Bir şeye bir şey demek o bir şeyi bir şey yapmaz. Bir şeye bir şey dememek o bir şeyin başka bir şey olabileceğini düşünme imkanı sağlasa da o başka bir şey de bir şeyi olduğu gibi kapsayamaz.
Bu kitabın az sayıda kişi tarafından okunmuş olması ne kadar üzücü, gibi salatadan laflar etmem gerekmiyor. Kitabı inceleyen üç beş kişi ittifakla bilimkurgu ve polisiye türünde yazılmış olduğunu anlatmaya çalışmış. Normalde inceleme okumak gibi bir huyum yoktur. Ancak bu kitap özelinde bir merak uyandı bende. Bence Türk standartlarının üzerinde olan bu eserin bilimkurgu veya polisiye türünde yazılmış olduğunu söylemek onu hafife almak olur. Romanın açık veya örtük hiçbir yere göz kırpmaması ve yaşanan dünyanın gerçekliğini politik, toplumsal ve varoluşsal yönleriyle olduğu gibi resmetmesi bence onu üst seviye romanların hizasına çıkarıyor. Ne eksik ne fazla. Politize olarak okur avlayan romanlardan değil kısaca. İçinde yaşadığımız dünyanın şeyleşmiş gerçekliğini olduğu gibi okurun önüne seriyor. Kitabın adındaki varoluşsal tını, Turgut Uyar'ın "Geyikli Gece" şiirine gönderme yapıyor. Bunu, bir yerde Geyikli Gece şiirini alıntılayarak Geyikli Gece lafzının yerine Sincaplı Gece yazmasından anlıyoruz. Eserde, spesifik olarak kesinlik ifade etmese de , belli başlı çağrışımlarla Türkiye'nin son 20 yıllık toplumsal ve politik hayatı anlatılıyor aslında. Eserin bilimkurgu öğeleri içermesi yaşanan gerçekliği ifade etme biçimi olarak var. Bir yanda içerisinde bulunduğumuz bu araçsal dünyada durumun farkında olmayan politik ve toplumsal olarak harekete geçmeye hazır büyük bir çoğunluk var, diğer yanda Sincaplı Gece''lerin varoluşsal bir tipi. Romanda kullanılan bütün özel isimler muhafazakar çağrışımlar içeriyor. Namazlarını kılıyorlar, selam veriyorlar v.s. Öte yandan araçsal dünyanın bütün teknolojik atılımları da dünya ölçeğinde bunların elinden çıkıyor. Bir yandan birçok ünlü marka ismi ve teknolojik atılımların öznesi oldukları bir yaşam standardı ile küresel tüketim dünyasının taşıyıcısı olan bu tipler, diğer yandan isimleri, konuşma biçimleri ve belli başlı davranışsal özellikleri ile muhafazakarlıklarını yaşıyorlar. Muhafazakar, zaten ne öyle ne böyle olan melez bir türü ifade eden bir kavram. Romanın kahramanı Emine de muhafazakar kodlarına ve bu ikiliğe sıkı sıkıya bağlı bir tip. Markalı türbanlarını ve giysilerini zaman zaman çıkarıp peruğuyla soluğu bar köşelerinde alabiliyor mesela. Emine'nin tasarladığı fotoğraf makinesi, bu makine ile çekilen fotoğraflarda görünür olan halesizler-ruhlular'ı öldürüyor. Emine de makinenin formatını değiştirerek ruhlular tarafına geçmeye karar veriyor Halbuki ruhluların kurgusal gerçekliği Emine ile aynı dünyanın gerçekliğine inanmalarından geliyor. Ruhlu olmak başta, yaşanan bu dünyaya varoluşsal bir hava katarak başka bir dünyanın özlemini içeriyor gibi gözükse de aslında Emine'yi kendi taraflarına çekmek isteyen bir grubun stratejisidir yalnızca. Romanda gezi parkı eylemleri, 15 Temmuz olayı bu bağlamlarda imgesel bir yere yerleşiyor. Uzun bir zamandır dünyanın temel gerçekliği olan araçsallaşma olgusunu bütün çıplaklığıyla anlatan enfes bir roman okudum ben. Adına ister özgürlük, ister ruhluluk densin; isterse başka başka varoluşsal motiflerle süslenen diğer talepleri içersin, söylem düzeyine getirilen herhangi bir insani durumun kullanıma açık oluşu modern çağın insanının trajedisidir aslında. Cem Akaş son yirmi yılın Türkiye'sini ve bu trajediyi sağlam bir kurguyla işlemiş. Öte yanda, Sincaplı Gece var. Öte yanda mı bu yanda mı? Belli başlı söylemlere değil, sincaplara ve şiire sahip çıkma eylemliğini sürdüren varoluşsal bir gerçeklik. Tabi bu gerçeklik roman içerisinde, gündelik hayatta olduğu gibi cılız bir şekilde ve kıyıda köşede kalarak gösteriyor kendini. Onun gücü, söylem düzeyine gelerek araçsallaştırılamamasında yatıyor. "Halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta Her şey naylondandı o kadar"7 Ağustos 2002
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
adınızın görünmesini istiyorsanız ama google hesabınız yoksa lütfen yorumunuzun sonuna adınızı ekleyin.