ismail'e.
Serçe gerçek bir İstanbulluydu – cesurdu bir kere, cesaret de buradaki en önemli malzemeydi. Yeni gelen herkes, şehirde geçirdiği ilk gece bir ses duyardı – “Cesur musun? Burada olacak, burada kalacak, buradan kaçmayacak kadar cesur musun?” Korkulan şey herkes için farklıydı – bazıları şehrin hızından, bazıları yaklaşmakta olan felaketten, bazılarıysa şehrin zamanını onlarla birlikte kateden yolcu kardeşlerinden korkardı. Bu soruya içtenlikle evet diyebilenler kalabiliyordu şehirde, o sesi de artık duymaz oluyorlardı. Belli ki serçe bu sınavı uzun zaman önce başarıyla vermişti. Yanıbaşındaki martının kanat açıklığından ya da güvercinin ciğer dolusu guklamasından zerrece çekinmiyordu. Kedileri, köpekleri kolayca dehşete düşüren karganın karanlık zekası bile etkilemiyordu onu. Serçeyi yerdeki kırıntıları gagalarken görebilirdiniz – çay bahçesi olabilirdi burası, bir yan sokak ya da iskele de olabilirdi; çevresindeki diğer kuşlara, aslından daha büyük boyutta, şüpheli birer sanat yapıtı muamelesi yapıyordu, saygı gösteriyor ama aslında hiç ilgilenmiyordu. Zeki olmasına zekiydi –bunu anlamak için gözlerine bakmak yeterdi- ama yine de bir incinirliği vardı; yuvasını, şehirde yaşayan insanların balkonlarına yapma riskini göze alıyordu. Tuhaftı bu – örneğin martılar, ancak suyun üstünde uçarken, atılan lokmaları yakalamak için vapurların peşinden giderken yaklaşıyordu insanlara – orası onların bölgesiydi. Kargalar damları yeğliyordu, yukarıdan attıkları cevizleri almak için iniyorlardı aşağıya yalnızca. Güvercinlerse yerdeyken mutlaka büyük gruplar halinde oluyordu – onları besleyenleri bir güruh olarak karşılıyorlardı. Oysa serçe, tek başına dolaşmaktan hiç çekinmiyordu. Kalbi hızlı hızlı atıyordu elbette, ama işte orada, yan yan size bakarken görebiliyordunuz onu; bu kalp atışı, cesaretine bir miktar korkunun bulaşmış olabileceğini düşündürüyordu insana, ama bu, bakanda yarattığı sevecenliğin yansıması da olabilirdi. Diğer bütün kuşlar, İstanbul’un gerçek sahibi olmakla övünüyordu, ama mezar taşına bu yazıyı yazdırmayı yalnızca serçe hak ediyordu, serçeden başkası değil.
bugün daha şunu düşünmüştüm: neden siyasette şahinlar versus güvercinler olarak konuyor hikaye de serçeler diye bir kategori yok! içten içe kuşkulandığım cevap şu oldu: bu kavramlaştırmaların ilk yapıldığı ülkelerde serçe yoktu! ama istanbul'dan konuşan biri kolaylıkla meseleyi şahinler versus serçeler diye koymak isteyebilirdi. hoş, İstanbullunun siyaseti kuşlarla okuması daha da karmaşık olabilir, şimdi bu metni de düşününce. insana yaklaşanlar, yaklaşmayanlar, siyasetin martıları, kargaları, güvercinleri ve serçeleri!...
YanıtlaSilanlamlıydı; özellikle bugün, şimdi, biliyorum gelecekte de bir şeyler birikecek bu metne.
YanıtlaSil