Kısa yanıt: Megaloman bir okurdur.
Açmam gerekirse: Bir insan neden yayıncı olur, yani hasbelkader ya da geçim derdi gibi nedenlerin dışında, bilerek ve isteyerek, neden? Çünkü kitabı çok sever, içerik ve nesne olarak, bazı kitapları da diğerlerinden daha çok sever, ama normal bir okur gibi bununla yetinmez, sevdiği birkaç insanla bu duygusunu paylaşmakla da yetinmez; kendisini mükemmel okur olarak görür ve beğenisini tüm diğer okurlara sunma zorunluluğu hisseder. “Benim okumam yetmez, herkes okumalı”dır bu, ama mesela kent meydanına beğendiği kitapların listesini asmakla, sosyal medyada paylaşmakla iştahı körelmez, sahip olması gerekir metne, nesne olarak üretmesi, yeniden-üretmesi gerekir. Bu noktada okurluğun sınırlarını aşar, megalomanisi onu yayıncı yapar: “Başkası yayımlayamaz, bunu en iyi ben yayımlarım”dır bu aynı zamanda.
Tabii bu bir “ideal tip”; yayıncılar bu tipten ibaret değil; yayıncılık sadece metin aşkına yapılmıyor. Buradaki ayrımı yine okur tipleri üzerinden yapabiliriz belki; bazı kitaplar tüketilmek için yayımlanır, hedefi de “tüketici”dir, bazı kitaplarsa okunup saklansın, yeniden okunsun, hep hatırlansın diye yayımlanır, onların hedefi de “okur”dur. Bu iki yayıncılık faaliyetinin yapılma biçimleri, beklentileri vs. de birbirinden farklıdır haliyle. Yine de tüketici için kitap üretmekle tüketici için örneğin buzdolabı ya da makarna üretmek arasında ciddi bir fark var; bu fark da yayıncılığı zor bir endüstri kolu yapan şeydir. Bu tür yayıncılıkta kitap tek bir ürün değildir, her kitap ayrı bir üründür, birbirine hiç benzemeyen şekillerde tüketilirler, genelleme yapmayı, “trend” belirlemeyi zorlaştıran bir durumdur bu. Neyin çok satacağını önceden kestirmek genellikle mümkün olmaz; siz hesap kitap yaparken başka bir yayıncı bambaşka bir kitap yapıverir, üstelik çok satacağını düşünmüyor da olabilir, ama bir bakmışsınız bütün dünya o kitabı konuşuyor.
Yayıncılıkta iyi para olduğunu düşünen büyük şirketler, hatta dev holdingler bütün dünyada var; buzdolabı üreticisi bir şirkete nasıl bakıyorsa bünyelerindeki yayın şirketine de öyle bakıyorlar; her yıl karını en az yüzde 15 artırmasını bekliyorlar örneğin. Yayıncılık pek öyle işlemiyor oysa; böyle bir artış sürekliliği sağlamak genellikle ancak transferlerle ve riskli yatırımlarla (henüz yazılmamış, proje aşamasındaki bir kitaba büyük avanslar vererek) mümkün oluyor. Yapılan araştırmalar, uzun vadede bu tür hamlelerin yaklaşık yüzde 80 oranında geri dönmediğini gösteriyor Amerika’da.
Tarihsel süreçte bunu gören dünya devi yayınevlerinin, küçük, hatta butik yayınevlerini satın alarak büyümeye çalıştığını görüyoruz. Batıdaki en büyük yayınevlerinin toplam kitap üretimindeki payı giderek artıyor, başka bir deyişle kitapların büyük bir kısmı giderek daha az sayıda yayınevi tarafından yayımlanır hale geliyor. Eğer büyük yayınevi, butik yayınevini de “yüzde 15 kar artışı” mantığıyla yönetmeye kalkarsa, butik yayınevi kimliğini kaybediyor, yazar kaybediyor, sonunda da okur kaybediyor. Dolayısıyla büyük yayınevi, butik yayınevinin butikliğine dokunmamaya çalışıyor, düşük (çok düşük) kar oranına razı oluyor; bu oran düşük olduğu için de sürekli yeni butik yayınevleri almak zorunda kalıyor.
Bu kadar satış-pazarlama, maliyet-kar konuşmak, yayıncıyı bozar. İyi yayıncı butik yayıncıdır, butik kalmayı bilen, Zara olmaya çalışmayan yayıncıdır. Megalomaniye dönelim.
Megaloman okurun megalomanisi ona yalnızca okuma konusunda yetkinlik bahşetmez öte yandan, orada duramaz; nasıl yazılması gerektiği konusunda da yetkinleşir. Bu da yayıncıyı, iyi metni keşfeden kişi olmanın, burnu iyi koku alan kişi olmanın ötesine geçirir, iyi metni üreten, üretmese de üreticiyi doğru yönlendiren, orta kulağı -yani metin içi denge duygusu- çok gelişmiş kişi haline getirir. Cevheri ortaya çıkarmakla övünür yayıncı, işler, parlatır, sonra da kadifeler içinde okuruna sunar. İyi bir yazar bulduğunda nasıl heyecanlanıyorsa, yazarla birlikte çalışıp iyi bir metni müthiş bir metin haline getirdiğinde de öyle mutlu olur.
Son olarak bu megalomani, kitabın bir nesne olarak en iyi biçimde tasarlanmasına da uzanır; yayıncının en büyük ihtiraslarından biri de, benzersiz güzellikte nesneler yaratmaktır. Göz kamaştıran, dokunma isteği uyandıran, içerikle ilgili kavrayışın kusursuz bir zeka kıvraklığıyla görselleştirildiği tasarımlar, megaloman okuru megaloman koleksiyonere dönüştürür.
Anlamışsınızdır: Gerçek yayıncılar tuhaf insanlardır. En normal görünenine bile güven olmaz.
(YAY-POP Visual Editions)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
adınızın görünmesini istiyorsanız ama google hesabınız yoksa lütfen yorumunuzun sonuna adınızı ekleyin.