15.1.21

boğaziçi üniversitesi nasıl kuruldu



          

1966 yılında Howard P. Hall Robert Kolej'in geçici başkanı oldu, Mütevelli Heyeti de yeni başkan arayışına girdi; bu arada bir de Planlama Komitesi kurarak okulun geleceğini belirleme yolunda somut bir adım attı. 1967 yılında ABD hükümetinden AID kapsamında 3 milyon dolar yardım talep edildi, ancak bunun yalnızca 2,5 milyonunun alınabileceği öğrenilince yeni bir kriz doğdu: okulun fonundan yaklaşık olarak 900.000 dolar, yani %10’luk bir tutar çekilmesi gerekecekti. Bu hem yeni program ve yatırımların durdurulması anlamına geliyordu, hem de sürdürülebilir bir yol değildi.

Türkiye ve dünyada da zorlu bir dönem başlıyordu. Kıbrıs sorununun boyutları büyüyor, ABD’nin tutumuysa Türkiye’de tepkilere yol açıyordu. Öğrenci hareketleri tüm dünyayla birlikte Türkiye’de de büyük bir artış göstermeye başlıyor, giderek politikleşen okul ortamında “Amerikan emperyalizmi” vurgusu zaman zaman şiddet içeren biçimlere bürünüyordu. Böyle bir ortamda ABD’nin eski Burma büyükelçisi Dr. John Scott Everton, Şubat 1968’de RC’nin yeni başkanı oldu. Everton’ın görevi kabul ederken öne sürdüğü koşullardan biri, Arnavutköy ve Bebek'teki iki kampüsten birinin kapatılmasıydı, çünkü ikisini birden sürdürecek mali güç artık yoktu. Everton ayrıca ODTÜ Dekanlarından Aptullah Kuran’ı, İstanbul Amerikan Kolejleri’nin başkan yardımcısı yaptı.

Sancılı dönüşüm süreci böylece başladı. İlk olarak ACG’nin (Arnavutköy kampüsündeki Amerikan Kız Koleji) dört yıllık programı üç yıla indirildi ve RA’in (Robert Kolej'in orta ve lise bölümünü oluşturan Robert Akademi) programıyla uyumlu hale getirildi. 1969 başında mütevelli heyetinin eğilimi, daha sonra Aptullah Kuran’ın da önereceği gibi, üniversiteyi Arnavutköy kampüsüne taşımak, Bebek kampüsünüyse karma eğitime açık bir lise yapmaktı. Ekim 1969’da Planlama Komitesi’nin bu yöndeki önerisi resmen benimsendi, ayrıca yüksek okul kısmının artık bir Türk okuluna dönüşmesi ve kontrolünün özel kişi ve kurumlara ya da kamuya ait olması gerektiği, bu kararların ayrıntılarının ve nasıl uygulamaya konacağınınsa Türk Hükümeti ve Milli Eğitim Bakanlığı’yla ele alınması karara bağlandı. Bu planın 1971’de yürürlüğe girmesi öngörülüyordu; 1970’ten itibaren de yüksek okulun hazırlık sınıfına öğrenci alımı durdurulacaktı.

1969’dan beri kampüste zaman zaman parlayan öğrenci olayları, 1970 Sonbahar’ında iyice alevlendi. Yapılan planların RC öğretim üyelerine duyurulmasının hemen ardından öğrenci protestoları başladı. Öğrenci Birliği, yüksek okulun Arnavutköy’e taşınmasına karşı olduklarını, bunu engellemek için her şeyi yapacaklarını, derslerin boykot, binaların da işgal edileceğini duyurdu. Bildiride şöyle deniyordu: 

“Robert Kolej öğrencileri olarak uzun zamandan beri bir mücadele veriyoruz. Mücadelemiz emperyalizmin Türkiye’deki kültür üslerinden biri olan Robert Kolej’in özerk bir üniversiteye dönüştürülmesi mücadelesidir… Tüm öğrenci kitlesi ve öğretim üyeleri Robert Kolej yerine Türk halkının çıkarlarına hizmet eden bir özerk üniversite kurulmasında birleştik. Mütevelli heyetine Robert Kolej yüksekokulunu gelecek sene Arnavutköy’e taşımanın yüksek kısmın kapanması demek olacağını, kız lisesi binalarının bulunduğu Arnavutköy’de özerk bir üniversite kurulamayacağını, ters bir karar alınırsa buna öğrencilerin kesin bir şekilde karşı çıkacağını bildirdik… Robert Kolej öğrencileri olarak bizler halkımızın devrim mücadelesinin ayrılmaz bir parçası olarak özerk üniversite mücadelemizde kararlı olduğumuzu ve hedefimize ulaşana dek azimle mücadele edeceğimiz bildiririz. Yaşasın Robert Kolej öğrencisinin özerk üniversite mücadelesi. Yaşasın Robert Kolej öğrencilerini destekleyen tüm devrimci güçler.”

Gerçekten de 1970-71 öğrenim yılı boykotlar, protesto gösterileri, işgaller, bombalı saldırılar ve polis baskınlarıyla geçti. Süreçte Dev-Genç ile Sosyal Demokratlar arasında da görüş ayrılıkları ve çatışmalar yaşandı. Ülkenin çeşitli yerlerinde meydana gelen olaylar nedeniyle 27 Nisan 1971’de sıkıyönetim ilan edilince RC de kapandı. 18 Mayıs’ta Milli Eğitim Bakanı Şinasi Orel ile bir protokol imzalandı; bu protokole göre Mütevelli Heyeti, Bebek Kampüsü’nü özerk bir Türk üniversitesine dönüştürülmek üzere Türk Hükümeti’ne bağışlayacak, Arnavutköy kampüsüyse karma lise olacaktı. Protokol, bir hafta sonraki mütevelli heyeti toplantısında da onaylandı.

Yeni üniversitenin adının ne olacağı da bir tartışma konusuydu. RC Öğrenci Birliği bir forum düzenledi ve “Mustafa Kemal Üniversitesi” adının benimsenmesi kararı çıktı. AP milletvekilleriyse “Fatih Üniversitesi” adını önerdi. Sonunda kabul edilen ad, “Boğaziçi Üniversitesi” oldu. 27 Temmuz 1971’de New York Yüksek Mahkemesi, Bebek kampüsünün transferini onayladı; 17 Ağustos’ta da Boğaziçi Üniversitesi yasası TBMM’den geçti. Robert Kolej yüksek okulunun herşeyi, öğrenci ve öğretmenleriyle birlikte Bebek’te kalacak, ama adı Arnavutköy’e gidecekti. Bundan kısa bir süre sonra Anayasa Mahkemesi, özel yüksekokulların anayasaya aykırı olduğunu saptayacak ve hepsi kapatılacaktı.

10 Eylül 1971’de resmi olarak kurulan Boğaziçi Üniversitesi’nin ilk rektörü Aptullah Kuran bu görevi 1979’a kadar yürüttü. Onun ardından Semih Tezcan (1979-1981), Ergün Toğrol (1981-1992), Üstün Ergüder (1992-2000), Sabih Tansel (2000-2004), Ayşe Soysal (2004-2008), Kadri Özçaldıran (2008-2012) Gülay Barbarosoğlu (2012-2016) rektörlük görevini üstlendi. Bu yıllarda Boğaziçi de hem kampüs olarak genişledi, hem de öğrenci sayısı 10.000’e ulaştı. 

(1971'de TBMM'de yapılan tartışmalar ve kanun müzakereleri için bkz: https://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/MM__/d03/c016/mm__03016141.pdf)

9.1.21

buluşlarımdan bazılarını nasıl yaptım - dvm


 sene 2002 olmalı. french press'lerden sıkıldığım bir akşam üstü, poşet çay gibi poşet filtre kahve yapma fikrine kapıldım. ev arkadaşım müteşebbis bir kimya mühendisiydi, ona açıldım, olurunu olmazını konuşmaya başladık bir anda, her şey o kadar hızlı ilerledi ki etiket tasarımını tartışır bulduk kendimizi. önce bir market araştırması yapalım dedik - market dediysem migros. üşenmeyip gittik, kahve çay raflarını inceledik, benzer bir ürün vardı da biz mi görmedik diye özellikle dikkatli baktık. yoktu. bunun üzerine bir paket poşet çay ve bir jacobs kahve alıp eve döndük. ev arkadaşımın sevgilisi bizi videoya çekerken biz de mutfakta ürün geliştirdik: çayı poşetten boşalttık özenli bir şekilde, içine kahve doldurduk, evde zımba olmadığı için poşetin ağzını kapatamamak gibi bir sorun doğdu ama yılmadık. su kaynatıp kupaya döktük, ağzını elimle tuttuğum poşeti kaynar suda hafif hafif sallandırdım, bir dakika tanıdık kendisine, sonra tadıma geçtik. fena olmadığına karar verdik - yani umut kırıcı değildi en azından, biraz uğraşılırsa bir yerlere gideceği belliydi.

iş ciddiye binmişti ama önümüzde aynı ciddilikte bir sorun vardı hala. filtre kahvenin en can alıcı kısmı tabii ki aromasıydı; kahvenin tazeliğini korumasını nasıl sağlayacaktık? ıslak mendil ambalajı gibi bir şey yapabilirdik, bunları da balıklarda kullanılan ama daha şık küçük teneke kutuların içine koyardık. al sana şahane ürün.

bu noktaya ulaştığımızda sermaye ya da yatırımcı bulma gerekliliği de ortaya çıktı tabii. sonra akşam oldu, yemekte ne yapalım diye konuşurken bu konuyu da unuttuk. eşe dosta anlattık zaman içinde ama kimse de elimizden tutmadı açıkçası; "bizimkiler yine ne yapmış" diye gevreye gevreye seyredildi videomuz. 

geçen gün esra markette görüp almış, getirdi önüme koydu - iki poşet filtre kahve. gözümün ucuyla baktım, "iyi fikir ama bakalım satacak mı?" dedim, müteveffa ev arkadaşım evren'i andım, işime döndüm. "days old coffee"nin yolu açık olsun.