28.12.16

"Türkiye Sadece Çapsız İnsanların Ülkesi Değil"



Ulvi Yaman, reportare.com
28 Aralık 2016


"Kimya Mühendisi, Siyaset Kuramcısı, Türk Siyasi Tarihi Doktoru, öykü yazarı, editör, genel yayın yönetmeni, yayın danışmanı, yayıncı, müzisyen, eğitmen, romancı, deneme yazarı, Kadıköy’lü, Moda’lı, Baba…liste uzayıp gidiyor.

Birçok kişi gibi ben de Cem Akaş ile artık kült diyebileceğimiz “7” romanıyla tanıştım. Ekim ayında yeni romanı “Sincaplı Gece” çıkınca da röportaj yapmak şart oldu. (İflah olmaz bir Kadıköy’lü olarak, “Kadıköy Kafası”nın da bu seçimde etkili olmadığını söylersem yalan söylemiş olurum) Röportajda özellikle romanlarına, yazım tarzına girmemeye özen gösterdim çünkü siz de biraz araştırırsanız bu konularda kendisiyle yapılmış onlarca röportaj var ve tekrara düşmek hoş olmayacaktı. Cem Akaş’ın yazılarına ve daha önce yapılmış olan röportajlarına kişisel web sitesinden ulaşmak mümkün.

Cem Akaş, Türk romancılığına getirdiği yeni bir söylem ve biçimin, yukarıda yer alan kimliklerinin yanı sıra “e-kitap”, “telif”, “kitap çalmak”, “yazar-okuyucu” ilişkileri üzerine yazdıkları ve düşünceleri ile benim için her zaman takip edilesi ve kafa açmak için üzerinde düşünülesi oldu. Birçok kitabını kendi web sitesi üzerinden ücretsiz okumaya açmış bir yazardan bahsediyoruz.

Naçizane tavsiyem; sadece bu röportajı değil, yalnızca romanlarını da değil söyleşilerini ve yazılarını da mutlaka okuyun, çok şey kazanacaksınız…"

Ulvi Yaman

söyleşinin tamamı için tıklayın.

11.12.16

Bilgi Toplumundan Çokkutuplu Agnostik Topluma



1970’lerde “endüstri sonrası toplum”dan söz edilmeye başlanmıştı, ama “bilgi toplumu”nun bir gerçeklik olarak yaygınlaşması 1980’leri buldu, 1990’lardaysa hakim paradigma halini aldı. Bilgi toplumunda bilginin yaratılması, üretilmesi, dağıtılması, kullanılması başlıca ekonomik üretim aracıydı; endüstriyel ve tarımsal üretim bile büyük oranda bu bilgi üretimine bağlıydı. Bilgiye yapılan bu vurgu, aynı zamanda rasyonaliteye, akılcı insana vurgu anlamına geliyordu – karar verme durumundaki birey ve kurumların, daha çok bilgiye erişebildiği için daha rasyonel kararlar verebileceği düşünülüyordu.

2000’lerde yeni bir yönelim ortaya çıkmaya başladı. Sovyet döneminin “dezenformasyon”unu andırıyordu bu bir yanıyla: Kasıtlı olarak yanlış bilgi üreterek rakipleri/düşmanları yanıltmak, toplumsal tepkiyi engellemek ve iktidarın işine gelecek mobilizasyon düzeyini yüksek tutmak gibi işlere yarıyordu dezenformasyon. Ancak 2000’lerde dezenformasyonun kaynağı artık yalnızca devlet ve devletin kurumları olmaktan çıktı – pek çok farklı kurumun ve bağımsız olduğu düşünülen medya kurumlarının yanı sıra, sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla, bizzat bireyler bile dezenformasyon kaynağı olarak çalışmaya başladı. İkinci farklılıksa dezenformasyonun üretim ve kullanımına yönelik tavırda meydana geldi: Eskiden bu yafta utanç kaynağıyken ve ciddiye alınır, uzak durmaya çalışılırken, 2000’lerde çok daha rahat, hatta kinik bir tavırla sunulmaya ve tüketilmeye başladı. Dezenformasyonla savaşmak yerine, herkes kendi dezenformasyonunu üretiyordu artık ve bunun dezenformasyon olduğunun bilinmesi bir sorun değildi.

Bu durum toplum geneline yayıldığında, bireylerin dünya algısı açısından çok önemli bir kırılma yaşandı. O güne kadar toplumsal yaşamı ve siyasal-ekonomik gelişmeleri iyi-kötü tanımlanmış bir çerçeveden bakarak değerlendiren ve buna göre kendi katılımlarını gerçekleştiren bireyler için, bunca farklı kaynaktan gelen dezenformasyon arasında “gerçek bilgi”yi ayırt etmesini sağlayacak kıstaslar (eğer bir zamanlar vardıysa) neredeyse tamamen yok oldu. Tüm bilgi sunumları göreceli bir hale geldi; eskiden “komplo teorisi” olarak adlandırılıp burun kıvrılacak bilgi sunumlarının bir kısmının aslında gerçek olduğu, olabileceği anlaşılınca gerçek bilgi sorgulanmaya başladı; gerçek olamayacak bilgiye gerçek bilgi muamelesi yapılması sıradan bir hale gelince, kitlelerin gözünde bilgi iddiaları arasında seçim yapmanın yöntemi akılcılık olmaktan çıktı, duygusal düzlemdeki bazı kıstaslar devreye girmeye başladı. Ancak asıl yaygın tepki, rekabet halindeki bu bilgi sunumları arasında seçim yapmanın imkansızlığını kabullenmek oldu; bu da “agnostik toplum”a giden yolu oluşturdu.

Agnostik toplumda “gerçek bilgi”ye ulaşmanın önemi yok; bilgi kaynakları arasında nesnel karşılaştırmalar yapmak, önemsenen bir uğraş değil; önemli olan, bireylerin kendi duygu kimliklerine uyan bilgi sunumlarına kolay erişim sağlayabilmeleri ve bunları yeniden üretebilmeleri. Zaman içinde ve farklı bağlamlar söz konusu olduğunda bu bilgi sunumu tercihleri kendi içlerinde çelişebiliyor; bu bireyin kendi duruşunu sorgulamasına yol açmadığı gibi, son derece doğal bir durum olarak algılanıyor.

Sosyal medyanın baskın iletişim-haber alma aracı haline gelmesi, bu konuda önemli bir katkı sağladı. Bireyleri birbirine yaklaştırma özelliği öne çıkarılan sosyal medya, dezenformasyonun en rahat kullanıldığı mecra olmanın ötesinde, bizzat bireylerin kendi duygu kimliklerini büyüterek yansıtabildiği, başkalarının duygu kimliklerini de büyütülmüş olarak algıladığı bir ortam oldu. Dolayısıyla sosyal medyada takip edilen birkaç profilin herhangi bir konudaki duygusal duruşu, o profillere atfedilen siyasal-toplumsal kimliğin genelleştirilmiş duruşu haline geldi. Birkaç kişiden ibaret bir tepkinin toplumsal bir kesime genelleştirilmesinin etkisi büyük oldu, çünkü sansasyonel duygu kimlikleri ve onların tepkileri, hep daha fazla ilgi çekti, daha fazla paylaşıldı, daha fazla tepkiye yol açtı. Bu “birkaç kişi”lik grupların sayısının çok fazla olmasının sonucu da, toplum içinde çokkutuplu bir duygudaşlığın yaratılması oldu. Bireyler, kendi dar çevrelerinin (bu gerçek çevre olabileceği gibi sanal çevre de olabiliyordu ve biri diğerinden daha gerçek değildi aslında) kutbu etrafına toplaşıp diğer kutupları izlemeye, onlara bu konumdan tepki vermeye, diğer bireyleri de kendi kutuplarıyla tanımlamaya başladı. Çokkutuplu agnostik toplum böyle ortaya çıktı; burada herkes, dünyayı “biz ve diğerleri” olarak algılıyor, “biz”in ve “diğerleri”nin tanımının sürekli değişmesini önemsemiyordu.

Çokkutuplu agnostik toplum, bir anlamda 1980’lerin revaçta paradigması olan postmodernizmin taçlandırılması olarak görülebilirse de, onun ötesinde bir karmaşıklığa sahip. Postmodernizm, bilginin göreceli oluşunun algılanmasında bir ikilik öngörmemişti; postmodernizmde bireyler farklı gerçekliklere ve değer sistemlerine bağlı olsalar da, bu sistemler arasındaki çatışmada evrensel hakikatler kategorisine başvurulamasa da, her sistemin kendi içinde sahici olduğu sorgulanmıyordu. Çokkutuplu agnostik toplumdaysa bir ikilik ortaya çıktı: Sahicilik arayışının yerini kinisizm aldı; kimse kimsenin sahici olmasını beklemediği ve talep etmediği gibi, rekabet halindeki bilgi sunumlarının gerçek olmayı hedeflemesi de beklenmiyor. Başka bir deyişle, bilginin gerçek olmadığı, duygu kimliklerinin de sahici olmadığı kabulüne dayanıyor çokkutuplu agnostik toplum. Manipülasyona itiraz etmenin modası geçti; manipülasyonlar arası rekabeti izleyen ve kendi duygu kimliğine göre taraf tutan bireylerin dünyası burası.



multipolar agnostic society - the truth about lies and post-truth