18.11.23

EEH!

 

Feyyaz Yiğit ve Pınar Sabancı’ya

 

 

Devrimci bir ekip var – Başlarında Mucip ve Su. Mucip siyasal bilimci, Su’ysa devlet ihaleleriyle çok büyümüş bir inşaat şirketinin sahibinin kızı – asıl kafası çalışan ve parayı bulan, insanları, etkinlikleri örgütleyen Su; Mucip onun üniversiteden arkadaşı ama daha çok durmayı, hareket edilecekse öncesinde onu didik etmeyi, mümkünse de hareket edilmeyecek noktaya ulaşmayı seven bir adam, dolayısıyla bu iş için tuhaf bir ikililer. Duru güzel ve sağlıklı görünüyor, Mucip döküntü, kilolu, kirli sakallı. Çok baskıcı bir rejimde yaşadıkları için devrim yapmak elbette yasak, itiraz etmek bile yasak.

Mucip’le Su, son ana kadar kimsenin anlamayacağı ama o son an geldiğinde herkesin coşkuyla katılıp otoriter Başkan’ı devirmek üzere eylemlere girişeceği bir darbe planı yapıyor. “EEH!” adında bir sağlıklı yaşam platformu kuruyorlar – Enerji, Esneklik, Hareket Platformu bu, ama tabii halkın “yeter artık!” şeklindeki çok yaygın ama sessizliğe mahkum bırakılmış tepkisini de barındırıyor.

EEH çok güçlü bir televizyon ve sosyal medya (ve var olduğu kadarıyla basılı medya) kampanyası yürütüyor ve hep, sağlık ve uzun ömür mucizesinin açıklanacağı “dev gün”e oynuyor. Bu kampanya, otoriter Başkan’ın da ilgisini çekiyor – 80 yaşlarında, iki büklüm, genellikle tek kelimeyle konuşan, mendebur suratlı bir adam bu, sürekli altına işiyor fakat bunun önlemi alınmıyor – “Başkan’ın uğruna ölürüm” diyen çok geniş halk kitlesinin ve öyle görünmek isteyen ya da zorunda kalan daha dar bir kitlenin benimsediği bir hareket haline gelmiş bu. Herkes her yerde işiyor, herkesin pantolonunun önü ıslak, hatta bu leke bir bağlılık simgesi olarak da görselleştirilmiş, amblemi yapılmış, kurt ya da rabia işareti gibi paylaşılıyor. Su’nun babası Başkan’ın yakınına girmeyi başarmış bir iş adamı olduğu için EEH Başkancı medyadan da büyük destek alıyor, ülkenin her köşesine ana haber bültenlerinde bile ulaşıyor.

EEH’in planı, “dev gün”ün akşamı ülkenin doğusundan batısına yedi şehirde, gökyüzünde “EEH!” yazan iha’lar havalandırmak, sonra da bunları başkente, Başkan’ın sarayına yönlendirmek, daha doğrusu yönlendiriyormuş gibi yapıp belli bir süre sonra Ankara’nın çevresinden yeni bir iha takımını uçurmak, böylece hem yolculuk süresini kısaltmak, hem yolda bir kaza olma olasılığını ortadan kaldırmak, hem de iha’ların hızı üzerinden EEH’e hayranlık kazandırmak. Su’nun sosyal medya ekibi, iha’ların gerçekten İstanbul, İzmir, Antalya, Mardin, Ağrı, Artvin, ve Samsun’dan yola çıktığını ve Ankara’ya kadar gerçekten gittiklerini gösteren videolar üretiyorlar.

İha’lar saraya ulaşıp her yanını sardığı anda Mucip, yeri gizli tutulmuş bir hangarda ya da atıl bir fabrikada, epik bir konuşma yapacak ve halkı sokaklara çağıracak, Başkan’dan ancak hep birlikte hareket edilirse kurtulabileceklerini, pantolonuna işeme meselesinin de artık bokunun çıktığını anlatacak, konuşma 81 ilin sokaklarında naklen yayımlanacak. EEH’in kendi kadroları da ülkenin her yanında sokaklarda çeşitli provokasyonlarla halkı ayaklanmaya teşvik edecek. Mucip’le Su, ayaklanma başladıktan sonra yaşatılmayacaklarını biliyorlar, bu yola baş koymuşlar.

Başkan’ın yanından ayırmadığı adamlarından biri olan, Başkan’ın köyden arkadaşı, parayla pulla ilgilenmeyen, tek gözü kör Edibali, başından beri EEH’ten hoşlanmıyor, burun büküyor, hatta bu işin altından başka bir şey çıkacağını Başkan’a söyleyip duruyor ama Başkan pek dinlemiyor. İstihbarat birimleri Ankara çevresinden kalkan iha’ların Saray’a ulaşacak bir rotada ilerlediklerini belirleyince Saray karışıyor. Kimseden izin alınmamış, devletin haberi yok – bu fazlasıyla küstah bir hareket ve izin verilmesi mümkün değil. Edibali söylenip duruyor. Başkan Su’nun babası Haşmet’i aratıyor ama onun da hiçbir şeyden haberi yok, Başkan’ı yatıştırmaya çalışıyor ama Başkan telefonu suratına kapatıyor, mendebur suratından “İndirin!” emri çıkıyor. İha’ların hemen hepsi saraya ulaşamadan güvenlik güçlerince indiriliyor, yalnızca bir tanesi saraya yaklaşabiliyor, onu da ateş etmeden alıyorlar. Başkan “Getirin!” diyor, iha’yı başkanın huzuruna çıkarıyorlar, Başkan sinirleniyor, “İkisini!” diye bağırıyor.

Mucip bu sırada eski fabrikada, konuşmasının hazırlıklarını yapıyor, epey gergin; Su ise ışıkları söndürülmüş lüks bir ofiste, küçük bir ekiple edit ve yayın işleri için hazır bekliyor. Bir hareketlenme oluyor fabrikadaki çekim ekibinde, herkes önce ufak ufak, sonra seri adımlarla fabrikayı terk ediyor gibi. Mucip durumun farkında değil; birisi yanına gelip “Hocam ekipler geliyormuş haberiniz olsun,” diyor, ama Mucip “İyi iyi,” diyerek konuşmasının provasına devam ediyor, kendi yazdıklarını eleştiriyor, “Bu böyle mi söylenir ya, ne biçim laflar ediyorsun Mucip ya, bu ne?” diyerek kendisine yükleniyor.

Bir anda fabrikanın içi çevik kuvvetle doluyor, Mucip ne oluyor diyemeden paketliyorlar, helikoptere tıkıyorlar, Su da aynı şekilde derdest edilip aynı helikoptere bindiriliyor, saraya götürüyorlar. Mucip, Başkan’ın karşısına çıkarıldığında korkudan pantolonuna işiyor ama Başkan bunu bir saygı işareti olarak alıyor ve suratı biraz yumuşuyor. “Anlat,” diyor Mucip’e. Mucip de hiç siyasi devrim meselelerine girmeden, enerji, esneklik ve hareket temelli yeni sağlık mucizesini anlatmaya başlıyor hiçbir şey olmamış gibi, tam inkarla. Edibali bir süre sonra müdahale ediyor, “Yeme bizi lan, ne sağlık mucizesi, bu adamı devirmeye çalışmıyor musun sen?” diyor, Mucip çok şaşırmayı çok güzel beceriyor, gerçek bir rejim yalakası gibi konuşarak Başkan’ı yanına çekiyor. Başkan diyor ki “Buradasın.” Mucip’in saraydan çıkması, dışarıyla görüşmesi, mesajlaşması yasaklanıyor – artık yalnızca Başkan’a hizmet edecek ve sağlık mucizesini onun üstünde uygulayacak. Su bu konuşma sırasında süklüm püklüm, babası yüzünden de utanıyor herhalde, ama en azından Mucip gibi altına işemiyor. Başkan ona dönüp, salondaki bütün eşyaları parça pinçik etmiş köpeğini azarlar gibi, “Git!” diyor.

Böylece Mucip’in yaşamında beklenmedik ve yepyeni bir dönem başlıyor – çeşitli terapiler uyduruyor, bazen Başkan’ın sağlığı iyiye gidecek gibi olduğunda bu gelişme EEH’in faydası olarak yorumlanıyor, bazense Mucip işi batırıyor, foyasının ortaya çıkmasına ramak kalıyor, ama bir şekilde toparlıyor her seferinde.

Bu esnada Su tek başına, bütün devrim hazırlıkları boşa çıkmış, angaje edilen insanlar ortada kalmış. Mucip’in hayatı söz konusu, o yüzden Enerji-Esneklik-Hareket saçmalığını sürdürüyor. Zaten halktan da büyük talep var, iha gecesi herkes sokaklara çıkmış iha’ların geçişini görmek için, bir şey çıkmayınca da kafalar karışmış, kızanlar olmuş, sosyal medyada epey tepki toplamış EEH. Su bu süreci çok iyi yönetiyor ve sağlık mucizesini medya kanallarında uzmanlara açıklattırıyor, klinikler açılıyor, halk kuyruklara giriyor.

Bu popülerlik Mucip’e belirgin bir saygınlık da kazandırıyor, Başkan sağlıkla ilgili her şeyi, bütün politikaları ona sorar oluyor, Mucip’in saraydan çıkma yasağı kaldırılıyor, sonunda da Mucip’i sağlık bakanı yapıyor. Zaman içinde Mucip, ülkenin en zengin insanlarından biri haline geliyor. Edibali tek gözü açık ölüyor, ölürken hala Mucip diye sayıklıyor. Bu arada Mucip’le Su yeniden bir araya geliyor ve evleniyorlar, ülkenin en ünlü “power couple”ı oluyorlar.

Fakat Mucip’i rahatsız eden bir şey hep var – Başkan’a bu kadar yakınken, sağlığı Mucip’in elindeyken, ufak bir hareketle onu öldürebilecekken bunu yapmamak, devrime ve halkına ihanet etmiş olmak Mucip’i vicdanen çok rahatsız ediyor. Su’yla bu konuyu hiç konuşmamışlar; bir gece Mucip konuyu açacak gibi oluyor ıkına sıkına, ama Su onu susturuyor, böyle bir şeyin delilik olacağını, böyle bir şeye kalkışsa hem başaramayacağını hem de ikisinin anında öldürüleceğini anlatıyor. Mucip “Doğru,” diyor ama bakışlarından ikna olmadığını görüyoruz. Sofradan kalkıyorlar, ışıklı bir Ankara manzarası karşısında oturmuş içkilerini içerler ve telefonlarına bakarlarken Mucip birden “Nooluyor lan!” diyor, ardından Su da “Hassiktir!” diyor, zaten içeriye Mucip’in sağ kolu gelip haberi veriyor: Başkan ölmüş.

Kaçsak mı, kaçabilir miyiz diye sessizce konuşuyorlar mutfakta, çeşmeden akan suyun arkasına saklanarak. Aşağıda kapının önü ekip araçlarıyla doluyor, tepede helikopter dolaşıyor. O sırada Başkan’ın adamlarından biri geliyor ve Mucip’e kapalı bir zarf uzatıyor, “Başkanımızdan,” diyor. Mucip “Allallah, bana mı, emin misin, Başkan bana niye mektup yazsın ya, ayrıca ben sevmem mektup filan, haydaa,” diye söylenerek zarfı açıyor, mektubu çıkarıyor, söylenmeyi kesip okuyor, sonra hafif dikiliyor, başını kaldırıp Su’ya bakıyor. Jack Hylton ve Orkestrası’ndan “Happy Days Are Here Again” duyuluyor.

SON

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

adınızın görünmesini istiyorsanız ama google hesabınız yoksa lütfen yorumunuzun sonuna adınızı ekleyin.