2.10.11

yeni anayasada yeni senato


hazır anayasa konusu önümüzdeki dönem gündeminin ana maddesi haline gelmişken, 2007'de radikal'de yayımlanan ve bize bir senato gerektiğini öne süren yazımı yeniden ısıtayım dedim - o zaman okumuş olanların hoşgörüsüne sığınarak. ("senato öldürür" konulu yandaki resmi de önce ben kullanayım da itirazcılara kalmasın!)

* * *

Hukuk kurallarının zorlanmasıyla kesilen son cumhurbaşkanlığı seçimi, Türkiye’deki parlamenter sistemin bazı aksaklıklarını yeniden gündeme getirdi, yasama ve yürütmenin iç dengelerini yeniden sorgulamaya açtı. Bu sorgulamada daha çok cumhurbaşkanının yetkileri ele alındı; 1982 Anayasası’yla genişletilen bu yetkilerin sorun yarattığı, 1961 Anayasası’ndaki yetki ve görev tanımına dönülürse cumhurbaşkanlığının büyük oranda simgesel bir makam haline geleceği ve bu kadar tartışılmayacağı vurgulandı.
            Bu analiz büyük oranda doğruydu. Cumhurbaşkanının yetkileri konusunda 1961 ve 1982 Anayasaları arasındaki en belirgin fark, ikincisinde cumhurbaşkanına çok önemli bazı devlet kurumlarının yöneticilerini (1961 Anayasası’nda belirtilenlere ek olarak örneğin üniversite rektörlerini, YÖK üyelerini, Anayasa Mahkemesi üyelerini, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısını, Danıştay üyelerini, Devlet Denetleme Kurulu üyelerini ve başkanını, Askeri Yargıtay üyelerini, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi üyelerini, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelerini) seçme ya da atama yetkisinin verilmesiydi. Bu yetkilerin tek elde toplanması, partizan ve “sorumsuz” bir cumhurbaşkanının kendi partisine Meclis dışında da ciddi bir güç sağlamasına yol açabilecekti. Bu yetkilerin daraltılması, söz konusu kurumların iç demokrasilerini işletebilmeleri açısından da önemliydi: Üniversite rektörlerinden oluşan ve üniversitelerarası eşgüdümle ilgilenmesi beklenen bir kurumun kendi başkanını seçemeyeceğini düşünmek, hem demokrasiye, hem de üniversitelere inançsızlık demekti.

Aydın Düşmanlığı
Ne var ki mevcut parlamenter sistemin tek aksaklığı bu değildi, belki en ciddisi bile değildi. 1982 Anayasası’nın TBMM bünyesinde yaptığı en önemli değişiklik, Cumhuriyet Senatosu’nun kaldırılması ve iki meclisli bir yapıdan tek meclisli yapıya geçilmesiydi. Bu yalnızca yasamayla ilgili pratik ve biçimsel bir değişiklik olmanın çok ötesindeydi ve ideolojik bir gerekçe de barındırıyordu. Bu ideolojik gerekçe, Türkiye’de aydınlara duyulan güvensizlikten ve kimi durumlarda düşmanlıktan besleniyordu. Siyaset kuramında iki meclisli parlamenter sistem, halkın temsilcilerinden oluşan birinci meclisin kararlarının; akademisyenler, bürokratlar, iş adamları, yöneticiler, kanaat liderleri, yazarlar, sanatçılar, asker kökenliler gibi aydınlardan oluşan ve yine halk tarafından seçilen ikinci bir meclis tarafından denetlenmesini öngörür. 1961 Anayasası’nı yapanlar, ülke yönetiminde aydınların söz sahibi olmasını sağlamak gerektiğini düşünürken, 1982 Anayasası’nı yapanlar, 1980 öncesi buhranın faturasını aydınlara kesmiş, onların mümkün olduğunca safdışı bırakılması gerektiğine karar vermiş gibiydi.
Bu kararın sonuçları da, 1987 seçimlerinden bu yana net bir şekilde görülegeldi. Partiler aday belirleme döneminde “vitrin”lerini düzenlerken türkücüsünden sporcusuna çeşitli konu mankenlerini öne çıkardı, ama “aydın” olarak nitelendirilebilecek isimlerden özenle kaçınmayı marifet saydı. Bu tepkinin yalnızca parti yönetimlerine özgü olduğunu söylemek güç: 1980 sonrasında “halktan kopukluğu” iyice artan, politikaya tiksintiyle bakan aydınlar, seçmen nezdinde de pek matah sayılmaz oldu. Özal döneminde en büyük öncelik haline gelen ve toplumun tüm kesimlerini saran materyalist değerler, entelektüel birikimi, toplum için bireysel özveriyi, idealizmi bir kenara iterken, bunların öznesi sayılabilecek aydının saygınlığını da yerle bir etti. Kinisizm çağında halkın aydına gereksinimi kalmamıştı.


Senatonun Yararları
Ne var ki bu durum, Türkiye’nin yararına değil. Alanında öne çıkmış, aydın bakışlı insanların ülke yönetiminde rol almalarını sağlamak, “halk iradesi”nin üstüne “seçkinler iradesi”ni koymak olarak algılanmamalı. Ülke yönetiminde, her biri ortalama 40 bin kişinin sözcük anlamıyla “vekil”i olan kişilerden oluşan bir Millet Meclisi’nin varlığı çok önemli elbette; ama dar ve yerel bir seçmen kitlesinin sorun ve çıkarlarının ötesine geçebilecek, ülkeye ve dünyaya daha geniş bir açıdan bakabilecek, kendi uzmanlığını ülke yararına sunacak, her biri Cumhurbaşkanı olabilecek niteliklere sahip kişilerden oluşacak bir Senato’nun varlığı da bir o kadar önemli. Türkiye, aydınlarını dinlememeyi bir lüks değil, bir bahtsızlık olarak görmeli.
İki yapılı parlamenter sisteme dönmenin ve bir “Türkiye Senatosu” kurmanın başka yararlarından da söz edilebilir. Birincisi,  Cumhurbaşkanına “Meclisi ve hükümeti denetleme”de çok daha az görev düşecek ve bu da söz konusu makamı daha az tartışmalı bir hale getirecek. İkincisi, Millet Meclisi’nin denetimi, yine halk tarafından seçilmiş, üstelik çoğulcu bir yapısı olan bir Senato tarafından gerçekleştirileceği için, daha sağlıklı olacak. Üçüncüsü, bu sayede aslında Senato’da olması gereken kişileri Millet Meclisi’ne sokmak zorunluluğu ortadan kalkacak, böylece hem Millet Meclisi’nin “temsiliyet” niteliği artacak, hem de parti yönetimleri, bu adayları merkez kontenjanından listeye sokmak zorunda kalmayacağından, parti içi demokrasi daha çok işleyecek.
Bu noktada, böyle bir Senato’nun yine de gerekli olmadığını, “ne idüğü belirsiz” birtakım “aydın”lara senatörlük verilmese de Millet Meclisi’ne seçilerek gelenlerin demokratik bir yönetim için gayet yeterli olduğunu söyleyecekler çıkabilir. Buna verecek üç yanıtım var: Birincisi bilgi ve muhakemeyle; ikincisi “temsil” kavramıyla; üçüncüsüyse hukuksal denetimin ötesinde siyasal denetim ve demokrasinin özünü oluşturan zengin tartışma platformuyla ilgili.

Bilgi ve Muhakeme
Gündelik hayatta pek çok konuda, doğru karar verebilmek için bilgiye ve muhakemeye ihtiyacımız oluyor, ama bugünkü dünyada bu ikisine birden sahip olabildiğimiz alanlar giderek daralıyor. Beyninde tümör çıkan bir insanın aklına, imam-hatipli x'e ya da bakkal y’ye gitmek gelmez. Bilgisine ve muhakemesine güvenebileceği uzman doktorlara gider – bir değil, mümkünse birkaç doktora, çünkü bilgi mutlak olmadığı gibi, muhakeme de ancak karşılaştırmalı olarak değerlendirildiğinde iyi olup olmadığı anlaşılan birşeydir.

İş ülke yönetimine, siyasete, "70 milyonun kaderini yönlendirme"ye geldiğinde çok daha rahatız. Yanlış anlaşılmak istemem: "Siyaset yalnızca uzmanların yapabileceği bir iştir, cahil halk yerini bilsin, kenarda otursun, ona söyleneni kabul etsin" demiyorum kesinlikle. Millet Meclisi’ndeki herhangi bir milletvekilinin önüne a ve b seçenekleri konduğunda ve sonuçları tüm ayrıntısıyla açıklandığında, akıllıca bir seçim yapmayacağını; yani muhakemesinin kötü olacağını düşünmemiz için bir neden yok. Ama Meclis'e gelecek her konuda, seçeneklerin a ve b'yle sınırlı olmadığını düşünebilir mi, c ve d seçeneklerini üretebilir mi, bu dört seçeneğin sonuçlarını kendi başına ayrıntılandırabilir mi, işin içine kişisel çıkar sokmadan durabilir mi, çok emin değilim. Türkiye demokrasisiyle olan kişisel deneyimimiz, bu konuda iyimserlik göstermemizi zorlaştırıyordur herhalde.

“Temsil” Sorunu
Denebilir ki, "Tek başına bir milletvekili bu sayılanları yapamayabilir, o yüzden zaten 550 milletvekili seçiliyor, birbirlerini tamamlamaları isteniyor." Bunda da doğruluk payı var, akıl akıldan üstün olduğu gibi, kolektif akıl da genelde bireysel akıldan üstündür (güçlü ama tek bir cumhurbaşkanı yerine, güçlü senato ve zayıf cumhurbaşkanı seçeneğini biraz da bu yüzden öne sürüyorum). Ama burada, Millet Meclisi'nin yapısından kaynaklanan bir kaygım var: "Temsil" kavramını problemli buluyorum. Yine örnek babında, Rizeli fındık üreticisini temsil eden milletvekillerinin, fındık fiyatı ve devletin fındık alımı konusunda, Türkiye'nin daha geniş perspektifli çıkarlarını ve önceliklerini gözetebileceğinden, hatta bunları saptayabileceğinden emin değilim. Bu milletvekilleri, gerekli bilgiye ve muhakeme gücüne sahip olsalar da bunun gereğini yerine getiremeyebilir diyorum. Örneğin "üreticiyi değil, tüketiciyi korumaya öncelik vermeliyiz" gibi bir ilke, hangisinin beyninde çınlayabilir, bunun sonuçlarından nasıl doğru politikalar üretebilirler, bilmiyorum.

Dolayısıyla elitizmle popülizm arasında, kitlelerden korkmakla aydınlardan korkmak arasında bir orta yol bulunması gerekir, çünkü kitlelerden de, aydınlardan da yararlanmak bu ülkenin hakkı. Burada demokrasinin zedelenmesi ve yarı-korporatist bir “aydın sultası” altına sokulması değil, tam tersine zenginleştirilmesi ve çok daha kapsamlı bir şekilde işlemesinden söz ediyorum.

Siyasal Denetim ve Tartışma Platformu
Temsili demokrasinin sorunlarından biri de, yürütmenin ve yasamanın gerçekleştirdiği icraatın o anda kurumsal olarak yalnızca hukuksal bazda denetlenebilmesi (örneğin Anayasa Mahkemesi). Oysa bir Senato, bunun ötesinde siyasal bir denetim getirecektir, hükümet politikalarını gündelik siyaset kısıtlarının ötesinde ele alarak tartışma alanını genişletecektir, kamuoyuna yeni görüşler, seçenekler, muhakemeler getirerek demokrasinin özüne hizmet edecektir. Bunu yapacak insanlar da yine halkın oyuyla Senato'ya gireceği için, seçkinlerin kendi erklerini besleyeceği ve sürekli kılacağı bir durum ortaya çıkmayacaktır.  

Senatör Seçimi
1961 Anayasası, 150’si seçimle gelen, 15’i Cumhurbaşkanı’nca seçilen 165 senatörden oluşan bir Senato öngörüyordu (27 Mayıs darbesini yapanların “tabii senatörlüğü”nü burada konu dışı tutabiliriz). Bugünkü koşullarda doğrudan halkoyuyla seçilecek, cumhurbaşkanı olma yeterliliğine sahip 200 kişilik bir Türkiye Senatosu düşünülebilir; 1961 Anayasası’nda olduğu gibi senatörler 6 yıl için seçilebilir (ama bir kereliğine seçilmeleri daha doğru olur); dört yılda bir Senato’nun üçte ikisi yenilenebilir (burada önemli olan, milletvekili seçimleriyle senatör seçimlerinin aynı zamana denk gelmesinden kaçınılmasıdır). Bu senatörlerin seçiminde iki noktayı daha göz önünde bulundurmak gerekir: 1-Bağımsızların adaylığının kolaylaştırılması (örneğin 10 bin imza toplayan ve adaylık ücretini yatıranların senatör adayı olabilmesi), 2-Partilere değil, bizzat adaylara oy verilmesi (her seçim bölgesinin senatör adaylarının tümünün, partilere göre gruplandırılarak da olsa oy pusulalarına yazılması ve seçmenlerin, bölgeden çıkacak senatör sayısı kadar adayın adını işaretlemesi); hatta belki bir adım ileri giderek, senatör seçilenlerin varsa partileriyle ilişkilerinin kesilmesi.

Entelektüelden Aydına
Türkiye Senatosu ve Millet Meclisi’nden oluşacak bir TBMM, sistemin hızlı çalışmasını sağlayacak düzenlemelerle, küreselleşme döneminin karmaşık koşulları bağlamında Türkiye’nin yararını çok daha iyi gözetebilecek, ufkunu dar siyasal hesapların ötesine taşıyabilecek bir yapı olarak öne çıkabilir. Bu hem siyasal partilerin ve kitlelerin “aydın alerjisi”ni aşmanın bir yolu olabilir, hem de aydınların, kendi işlerini iyi yapan, entelektüel birikime sahip bireyler olmanın ötesine geçerek, ülkeleri adına politikaya atılmalarını, yani gerçekten “aydın” olmalarını sağlayabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

adınızın görünmesini istiyorsanız ama google hesabınız yoksa lütfen yorumunuzun sonuna adınızı ekleyin.