duyurulmuş bir ölüm ("crónica de una muerte anunciada" - bizde "kırmızı pazartesi" diye çevrildi) vardır ya, bugünlerde recep tayyip erdoğan'la ilgili bütün haberler bana onu çağrıştırıyor.

recep tayyip erdoğan’ın trajik bir figür haline geldiğini daha önce söylemiştim; bu trajik figürün, sahneden nasıl çekilmeyi düşündüğünü merak ediyorum şimdi. çünkü çekilecek – bir seçim daha kazansa da, iki seçim daha kazansa da, sonunda çekilecek, çekilmek zorunda kalacak. en başarılı siyasal liderlerin de, en başarısızların da paylaştığı bir kader bu, oyunun kuralı hatta. o zaman geldiğinde ne yapacak, o zamana hazırlanmak için şimdi ne yapıyor? “ne yaparsa yapsın, cezasını bulsun yeter” diyenler vardır tabii, çoktur, ama ben merak etmeden duramıyorum.

burada bir aciliyet tespiti de yapmak gerek: evet, eninde sonunda erdoğan gidecek ama, eninde değil de sonunda giderse, yarattığı hasar daha da büyük olacak. ipliği pazara çıkmış, hiçbir ahlaki savunma noktası kalmamış (sandıkta alacağı oydan bağımsız bir şeyden söz ediyorum), ancak daha çok batırarak batmaktan kurtulabileceğini sanan bir iktidardan söz ediyoruz; iktidardan düşmek, şu anda bu iktidarın bileşenlerinin en büyük korkusu; bütün bileşenler de kendilerince bir çıkış stratejisi geliştirmeye çalışıyor elbette, gazetecisinden iş adamına, bürokratından siyasetçisine. bunların bir kısmı, mümkün olan ilk durakta inmeye çalışabilir, bir kısmıysa (özellikle göbeğinden bağlı olanlar) mecburen erdoğan gibi kendilerini daha çok batıracak işler yapabilir. bunların hepsinin faturası sonuçta türkiye’ye kesilecek elbette, ne kadar uzarsa fatura o kadar büyük olacak. o yüzden aciliyet var; o yüzden hepimizin oturup, erdoğan’ın ne düşündüğünü anlamamız lazım.

erdoğan kendisinin, ailesinin ve en yakınlarının geleceğini güvenceye almak, en azından kendine bir itibar payı kalmasını sağlamak, kurduğu organize suç yapısının devasa ağırlığını bir ihtimal dengelemek için ne yapabilir? bunun ekonomiyle ilgili bir atılım olamayacağı açık; haklar ve özgürlükler bağlamında bir açılım olmayacağı da açık; ab’ye girmek gibi bir çıpa hayalinin peşinden koşacak zamanı yok. ileride şantaj için kullanabileceği kozlar devşirmeye çalışabilir, ama bunun da garantisi yok. geriye iki şey kalıyor: türkiye’nin daha dindar insanlarının ona dua etmesini sağlayacak bir dizi köklü “reform”la dini, toplumsal-siyasal-hukuksal yaşamın tam anlamıyla ana ekseni, ana referansı haline getirmek bunlardan biri. ikincisiyse kürt sorununu gerçekten radikal bir biçimde, bugün kimsenin telaffuz edemediği bir biçimde (gorbaçov tarzı) çözmeye çalışmak.

ikisi de yüksek risk seçeneği, büyük dirençle karşılaşacağı kesin olan seçenekler ve muhtemelen kişisel olarak erdoğan için daha da trajik sonuçlara yol açacaklar. ama bunlar, erdoğan’ın duygusal-zihinsel yapısının kabul edebileceği tek yolun seçenekleri. bu yapıda bu yolun adı “şehitlik”. benim gördüğüm kadarıyla erdoğan’ın kendisi için isteyebileceği en iyi şey bu; ailesi, yakınları ve kader arkadaşları ne yapar bilemem.

peki türkiye, erdoğan’ın kendisini şehit mertebesine –ister metaforik, isterse gerçek anlamda- çıkarmasını bekleyecek mi?