hazır anayasa konusu önümüzdeki dönem gündeminin ana maddesi haline gelmişken, 2007'de radikal'de yayımlanan ve bize bir senato gerektiğini öne süren yazımı yeniden ısıtayım dedim - o zaman okumuş olanların hoşgörüsüne sığınarak. ("senato öldürür" konulu yandaki resmi de önce ben kullanayım da itirazcılara kalmasın!)
* * *
Hukuk
kurallarının zorlanmasıyla kesilen son cumhurbaşkanlığı seçimi, Türkiye’deki parlamenter
sistemin bazı aksaklıklarını yeniden gündeme getirdi, yasama ve yürütmenin iç
dengelerini yeniden sorgulamaya açtı. Bu sorgulamada daha çok cumhurbaşkanının
yetkileri ele alındı; 1982 Anayasası’yla genişletilen bu yetkilerin sorun
yarattığı, 1961 Anayasası’ndaki yetki ve görev tanımına dönülürse
cumhurbaşkanlığının büyük oranda simgesel bir makam haline geleceği ve bu kadar
tartışılmayacağı vurgulandı.
Bu analiz büyük oranda doğruydu. Cumhurbaşkanının
yetkileri konusunda 1961 ve 1982 Anayasaları arasındaki en belirgin fark,
ikincisinde cumhurbaşkanına çok önemli bazı devlet kurumlarının yöneticilerini
(1961 Anayasası’nda belirtilenlere ek olarak örneğin üniversite rektörlerini,
YÖK üyelerini, Anayasa Mahkemesi üyelerini, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısını,
Danıştay üyelerini, Devlet Denetleme Kurulu üyelerini ve başkanını, Askeri
Yargıtay üyelerini, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi üyelerini, Hakimler ve
Savcılar Yüksek Kurulu üyelerini) seçme ya da atama yetkisinin verilmesiydi. Bu
yetkilerin tek elde toplanması, partizan ve “sorumsuz” bir cumhurbaşkanının
kendi partisine Meclis dışında da ciddi bir güç sağlamasına yol açabilecekti.
Bu yetkilerin daraltılması, söz konusu kurumların iç demokrasilerini işletebilmeleri
açısından da önemliydi: Üniversite rektörlerinden oluşan ve üniversitelerarası
eşgüdümle ilgilenmesi beklenen bir kurumun kendi başkanını seçemeyeceğini düşünmek,
hem demokrasiye, hem de üniversitelere inançsızlık demekti.
Aydın Düşmanlığı
Ne
var ki mevcut parlamenter sistemin tek aksaklığı bu değildi, belki en ciddisi
bile değildi. 1982 Anayasası’nın TBMM bünyesinde yaptığı en önemli değişiklik,
Cumhuriyet Senatosu’nun kaldırılması ve iki meclisli bir yapıdan tek meclisli
yapıya geçilmesiydi. Bu yalnızca yasamayla ilgili pratik ve biçimsel bir
değişiklik olmanın çok ötesindeydi ve ideolojik bir gerekçe de barındırıyordu.
Bu ideolojik gerekçe, Türkiye’de aydınlara duyulan güvensizlikten ve kimi
durumlarda düşmanlıktan besleniyordu. Siyaset kuramında iki meclisli
parlamenter sistem, halkın temsilcilerinden oluşan birinci meclisin
kararlarının; akademisyenler, bürokratlar, iş adamları, yöneticiler, kanaat liderleri,
yazarlar, sanatçılar, asker kökenliler gibi aydınlardan oluşan ve yine halk
tarafından seçilen ikinci bir meclis tarafından denetlenmesini öngörür. 1961
Anayasası’nı yapanlar, ülke yönetiminde aydınların söz sahibi olmasını sağlamak
gerektiğini düşünürken, 1982 Anayasası’nı yapanlar, 1980 öncesi buhranın
faturasını aydınlara kesmiş, onların mümkün olduğunca safdışı bırakılması gerektiğine
karar vermiş gibiydi.
Bu kararın sonuçları da, 1987 seçimlerinden
bu yana net bir şekilde görülegeldi. Partiler aday belirleme döneminde
“vitrin”lerini düzenlerken türkücüsünden sporcusuna çeşitli konu mankenlerini
öne çıkardı, ama “aydın” olarak nitelendirilebilecek isimlerden özenle
kaçınmayı marifet saydı. Bu tepkinin yalnızca parti yönetimlerine özgü olduğunu
söylemek güç: 1980 sonrasında “halktan kopukluğu” iyice artan, politikaya
tiksintiyle bakan aydınlar, seçmen nezdinde de pek matah sayılmaz oldu. Özal
döneminde en büyük öncelik haline gelen ve toplumun tüm kesimlerini saran
materyalist değerler, entelektüel birikimi, toplum için bireysel özveriyi,
idealizmi bir kenara iterken, bunların öznesi sayılabilecek aydının
saygınlığını da yerle bir etti. Kinisizm çağında halkın aydına gereksinimi
kalmamıştı.
Senatonun Yararları
Ne
var ki bu durum, Türkiye’nin yararına değil. Alanında öne çıkmış, aydın bakışlı
insanların ülke yönetiminde rol almalarını sağlamak, “halk iradesi”nin üstüne
“seçkinler iradesi”ni koymak olarak algılanmamalı. Ülke yönetiminde, her biri
ortalama 40 bin kişinin sözcük anlamıyla “vekil”i olan kişilerden oluşan bir Millet
Meclisi’nin varlığı çok önemli elbette; ama dar ve yerel bir seçmen kitlesinin
sorun ve çıkarlarının ötesine geçebilecek, ülkeye ve dünyaya daha geniş bir
açıdan bakabilecek, kendi uzmanlığını ülke yararına sunacak, her biri Cumhurbaşkanı
olabilecek niteliklere sahip kişilerden oluşacak bir Senato’nun varlığı da bir
o kadar önemli. Türkiye, aydınlarını dinlememeyi bir lüks değil, bir bahtsızlık
olarak görmeli.
İki yapılı parlamenter sisteme dönmenin ve
bir “Türkiye Senatosu” kurmanın başka yararlarından da söz edilebilir.
Birincisi, Cumhurbaşkanına “Meclisi ve
hükümeti denetleme”de çok daha az görev düşecek ve bu da söz konusu makamı daha
az tartışmalı bir hale getirecek. İkincisi, Millet Meclisi’nin denetimi, yine
halk tarafından seçilmiş, üstelik çoğulcu bir yapısı olan bir Senato tarafından
gerçekleştirileceği için, daha sağlıklı olacak. Üçüncüsü, bu sayede aslında
Senato’da olması gereken kişileri Millet Meclisi’ne sokmak zorunluluğu ortadan
kalkacak, böylece hem Millet Meclisi’nin “temsiliyet” niteliği artacak, hem de
parti yönetimleri, bu adayları merkez kontenjanından listeye sokmak zorunda
kalmayacağından, parti içi demokrasi daha çok işleyecek.
Bu noktada, böyle bir Senato’nun yine de gerekli
olmadığını, “ne idüğü belirsiz” birtakım “aydın”lara senatörlük verilmese de
Millet Meclisi’ne seçilerek gelenlerin demokratik bir yönetim için gayet
yeterli olduğunu söyleyecekler çıkabilir. Buna verecek üç yanıtım var: Birincisi
bilgi ve muhakemeyle; ikincisi “temsil” kavramıyla; üçüncüsüyse hukuksal
denetimin ötesinde siyasal denetim ve demokrasinin özünü oluşturan zengin
tartışma platformuyla ilgili.
Bilgi ve Muhakeme
Gündelik
hayatta pek çok konuda, doğru karar verebilmek için bilgiye ve muhakemeye
ihtiyacımız oluyor, ama bugünkü dünyada bu ikisine birden sahip olabildiğimiz
alanlar giderek daralıyor. Beyninde tümör çıkan bir insanın aklına,
imam-hatipli x'e ya da bakkal y’ye gitmek gelmez. Bilgisine ve muhakemesine
güvenebileceği uzman doktorlara gider – bir değil, mümkünse birkaç doktora, çünkü
bilgi mutlak olmadığı gibi, muhakeme de ancak karşılaştırmalı olarak
değerlendirildiğinde iyi olup olmadığı anlaşılan birşeydir.
İş
ülke yönetimine, siyasete, "70 milyonun kaderini yönlendirme"ye
geldiğinde çok daha rahatız. Yanlış anlaşılmak istemem: "Siyaset yalnızca
uzmanların yapabileceği bir iştir, cahil halk yerini bilsin, kenarda otursun,
ona söyleneni kabul etsin" demiyorum kesinlikle. Millet Meclisi’ndeki herhangi
bir milletvekilinin önüne a ve b seçenekleri konduğunda ve sonuçları tüm
ayrıntısıyla açıklandığında, akıllıca bir seçim yapmayacağını; yani
muhakemesinin kötü olacağını düşünmemiz için bir neden yok. Ama Meclis'e
gelecek her konuda, seçeneklerin a ve b'yle sınırlı olmadığını düşünebilir mi,
c ve d seçeneklerini üretebilir mi, bu dört seçeneğin sonuçlarını kendi başına
ayrıntılandırabilir mi, işin içine kişisel çıkar sokmadan durabilir mi, çok
emin değilim. Türkiye demokrasisiyle olan kişisel deneyimimiz, bu konuda
iyimserlik göstermemizi zorlaştırıyordur herhalde.
“Temsil” Sorunu
Denebilir
ki, "Tek başına bir milletvekili bu sayılanları yapamayabilir, o yüzden
zaten 550 milletvekili seçiliyor, birbirlerini tamamlamaları isteniyor."
Bunda da doğruluk payı var, akıl akıldan üstün olduğu gibi, kolektif akıl da
genelde bireysel akıldan üstündür (güçlü ama tek bir cumhurbaşkanı yerine,
güçlü senato ve zayıf cumhurbaşkanı seçeneğini biraz da bu yüzden öne
sürüyorum). Ama burada, Millet Meclisi'nin yapısından kaynaklanan bir kaygım
var: "Temsil" kavramını problemli buluyorum. Yine örnek babında, Rizeli
fındık üreticisini temsil eden milletvekillerinin, fındık fiyatı ve devletin
fındık alımı konusunda, Türkiye'nin daha geniş perspektifli çıkarlarını ve
önceliklerini gözetebileceğinden, hatta bunları saptayabileceğinden emin değilim.
Bu milletvekilleri, gerekli bilgiye ve muhakeme gücüne sahip olsalar da bunun
gereğini yerine getiremeyebilir diyorum. Örneğin "üreticiyi değil, tüketiciyi
korumaya öncelik vermeliyiz" gibi bir ilke, hangisinin beyninde
çınlayabilir, bunun sonuçlarından nasıl doğru politikalar üretebilirler,
bilmiyorum.
Dolayısıyla
elitizmle popülizm arasında, kitlelerden korkmakla aydınlardan korkmak arasında
bir orta yol bulunması gerekir, çünkü kitlelerden de, aydınlardan da
yararlanmak bu ülkenin hakkı. Burada demokrasinin zedelenmesi ve yarı-korporatist
bir “aydın sultası” altına sokulması değil, tam tersine zenginleştirilmesi ve
çok daha kapsamlı bir şekilde işlemesinden söz ediyorum.
Siyasal Denetim ve
Tartışma Platformu
Temsili
demokrasinin sorunlarından biri de, yürütmenin ve yasamanın gerçekleştirdiği
icraatın o anda kurumsal olarak yalnızca hukuksal bazda denetlenebilmesi
(örneğin Anayasa Mahkemesi). Oysa bir Senato, bunun ötesinde siyasal bir
denetim getirecektir, hükümet politikalarını gündelik siyaset kısıtlarının
ötesinde ele alarak tartışma alanını genişletecektir, kamuoyuna yeni görüşler,
seçenekler, muhakemeler getirerek demokrasinin özüne hizmet edecektir. Bunu
yapacak insanlar da yine halkın oyuyla Senato'ya gireceği için, seçkinlerin
kendi erklerini besleyeceği ve sürekli kılacağı bir durum ortaya çıkmayacaktır.
Senatör Seçimi
1961
Anayasası, 150’si seçimle gelen, 15’i Cumhurbaşkanı’nca seçilen 165 senatörden
oluşan bir Senato öngörüyordu (27 Mayıs darbesini yapanların “tabii
senatörlüğü”nü burada konu dışı tutabiliriz). Bugünkü koşullarda doğrudan
halkoyuyla seçilecek, cumhurbaşkanı olma yeterliliğine sahip 200 kişilik bir
Türkiye Senatosu düşünülebilir; 1961 Anayasası’nda olduğu gibi senatörler 6 yıl
için seçilebilir (ama bir kereliğine seçilmeleri daha doğru olur); dört yılda
bir Senato’nun üçte ikisi yenilenebilir (burada önemli olan, milletvekili
seçimleriyle senatör seçimlerinin aynı zamana denk gelmesinden kaçınılmasıdır).
Bu senatörlerin seçiminde iki noktayı daha göz önünde bulundurmak gerekir:
1-Bağımsızların adaylığının kolaylaştırılması (örneğin 10 bin imza toplayan ve
adaylık ücretini yatıranların senatör adayı olabilmesi), 2-Partilere değil,
bizzat adaylara oy verilmesi (her seçim bölgesinin senatör adaylarının tümünün,
partilere göre gruplandırılarak da olsa oy pusulalarına yazılması ve
seçmenlerin, bölgeden çıkacak senatör sayısı kadar adayın adını işaretlemesi);
hatta belki bir adım ileri giderek, senatör seçilenlerin varsa partileriyle
ilişkilerinin kesilmesi.
Entelektüelden
Aydına
Türkiye
Senatosu ve Millet Meclisi’nden oluşacak bir TBMM, sistemin hızlı çalışmasını
sağlayacak düzenlemelerle, küreselleşme döneminin karmaşık koşulları bağlamında
Türkiye’nin yararını çok daha iyi gözetebilecek, ufkunu dar siyasal hesapların
ötesine taşıyabilecek bir yapı olarak öne çıkabilir. Bu hem siyasal partilerin
ve kitlelerin “aydın alerjisi”ni aşmanın bir yolu olabilir, hem de aydınların,
kendi işlerini iyi yapan, entelektüel birikime sahip bireyler olmanın ötesine
geçerek, ülkeleri adına politikaya atılmalarını, yani gerçekten “aydın”
olmalarını sağlayabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
adınızın görünmesini istiyorsanız ama google hesabınız yoksa lütfen yorumunuzun sonuna adınızı ekleyin.