31.12.18

Soğuk Bir Kış Gecesi Sam

Ben ortaokul öğrencisiyken okul kütüphanesinde çok matrak bir kitap dizisi keşfetmiştim - kendi maceranı kendin yaratabiliyordun, olay örgüsünün çeşitli aşamalarında okura seçenekler sunuluyordu, seçimine göre de hangi sayfadan devam edeceğin veriliyordu. Bazen uzun bir hatta devam ediyordu olaylar, bazen geri dönüyordun, bazen ansızın sona eriyordu. Kısa kitaplardı bunlar, alternatif hatlar daha da kısaydı tabii. Bu yapıyı uzun bir roman boyutuna taşımak nasıl olurdu diye düşündüğüm sıralarda (2012 civarı) ufak bir deneme de ben yapmıştım, sırf nasıl işlediğini görmek için. "Black Mirror - Bandersnatch" çıkınca hatırladım.

Yılbaşı hediyesi bir eğlencelik - "Soğuk Bir Kış Gecesi Sam."




12.12.18

ku-ko kurgu kolektifi



Yayıncılık tarihimizin yakın döneminden bir çıkmaz dehlize girelim:

2010 civarıydı, daha sonraları KÜY'de "Tuhaf Etki" dizisinin kaynağını oluşturacak bir hassasiyet peydahlandı bende - Türkiye'de garip, ilginç, nereden çıktığı ve peşinden neyin geldiği belli olmayan birtakım kitaplar yayımlanıyordu. Bunlar pek az basılmış, pek az okunmuş, sonra da unutulup gitmişti. Bu metinleri bir araya getirmek ve hiç tükenmemelerini sağlamak nasıl mümkün olurdu?

Cengaver bir yayıncı, parasına kıyıp bu kitapları normal yoldan yayımlayabilir, satmamalarını göze alabilirdi tabii, ama Türkiye'de bir kitap satmıyorsa onu kitapçılarda bulmak da imkansızdı, en iyi ihtimal internetteki satış sitelerinde bulunacaktı. İşin içine internet girince bu kitapları yalnızca e-kitap formatında yayımlamanın bir çıkış yolu sağlayabileceğini düşündüm. Bir kolektif kuracaktık, herkes birbirinin düzeltisini yapacaktı, şablon bir tasarım kullanacaktık, epub (e-kitapların kullandığı dosya formatı) dönüşümünü zaten internet satış siteleri gerçekleştiriyordu. Kitapların etiket fiyatını standart 5 tl yapacaktık, satış gelirinin yüzde 90'ınını da yazara verecektik.

ku-ko Kurgu Kolektifi böyle ortaya çıktı; Faruk Ulay, Süreyyya Evren, Selçuk Orhan, İsmail Pelit ve ben, Merkez Komite üyesi ilan ettik kendimizi, Faruk tasarım işlerini gerçekleştirdi, ardından metinleri, yazarları belirledik. Logomuz yukarıdaki gibi oldu - "kuko"nun guguk kuşunu çağrıştırmasından hareket etti Faruk. Sonra daha ciddi ve eski sol yayınlar çağırışımlı bir logoya karar verdik, kapaklarda bunu kullandık:


Kapaklar şöyleydi:







































ku-ko için bir manifesto hazırladık:

ku-ko kurgu kolektifi, kağıtsız yayıncılık yapar; kağıt üzerinde yayıncılık yapmaz.

ku-ko, ortak paydası olan bir grup yazarı ve bir grup metni bir araya getirmek için kurulmuştur. kuruluş tarihi 2011'dir.

ku-ko, bir araya getirilen metinleri sürekli olarak dolaşımda tutmak ve okurun bunlara her zaman erişebilmesini sağlamak için, "baskısı tükenmek" kavramını geçmişe gömmek için kurulmuştur.

ku-ko, yazarların kendi metinleri üzerindeki hak ve kontrollerini olabildiğince artırmak için kurulmuş; kitap satışından yayıncıya kalan payın %91'ini yazarlarına ödeyerek ilk adımı atmıştır.

ku-ko, kurucu yazarları arasından gönüllü katılımla oluşturulmuş beş kişilik bir merkez komitesi tarafından yönetilir.

ku-ko, tüm çalışma ve hesaplarının, üyesi olan yazarlar nezdinde açık ve şeffaf olması ilkesini benimsemiştir.

ku-ko, kitap fiyatlarının okur önünde bir engel olmaktan çıkmasını sağlamayı hedefler.

ku-ko, en gelişmiş okuma teknolojilerini kullanır ve bunu, metnin dışındaki şeylere değil, metnin kendisine odaklanılması için yapar.

dolayısıyla ku-ko, metnin kendisini en önemli şey kılmaya yönelik bir çağrıdır.

Yayın listemiz aşağıdaki gibiydi (Merkez Komitesi üyeleri birbirlerinin kitaplarını da bu kapsamda değerlendirmekte bir beis görmemişti):

 ağır roman -metin kaçan
 alınyazım kılavuzu - ilhan durusel
 altıncı ırk - berrak yurdakul
 amber - faruk ulay
 anarşik rehavet - mehmet açar
 annem bir robot doğurdu - melida tüzünoğlu
 bayan mira'yla ufak bir gezinti - semra topal
 bir ev bir dağ bir şehir - erhan memiş
 blöf kitap - ilhan durusel, tansu m. gülaydın
 boşvermişler - sabri gürses
 büyük a - nilüfer güngörmüş
 cami - ismail pelit
 geçen kış - tankut aykut
 gizli hava müzesi - cem akaş
 katakofti - gökdemir ihsan
 kontrol kalemi - murat yalçın
 konuşmayan tavus kuşu camio - berrak yurdakul
 musiki bu - ismail pelit
 noktanın kesişimleri antolojisi -  cem akaş
 öldüren şehir - ömer ayhan
 postu modern kızıl tilki - hakan toker, pelin kalp
 sevişme - sabri gürses
 taş kayık - selçuk orhan
 tekerleksiz bisikletler - cem akaş
 tuhaf insanlar zamanı - faruk ulay
 yaşayıp ölmek, aşk ve avarelik üzerine kısa bir roman - süreyyya evren 
 zaman zeman öyküleri - süreyyya evren

Hızlı bir çıkış yaptı ku-ko, basından ilgi gördü, fakat tanıtım bütçemiz olmadığından ilgiyi canlı tutamadık. Bir başka zorluk da yayıncıları kitapların fiziksel haklarını kendilerinde tutmaya ama e-kitap haklarını bize bırakmaya ikna etmekte çıktı. O dönemde kimse e-kitap meraklısı değildi aslında, ama yine de yayıncıların çoğu ileride işlerine yarar diye e-kitap haklarını vermemeyi tercih etti.

Dolayısıyla ku-ko, erken ötmüş ve sonra nasıl öteceğini planlamamış bir kuş olarak, bir süre sonra tıkandı, yavaş yavaş unutuldu; dün akşam karşıma ilk logo çalışmaları çıkmasaydı benim de aklıma gelmeyecekti:



9.12.18

kuşbakışı

1989'da "Kuşbakışı" adında bir öykü yazmıştım, sonra da bunun otomatik besteye dönüşebilmesi için harflerin, noktalama işaretlerinin vs nota ve vuruş değeri taşıdığı bir kılavuz hazırlamıştım. Öykü ve kılavuz, 1990'da yayımlanan ilk öykü kitabım Noktanın Kesişmleri Antolojisi'nde yer aldı; TRT-2'de yayınlanan "Okudukça" programı kitabı tanıtmaya karar verdiğinde bu öyküyü ve kılavuzu bir piyaniste verdiler, o da yorumladı, müziğin arkasına bir de haber bülteni döşedi.

Öyküyü, kılavuzu ve ilk bölümün ses kaydını aşağıda bulabilirsiniz.


Kuşbakışı

Güneşe karşı ve güneşle birlikte gözlerini ve kanatlarını yalayan rüzgar süzülmek, Monroe’nun sağ dirsek molekülünün yanındaki kan kokusunu ayırt etmek: gülümsemek için için bir şahinin ağzına sahip olduğu için zorunlu olarak ve göz kırpmak kanat titretmek iç çekmek milyonuncu yılın milyonuncu dalışını gerçekleştirmek: içgüdü ne korkulu birşeydir ki tavşan farkında kişisel tarihinin düzen tarihinde eriyip gideceği anın gelmiş olduğunun ve eğer bir Tanrı kavramı oluşmuşsa çalıların arasında canı için koşarken kocaman gözleri ve kulakları bu kez yalnızca dehşetini arttırmaya yarıyorsa, Tanrı’nın şahinin oralarda bir yerde yani yukarıda olduğunu düşünmesi olası mı ve fakat yaratan her zaman yok eden olmamış mıdır sorusu minicik beyninde yankılanma fırsatı bulacak mı merakla bekliyoruz ancak: bu güven ne mene bir duygu şahinin tüyleri böylesine şah(ın)lanıyorken gözlerini kapatsa bile düşüşü ve çekimi yerin ve evren onu hedefine ulaştıracak istese de istemese de istemeyebilir mi ufak bir yalpalama gereksiz soruların uzaklaştırılması ve korkunç inişin sürdürülüşü ve fare de çiftçi de bunu biliyorken gemi Icarus’u görmüş ama gitmesi gereken yere sakin sakin yelkenlemeyi bırakmazsa ne denebilir ki günlerimizi füze yapıp yok etmekle geçirirken biz işte böyle’den başka çünkü tavşan da biliyor ki akan mavi bir kandır içinde ve bu koşuyu pek çok defa yinelemiş ve pek çok defa ölmüştür gerçi anımsamamakta kanının yerde nasıl durduğunu gök şahinsel-gölge be gölge maviden siyaha dönüştüğünde ve dişi de olsa erkek de bunun merakını içinde taşıyor olmalı yalnız kediler değil elbette ve dahi karıncalar çok az kalmışken an’a titreşen yer kabuğu ölümün elektriğini iletir mi onlara ve bir an için olsun dururlar mı milyonkereonkereyüzkereinci koşuşturmalarında yoksa onlar da mı Auden’dan okurlar Brueghel’in Icarus resmini iyi ki bir resim yapmış iyi ki bir şiir yazmış yani ne var: şahin kartalla aramda bir fark yok mu diye bunalır ama belli etmez çünkü işte orada ve şimdi biten iniş Hitler’i değilse de Almansı birşeyleri anıştırır kartal yüzünden elbette ve çok yakın boyun tavşan durur tabii ama aslında durmaz çünkü harcadığı her damla enerji yanına kar mı kalacak? Yani pek bilinmez ve zaten şart değil ama bilinen şu ki yanardağın patlayıp patlamadığına aldırmaksızın evrenin bir başka köşesinde şahin pençelerini batırır boynuna avının yumuşak beyaz doyumcul

Es
To Coda

Şehrin sokaklarından birinde insanlardan bir insan ağlıyordu. Bunda garipsenecek birşey yok çünkü insanlar gözyaşı dökebilmeleri için özel bezelerle donatılmışlardır. Kimi dinler bunu inkar etse de ve bu fizyolojik olguyu denetim altına almayı marifet saysa da insan ağlar. Bu insan da ağlıyordu ve buna neden olarak bir uçağı seçmişti. Mucizeler hiç tükenmiyor.
Uçak, beyaz derisinden sıyrılmış ve doğa güçlerinin, bozunum sürecini hemen tamamlayacaklarını bildiğinden, buz üstüne yazı yazan insanoğlunun takdire değer ürünlerinden birisi olarak beyaz derisini havada asılı bırakmıştı. Şehrin üzerinde bir-iki kez dolanmış mıydı sorduksa da kimse bilmiyordu, bu saatten sonra pek fark etmeyeceği varsayımıyla dolandı demeyi yeğleyelim. İnişe geçeceği belliydi, zaten yakınlardaki bir havaalanı da bekleyişe geçtiğini bildirmemiş miydi? Ne var ki güneş de batak için tam bu anı seçmişti – herşey birbirine uysun ve birazcık da anlamı olsun tabii diye bayraklar da indiriliyordu. Neydi bu, bayrağımızınüstünegüneşbatmaz efsanesinin mastürbasyonu mu yoksa ne kadar insansak da doğayı arada sırada taksak fena olmaz belki bir bildiği vardır müsvedde-i alçakgönüllülük mefhumu mu? Güneş inerse biz de ineriz. Her şey icabında güzel. Muhtacız azizim. Sürtünme kuvvetine bile muhtacız ki aksi takdirde uçağın inmesi hayal olurdu. Uçağın geceye inmezden öncesi: turkuaz bir eşarp ve portakal kabukları.

D.S. al Coda
Coda

“Sana vermediğim tüm çiçekler adına, sevgilim,
Yemin ediyorum:
Öldüreceğim seni.
Yat.”

Gecenin içinde (gece olmuştu, bkz. Gece) ve herhalde şehirde ama en azından gökyüzündeki ayın gözlerinde baykuşlar kendilerine atfedilen uğursuzluk masalına rağmen sürdürüyorlarsa baykuş renkli seslerini bir iş olmalı bu işin içinde ve nitekim: başka bir yapay karanlıkta ki bu geceden bağımsız olarak insanın yaratabildiği en görkemli olgulardan biridir bir kadın ve bir erkek otururlar odada bu büyük yankılı ve kalabalık olabilecek bir oda ya da isterseniz salon ama labirent değil üzümlerin ve kaktüs çiçeğinin suyunda ve gölgesinde gözler yalan söylemez ama gerçek nedir ki diyebilirler dikkatli olmak gerekir elbette bir yakınlaşma söz konusu kalabalıkta yalnızlık süsü vererek saat 02 sularında (bkz. Su Geçirmeyen Saatler) herkesin kendine göre bir av genelgesi var önemli olan kural belirlemek ve diyelim ki oynamak ve her ne kadar kural değiştirmek kurala bağlıysa da özgürmüş gibi yapmak ve ama durmadan yaklaşıyor bu adam ve bu kadın diyebiliriz çünkü boşluk ne denli büyük olsa da milimin bir hükmü var elbette sonuçta milimler de saatler gibi susal özellikler ve benlik yitimleri taşıyarak ve damlayarak damlayarak sarkıtları dikitleri heykelleri koşulları avlanmaları ve evrenmeleri oluştururlar ve bu oluşumun termodinamiksel bazı kanunları vardır ve enerji sabittir ama düzen sürekli bozulacaktır derler on ikiyi vuran çanı dinlemek zorunda kalan insancıklar gibi ve cık takısını muhafaza ederek dinlenir ve martavallar çünkü eğer düzensizlik bu denli matah birşeyse neden anneler var – ki yakınlaşan erkeğin ve kadının anımsayın yapay karanlıktaki yani asıl konumuz olan bu ikisinin uzamsal olarak sabit ancak zamansal olarak bambaşka ve neden olmasın daha gerideki bir zaman diliminde yani aynı yerde ama eskiden ve yine aynı kadınla erkek başka isim ve başka kimlik kartlarıyla anne ve baba olarak bulunmamışlar mıydı anımsayın bu önemli olabilir sanırım iz üstündeyiz ama her neyse yakınlaşmanın bir sonu var bile diyemiyoruz anımsayın aciziz çünkü Boğaz’ın yarısını doldursak ilk gün ve sonraki günler bir öncekinin yarısı kadar doldurarak ilerlesek öbür yakaya ulaşamayacağımız son derece açıkken nasıl oluyor da bu kadın ve erkek sonsuz derecede yaklaşıyorlar ve belirginleşen özellikleri eril ağız dişil boyun ya da tersi bilemiyorum önemli olan belirginleşmesi ve öpüş

“Dünyada yeteri kadar
Acı var zaten.
Yat sevgilim; yaT.
Canın yanacak.
(çoktan öldün ya)”

Demiştik ki gece: birkaç ateştenböceği kedi patileriyle gelen sis ve gece: yani yan yana koyuyor gibiyiz sevime sahip olanla olmayanı duygu açısından çünkü sanki korkunç ama aynı zamanda ve aslında diğer zaman dilimlerinde de bakmayın pasta değil tabii suyun da zamanla ilişkisi yok ama bariz akmaya görsünler hemen lafın gelişi etiketiyle bilirsiniz bu işleri demek ki neymiş hem korkunç hem sevilebilir ki elden gelmesi olanaksız herhangi bir şeyin ancak evet efendim diyebiliyoruz gökyüzüne ve sokaklara ve geceye sonra yani bu aşamada gece bıyıklarını oynattığında: dişil boyun eril ağız “ya da” kısmını biliyorsunuz zaten öpüş; ama, aslında, (fakat ve diğerleri) biraz da ısırış (mıyız?)

Sus.


***

Kılavuz:


“Kuşbakışı” adlı öykü, müziğe aktarılabilecek şekilde tasarlandı. İlgilenenler için:

a: do’, e: mi, ı: si’, i: sol’, o:do”, ö: mi”, u: fa”, ü: sol”,
b: do, c: re, ç: mi, d: fa, f: sol, g: la, ğ: si’, h: re’,
j: fa’, k: la’, l: si’, m: re”, n: la”, p: si”, r: sib”,
s: sol”, ş: fa diyez’, t: re’, v: fa, y: sol’, z: do diyez.

Sözcüklerin ilk harflerinin getirdiği koşullar:
a, ç, n, r: Viyola, viyolonsel ve baslar “do-mi-sol-mi” tekrarıyla sözcük boyunca armoni yapar, kemanlar ezgiyi çalar.
b: Kemanlar dışındaki yaylı çalgılar. Korno ve trombon, sözcük boyunca “do” notasını staccato çalar.
c, f, ı, j, l: Bir notayı kemanlar, bir notayı korno ve trompetler çalar. Tuba, sözcük boyunca “fa-sol” çalar.
d: Sözcüğün her harfi iki vuruş çalınır – flüt ve kemanlar. Flüt çalanlardan birisi güzel bir kızsa, sözcük sonunda sağ yanağını kaşır.
e: Kemanlar çalar, klarnetler sözcük boyunca yarım vuruş geriden izler.
g: Her harf yarım vuruş çalınır. Orkestra ezgiyi çalarken obua, saksofon ve baslar ilk üç harf boyunca “mi” çalar. Ardından saksofon çalanlar, birinci sırada oturan seyircilerden (isteğe bağlı) birisiyle göz göze gelir.
h: Birinci keman öksürür, önceki sözcükteki düzenleme sürer.
i: Baslar ve bakır üflemeliler ezgiyi çalar, viyolonseller ezgiyi iki nota üstten çalar, kemanlar yaylarını keman tahtasına vurur.
k: Harfle yarım vuruş çalınır – yalnızca keman ve baslar.
m: Flüt ezgiyi çalar, viyolar sayfa çevirir, kemanlar “do”dan, baslar “fa”dan başlayarak “dandini dandini dastana”yı çalar.
o: Davul ve tüm orkestra.
ö, ş, u: kemanlar ve flütler “si-do” tril’i yaparken orkestra ezgiyi “piano” çalar.
t: Kemanlar ezgiyi çalarken, viyolalar harfleri yarım değerleriyle çalar ve sözcüğü yineler, bakır üflemeliler bundan sonra gelen üçüncü sözcüğü fazla şamata yapmadan çalar.
ü: Sözcük başında ise, herkes istediğini çalmakta özgürdür, sözcük sonuna geldiği zaman seyirci (yanlış yerde) alkışlar.
v: Vurmalıları çalan, ayakkabılarını çözüp bağlar, yalnız baslar çalar, en genç viyolonselist “daha dün annemizin” şarkısının giriş notalarını çalar, bitince “sol-mi” notalarıyla kahkaha atar, şef seyircilere dönüp gözlerini yuvarlar. (“ve” hariç.)
y: Fagot ve viyola.
z: Baştan üçüncü basçının canı bira çeker, bunu solundaki basçıya söyler, o da bakışlarını şeften ayırmadan başını iki defa yukarıdan aşağıya sallar, önceki sözcüğün düzenlemesi sürdürülür.

Parça 4/4’lüktür, vuruş değeri belirtilmeyen sözcüklerin harfleri birer vuruş çalınacaktır.
Bölümlerin tempo özellikleri, konser başlamadan hemen önce, o anki duruma ve başı ağrıyanların sayısına bakarak saptanacaktır.
do, do’, do” yükselen oktavları belirtmektedir.
ve: Zil
büyük harf: Bu notayı bütün orkestra çalar.
: : crescendo (iki sözcük boyunca).
(): parantez içindekiler forte çalınır.
, : son nokta iki vuruş uzatılır.
. : son hece iki vuruş uzatılır.
? : son nota forte, bir vuruş sus.
“”: obua solo.
; : orkestra şefi sırıtır.

***

Piyanoda Kuşbakışı