JİLET o gece kullanmayı düşündüğü sprey boyaları montunun içine tıkıştırırken, bir yandan da etrafı kolaçan. Neyse ki Kadıköy Çarşısı’ndaki sanat ve hobi malzemeleri mağazasının kapanma saati epey. İçerideki bir-iki müşteri de girişin hemen yanındaki kasanın önünde, para vermek için. Bu JİLET’in en azından bu mağazada hiç yapmadığı ve yapanları şaşkınlıkla izlediği bir. Yalnız sprey boyaya değil, başkalarının “sokak sanatı” olarak adlandırdığı, onun içinse yalnızca “müdahale” olan çalışmalarında kullanacağı hiçbir malzeme için, hatta bu çalışmaları gerçekleştirdiğinde giyeceği giysiler için de kesinlikle para vermemek gibi bir ilkesi. O yüzden buraya her zaman bol bir montla, havalar daha da sıcak olduğundaysa elde taşınan, içinde fermuarlı ayrı bir bölmenin bulunduğu bir spor çantasıyla. Kasada duran, kendisinden beş-altı yaş büyük, kısa siyah saçlı, gözleri hüzünlü bakan kızın, oraya her geldiğinde ne yaptığının ayırdında olduğunu. Hiçbir şey almamış gibi kapıdan çıkarken göz göze geldiklerinde, kızın bakışlarındaki birşey ona bunu. Kızın bugüne kadar tek söz etmemiş, onu engellemeye çalışmamış ya da patronu çağırmamış olması, JİLET’in kafasında çeşitli fantaziler. Bir kadın polis tarafından yakalanmak fantazisi kadar olmasa da, heyecan. Bir gece kızı da yanında götürmeyi. Mağazanın kapısından çıktığındaysa, aslında bu gecenin gayet uygun olduğuna ve kızı dışarıda beklemeye.
JİLET’in
bu gece iki işi. Önceki gece iktidar partisinin il başkanlığı binasına gidip
yandaki alışveriş merkeziyle arasındaki duvara “Güç, çürütür; mutlak güç,
mutlaka çürütür” yazdıktan sonra fotoğrafını çekmeye davrandığında bellek
kartını bilgisayarında takılı bıraktığını. Şimdi gidip fotoğrafı çekmesi.
İkinci işiyse Nişantaşı’na gidip beş katlı bir apartmanın damına dikilmiş olan
Calvin Klein parfüm reklamının üstüne “Bir gün hepiniz öleceksiniz. İğrenç
ruhlarınızın saldığı koku, mezarlarınızdan sızıp sokaklara yayılacak” gibi
uzunca bir bildiri (tehdit?) yazmayı. Öfkeli, hatta hınçlı, düzeni değiştirmeye
kararlı ve bunun yazı yoluyla yapılabileceğinden emin bir “müdahil” olduğunu.
Bahar
sonunun ılıklıkla sıcaklık arası hali bu gece JİLET’e iyi. Fazla sıcak olduğunda
kapüşonu onu terletip rahatsız. Bazen dikkati. Yazdığı yazıda hatalar. JİLET resim
ya da desen çizmekten. Hep yazı. Mesajı olan bir.
Saat
dokuza geliyordu ki kız mağazadan. JİLET’i görmeden, hızlı adımlarla yürümeye. JİLET bir
süre peşinden. Sonra kızı Kadıköy Çarşısı’nın kalabalığında kaybetmekten.
Arkasından yetişip “Pardon,” diyerek omzuna.
“Efendim?”
“Niye
dükkanda bana hiçbir şey demiyorsun?”
“Niye çalıyorsun mu diyeyim?”
“Denmez mi?”
“Allah koymuş sana belli ki, bir de ben mi
koyayım?”
“Ne biçim konuşuyorsun Melahat?”
“Lale.”
“JİLET.”
“Annen mi koydu sana bu adı?”
“Yok, JİLET benim sahne adım.”
“Gazinoda mı söylüyorsun?”
“Gel şurda bir bira içelim.”
Birlikte
Kadife Sokak’a. Bir bayiden iki şişe Efes. Bir apartman girişine oturup. JİLET Lale’ye,
düzene karşı nasıl savaştığını, çaldığı malzemenin nasıl yüce bir amaca hizmet
ettiğini, o geceki işlerini. Lale, üniversiteye giden kardeşiyle birlikte
yaşadığından, resim yaptığından. Resim lafını duyunca JİLET’in
kulakları. Nasıl şeyler yaptığını.
“Resim işte. Tuval, akrilik, fırça. Sen ne
sandın?”
“Hiiç. Tuval resmi bitmiş diye duydum da.”
“Sokak sanatı prim yaptı diye mi? Banksy filan?
Adamın adı bile paramsı.”
“Bırak o şerefsizi. Keith Haring de öyle.
Satılmış puştlar.”
“Sen satmazsın ama?”
JİLET Lale’nin
yüzüne. Güzel bir yüz diye. Birer bira daha. Önlerinden Eternity. JİLET onun
da sokak sanatçısı, daha doğrusu “sokak artizi” olduğunu, boş bulduğu her yere
kendi adını renkli renkli yazmaktan başka bir halt yapmadığını. Yanında Pusu.
Eskiden her yere “Nuri Alço” yazarken, şimdi “Umudumuz Tyler Durden”
şablonları. Bunları Lale’ye anlatınca o da dayanamayıp.
“Alem
buysa kral sensin yani?”
“Herhalde.
Organik edebiyat yapıyorum ben kızım, benim yazılarım hayatın içinde doğuyor,
içinde yaşıyor.”
“Edebiyat derken?”
“Ne var?”
“Ben ne anlarım canım edebiyattan da, hayku bile
üç dize oluyor değil mi?”
“Ben ‘söz’ün içindeki ‘öz’ün peşindeyim. Anladın?
Söz-öz...”
“Sağol, anladım.”
“Asit atalım mı?”
“Yok,
midem yanıyor zaten.”
Lale
ilk salvoyu bu zarif hamleyle atlattıysa da, JİLET’in ufak bir bozulma karşısında
pes edecek biri olmadığı. Biralar bitince ve sokaktan gelip geçenleri biraz
daha izleyip haklarında bilir bilmez yorumlar yaptıktan sonra, eve gitmeyi.
Yakında. Lale hemen yanıt vermeyince JİLET
o gece kendisiyle birlikte gelmesini. Çok
eğlenceli, en azından heyecanlı. Polis filan görürse hemen kaçmaları gerekeceğinden
yanında Lale gibi bir gözcünün bulunması iyi. Eve gidip malzemenin geri
kalanını aldıktan sonra çıkıp karşıya. Lale sol omzunu kaldırıp çenesini sağa,
başını sola yatırınca, eve doğru.
Dar
bir sokakta, köşedeki boşluğu kapmış mahalle arası otoparkının karşısında,
eskice bir apartmana. JİLET kendi evini tuhaf renklere. Sprey boyayla
desenler de. Bütüne bakıldığında hiç de fena. Tabii evin temiz olduğunu
söylemek pek mümkün olmasa da, Lale’nin beğendiğini görünce JİLET’in
keyfi yerine. Lale salondaki yeşil kadife kaplı eski kanepeye otururken JİLET içeriden
iki şişe bira. Öbür elinde kare biçiminde renkli küçük kağıtlar. Birini
Lale’ye. İstemeyince o kadar üsteledi ki Lale ışığı kapamasını. JİLET kalkıp
salonun girişine doğru. Işığı kapayıp karanlıkta kanepeye döndüğünde Lale’nin
çoktan üstündekileri çıkarmış olduğunu.
Salon
kanepesindeki sevişmeleri JİLET’e öyle iyi geldi ki, gece yarısına kadar sakin
ve huzurlu birisiymiş gibi. Lale onun bu halini eski halinden daha çok
sevdiğinden midir bilinmez, JİLET yeniden diken üstünde oturur, sürekli hareket
eder ve konuşur olunca bir kez daha sevişmeye. Ne var ki JİLET artık
bir misyon adamı haline.
JİLET çantasını
toplarken Lale reklam panosuna yazacağı yazının çok zaman alacağına onu ikna
edince JİLET yazıyı
evde kağıtlara yazıp bunları panoya yapıştırmaya karar. Hemen salonun orta
yerinde A3 boyutlu kağıtlar kullanarak yazıyı. Yine Lale’nin aklına uyup
“öleceksiniz”i “gebereceksiniz” olarak.
“Sen
mi buldun bu lafı?”
“Bir öykü vardı, ondan ilham aldım. Ama laf
benim.”
Artık
karşıya geçmeleri ve işe koyulmaları. Fakat karınları da acıkmış olduğu için,
Lale mutfakta bulabildiği şeylerle –kurumaya yüz tutmuş sandviç ekmeği,
yumurta, Nutella, turşu- ufak bir sofra. Kapıdan çıkarlarken Lale JİLET’e
fotoğraf makinesinin yanında olup olmadığını. JİLET küfrederek yatak
odasına. Elinde makineyle geri.
Önce
dolmuşla Üsküdar’a, oradan da motorla Beşiktaş’a. Sütlüce’ye yürüyeceklerini
duyunca Lale’nin gözleri. JİLET’in tüm ayak diremelerine karşın, iskelenin önünde
bekleyen taksilerden birine. Sütlüce’ye geldiklerinde, futbol sahasını yüz
metre kadar geçtikten sonra arabadan. JİLET
bambaşka biri. Başında bol kapüşonu, sırtında
çantasıyla birden çevikleşmiş. Sanki geceye ait bir yaratık.
Partinin
il başkanlık binasıyla alışveriş merkezi arasındaki duvarın önüne gelince JİLET yine
ana avrat dümdüz sövmeye. Duvar tertemiz. Bina yöneticileri yazının üstünü. JİLET çocuk
gibi, olmayan taşlara tekmeler savurarak duvarın önünde birkaç kez gidip
geldikten sonra Lale’ye.
“Ben bunu yanlarına bırakır mıyım?”
“Benim bildiğim JİLET mi? Hayatta.”
“Ankara’ya gidip genel merkeze yazarım ulan ben o
yazıyı.”
“Ciddi?”
“Daha da güzelini yaparım. Karşısındaki
binalardan birine çıkıp yazıyı ışıkla duvarlarına yansıtırım.”
“Dev prodüksiyon diyorsun.”
“Biraz kafayı çalıştırıp projelendirmek lazım.
Olmayacak şey değil.”
“Neydi yazı, bir daha söylesene?”
“Güç, çürütür; mutlak güç, mutlaka çürütür.”
“Ve millet bunu okuyunca devrim mi yapacak, nedir
mesele tam?”
“Yapmayacak, ama birilerinin kalkıp o binaya o
yazıyı yazabilecek kadar kafayı kırmış olduğunu görecekler.”
“Yapmakla yazmak arasında fark var sanki. Devrim
denince benim aklıma fiil geliyor.”
“Yahu devrimcilerin olayı illa devrim yapmak
mıdır yani? Devrim yapılabilir inancını canlı tutmak da devrimcilik.”
“Var ya JİLET, seni tanıdığımdan beri ettiğin en aklı başında
laftı bu.”
Sütlüce’den
yine taksiye binip Harbiye’ye. Bu taksi seferleri JİLET’in
kafasını epey. Homurdana homurdana böyle mücadele de müdahale de
yapılamayacağını, jest olsun diye duvar yazan (“duvar yazmak”, tıpkı “at
binmek” gibi) zengin piçlerinden farklarının kalmadığını, biçimle içeriğin
ayrılmazlığını. Taksiden indiklerinde hala. Neyse ki Lale ona reklam panosu
hakkında sorular sormaya başlayınca bir kez daha gece yaratığına.
Abdi
İpekçi Caddesi hala kalabalık ve canlı olduğu için etrafta dolanıp zaman
geçirmeye karar. JİLET Lale’ye panoyu. Uykuları gelmeye başlayınca bir
kafeden koyu koyu kahveler alıp Maçka Parkı’na. Boyalardan, sanattan ve
dünyasından, çağdaş sanat denen meretin kofluğundan ve koleksiyonerlerin
beyinsizliğinden, ama ayrıca ailelerinden, yaşamlarından, parasızlıktan.
Sonra
etraf iyice sessizleşince Abdi İpekçi’ye geri. Apartmanın önüne. Lale damdaki
ışıklı panoya, panodaki siyah beyaz Calvin Klein reklamına gözlerini bir kez
daha.
“JİLET ya, çok güzel fotoğraf bu be.”
“Delirtme
adamı Lale.”
Bu
aşamada, JİLET’in içeriye girmek için bir planı olmadığı
ortaya. Apartman kapısının açık olmasını. Lale apartman kapısı neden açık olsun
diye sorduğunda havanın sıcaklığından dem. JİLET
bunca hazırlık ve bekleyişin boşa gitmesi
olasılığıyla çıldırarak önce bütün zillere basmayı, ardından kapının camını
kırmayı, hatta yandaki ağaçtan dama tırmanmayı. Lale’nin ciddiye almaz gözlerle
onu izlediğini görünce iyice zıvanadan. Apartman giriş merdivenlerinde öylece,
ne yapacaklarını bilmeden otururlarken sokakta sesler. Az sonra önlerinde koca
bir aile. Apartmanın kapıcısı, daha doğrusu görevlisi, karısı, çocukları,
adamın kız kardeşi ya da baldızı, anası ya da kaynanası akşam gezmesinden. Adam
apartmanın sahibiymiş gibi bir edayla JİLET’i ve Lale’yi. Tam oradan kalkmalarını, gidip
başka yere oturmalarını emredecekken Lale öksürmeye, hırlamaya, nefes
alamadığını gösteren hareketler yapmaya. JİLET
de, görevli ailesi gibi ne olduğunu. Neyse ki
Lale, hırıltılar arasında “astım” ve “su” sözcüklerini söylemeyi. Duruma
nihayet uyanan JİLET, arkadaşının astımı olduğunu, krizinin
tuttuğunu, zahmet olmazsa bir bardak su rica edeceklerini. Apartman görevlisi
ve ailesi bu sefer Lale’nin haline üzülerek, acele acele içeri. JİLET
tam kapanmasını engellemek için kapıyı ayağıyla. Gelenler merdivenlerden aşağı
indikten sonra da içeri girip birinci katta, karanlıkta. Görevlinin küçük kızı
az sonra elinde bir bardak suyla. Lale suyu içip teşekkür ettikten sonra
bardağı geri verip ufaklığı evine. Lale kapının önünde beklerken JİLET gelip
onu içeri.
Dama,
asma merdivenden tırmanarak ve demir bir kapağı kaldırarak. Neyse ki kapakta
kilit değil, sürgü. JİLET çantasından A3 kağıtları çıkarıp kiremitlerin
üstüne. Şimdi elindeki tutkalın kapağını açmaya. Lale reklamdaki kızın ne kadar
güzel olduğu hakkında konuşurken JİLET
“Bir”, “gün” ve “hepiniz”i panoya. Dördüncü
kağıda uzanmışken önce bir çıkırtı, ardından hayra alamet olmayan tok bir gümleme.
Dönüp baktığında Lale. JİLET siktir çekerek damdan aşağı. Lale kaldırımda,
sırtüstüyle yüzükoyun arası bir şekle girmiş olarak. Kafasından akan kan
kaldırımı boyamaya. JİLET ertesi gece Kadife Sokak’ta Pusu’ya, sokak
sanatının kanla yazılıp çizilmesi gerektiğini büyük bir hararetle savunduktan
sonra, düzenli olarak o kadar kanın nereden bulunacağı sorusunun yanıtını aramaya.
Şimdiyse damdan aşağı nasıl ineceğini düşünen bir kemancı gibi bir aşağıya, bir
kapağa.
*Tekerleksiz Bisikletler (2012)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
adınızın görünmesini istiyorsanız ama google hesabınız yoksa lütfen yorumunuzun sonuna adınızı ekleyin.