(istek üzerine...)
Algılama ve anlamlandırma süreçlerinin dansı ve birinin,
diğerinin ayağına basıp durması, modern yaşamın belirleyici unsurlarından biri
haline gelmiş ve kendine özgü bir kuramsal çatı talep etmişse, analitik düşünce
geleneğinin bu duruma şapka çıkartması, olanaklarını seferber ederek konuyu kendi
bağlamına çekmesi ve teşrih masasına yatırması kaçınılmazdır. Bu seferberliğin
ilk ve bizce en önemli ürünü, “ad koyma” etkinliği olarak da
adlandırabileceğimiz ve daha derinlemesine nüfuz edecek düşünsel çabaları
mümkün kılacak tipoloji oluşturumudur. Buradaki girişimimiz, nihai bir tasnif
sunmadan çok, başlıkta da işaret edildiği gibi, böyle bir tasnifi hedef alacak
“program”ın temellerini oluşturma çabası olarak düşünülmelidir.
1. “Saçma”nın Anlamı:
“Saçma” sözü, günlük dilde yaygın kullanım bulduğu için, anlamsal bir
bulanıklaşmaya uğramıştır. Bilimsel analize sekte vurucu bu durumun üstesinden
gelmek için, ilk etapta üç anlam öbeğini ayrıştırabiliriz:
a) Saçma (absurd): “Komik derecede anlamsız, iler-tutar yanı olmayan” anlamında bir
sıfat olarak kullanılan bu sözcük, isim halindeyken, insanın akıldışı ve
anlamsız bir evrendeki halini; böyle bir evrende yaşamanın, kendi varlığı
dışında hiçbir anlam taşımamasını anlatır. “Yaşamda anlam aramak, yaş amda
anlam aramakla birdir” şeklinde özetlenebilecek bu tavır, modern edebiyat ve
sanat için çok önemli bir zemin hazırlamıştır.
b) Yokanlam
(Nonsense): Bu sözcük de genelde bir
anlamsızlık, anlaşılmazlık içerir, ama “saçma” kadar aristokratik değildir.
“Yokanlam”ın ilginç bir yan anlamı, genetik konusunda ortaya çıkar: hiçbir
amino asidi kodlamayan ve genellikle protein sentezinde moleküler zincirin
bitmesine yol açan kodon ya da kodonlardan oluşan genetik bilgiye de bu ad
verilir. Bir eğretileme olarak ele alındığında bu tanım, “saçma”nın işleyişi
hakkında bize önemli ipuçları sunar: “saçma”, tekabül edermiş gibi gözüktüğü
şeye aslında tekabül etmez; işlevsiz bir parodidir; daha da kötüsü, nihilist
sonuçlara yol açabilir, çünkü üretmediği yetmez, üretime engel de olur ve
boşunalık duygusunu arttırır.
c) Bokma
(bullshit): “Saçma”nın argodaki
karşılığı olarak ele alınabilecek bu sözcük, yukarıdaki iki terimin yanında,
bir Brueghel tablosundan fırlamış gibi durur. Daha ziyade saçmasapan
konuşmalar, özellikle de aldatma ya da yanlış yönlendirme amacı taşıyan sözler
için kullanılır; tepkisellik dozu daha yüksektir.
2. “Saçma”nın Yapımı:
Açık ki (1)’de yaptığımız ayrıştırım, konuya bir ölçüde açıklık getirmiş ve
birtakım ipuçları sağlamışsa da, “saçma”nın nasıl yapıldığı, nelerden oluştuğu,
temel özelliklerinin neler olduğu konusunda balta girmemiş alanların oranı hala
fazlasıyla yüksektir. Şimdi bu “yapım”ın nasıl gerçekleştiğini görelim; bunu
yaparken örneklerden de yararlanacağız. Bu örnekler her ne kadar “yazı”nın
bağlamından alınmışsa da, görsel-işitsel bağlamlarda da mebzul miktarda örneğin
bulunduğunu belirtmek gerekir. Ancak bunlar, başka bir yazının konusu
olacaktır.
“Saçma”yı “saçma” kılan üç ana unsur vardır: ciddenlik (seriousliness), abartılılık (excessivity) ve ilişkisellik (relationality).
a) Ciddenlik (seriousliness): “Poz” çok önemlidir: ciddi gözükür ama
ciddi değildir, ciddiye alınmayacak özellikler taşır “saçma”; kullanılan
sözcükler çok ağır ve söylem çok ağdalıdır ama bu yüzeyin altı abuk-sabuktur.
Örnek:
Feminin ve maskulin kimliklerin eşdeğer katılımla kuracağı içbükey dengelem ve
dışbükey yayınım süreçlerinin işlevselleştirilmesi, fizibilite kıstasları göz
önünde bulundurulduğunda, post-yapısal eleştirinin de savladığı gibi,
tepkiselliğin baskılanmasıyla virilitesini yitiren eşgüdümlü ilişkilerin
konjonktürel kısırlığı nedeniyle olanaksızlaşmaktadır.1
Ciddenlik kendi içinde ikiye ayrılır: diliyanaktalık (tongue-in-cheek) ve dilidışarıdalık (tongue-out).
i. Diliyanaktalık (tongue-in-cheek): Ciddi olunup olunmadığını kesin olarak
belirlemek nispeten zordur; “saçma”, kendini açık etmenin sınırına gelmiş ama
orada durmuştur, dolayısıyla “saçma”nın keşfi alımlayıcıya kalmıştır.
Örnek:
Dişisel ve erkeksel kimliklerin gelincanlar birolalımcılıkla şeyettireceği
tahterevallilik, hoştumsal degetçilik sonucu çabalama kaptan gidemem noktasına
fecaen gerilemişse gerilemiştir.2
ii. Dilidışarıdalık
(tongue-out): Ciddi gözüküldüğü ama
öyle olunmadığı, alenen ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde konur; alımlayıcının
kapasitesine duyulan bir güvensizlik vardır, gerçekten ciddiye alınma korkusu
ağır basar ve kurulan oyun aslında kurucu tarafından bizzat yıkılır.
Örnek:
Kadınların ve kadmayınların yanyanalıklarından yanak yanağa yanmanın yanısıra,
haftasonlarında musluk tamir ettirmek de mümkünsel değildir.3
b) Abartılılık
(excessivity): Parodi ve karikatürde
de görülen abartma tekniği, normal boyutlarındayken bağlamına uyumlu
unsurların, boyutları değiştirildiğinde (yani nitel ya da nicel olarak
arttırılıp azaltıldığında) bu uyumu zorlaması ve giderek “saçma”nın alanına
girmesi şeklinde kendisini ortaya koyar.
Örnek:
Justine’i ne kadar sevdiğini ona kanıtlamaya çalışırken ne yapacağını
şaşırıyordu; ona öyle geliyordu ki Justine’i göremediği zamanlar kalbi
İskenderiye’nin yirmi altı mahallesine bölüştürülüyor, hafta boyunca kurulan
her pazarda güneşe çıkartılıp sineklenmeye bırakılıyor, yük taşıyan katırlar
kalp parçalarının üzerine işiyor, sonra bu parçalar siğillerle kaplanıyor ve
sefil birer kurbağaya dönüşüyordu; o zaman kalbin yeniden kalp haline gelebilmesinin
tek yolu, Justine’den beklenmedik bir telefon almak ya da beyaz giysileri
içinde onunla sokakta karşılaşmak oluyordu, bir öpücükle uyandırılmak gibiydi
bunlar.4
Abartılılıkta esasen iki yöntem kullanılır: süsleme (ornamentation) ve yokanlam (nonsense).
i. Süsleme (ornamentation): “La sagrada familia sendromu” olarak
da adlandırılan bu yöntem, yalınlığın yok edilmesinin abartılı
gerçekleştirimiyle hedefine ulaşır; o kadar ki, süsleme öğeleri çelişik bile
olabilir.
Örnek: Önce adımı sayıklamaya başladı Susan; iniltiden
haykırışa varan bir kreşendonun ucuna vardığımızda gelmeye başladı, sanki bir
yamaçtan aşağı yuvarlanırmışçasına bana sıkı sıkı sarılıyordu, başını taşlara
çarpmasın diye göğsüme saklamıştım, ot ve dallar bacaklarımızı, sırtımızı çiziyordu,
bazen boşlukta kalıyor, sonra olanca ağırlığımızla çarpıyorduk yere ve
yuvarlanmaya devam ediyorduk, yüzüm gözüm toz içinde kalmış, ağzıma kum
dolmuştu. Sonunda dibe vardığımızda, gözlerini şaşkınlıkla açtı ve “Sörf tahtan
paramparça olmuş,” dedi.5
ii. Yokanlam (nonsense): Kimi zamansa abartı, her türlü anlamı
yoksayacak bir boyuta varır ve böylece hiperbolik bir şekilde saçma”ya
ulaşılır.
Örnek:
Bir elindeki tabancayı adamın kafasına dayamıştı, öbür eli ise, Birinci Dünya
Savaşından kalma bir DX-8 tipi mayına benzeyen kıçında, patlatmaktan
korkmaksızın geziniyordu.6
Yokanlam
da kendi içinde üçe ayrılır: gerçeküstü
(surreal), gerçekdışı (unreal) ve
gerçekaltı (subreal).
1. Gerçeküstü
(surreal): Düşsel motifler kullanarak “saçma” üretimi, özellikle gerçeküstücülük
akımının boy vermesiyle yaygınlaşmış, günümüzde ise, sinema dilinin çokça
kullandığı, ama yansımasını yazıda da bulan bir yönteme dönüşmüştür.
Örnek:
Zürafanın bacağındaki çekmeceleri karıştıran Elena, portatif çekirge sürüsünün
arkasında Michel’in sağ gözünü buldu, rahmine soktu, işedi.7
2. Gerçekdışı (unreal): Bu kategoriyi bir öncekinden ayıran
şey, “saçma”yı oluşturan unsurların fantastik olmaması, ama gerçek de
olmamasıdır.
Örnek:
Atatürk’ün ayakları 46 numaraydı ve hiç kokmazdı; boyu da 1.70 olduğu halde,
yanında kim durursa dursun daha uzun ve seksi gözükürdü.8
3.Gerçekaltı (subreal): Gerçeküstünün gerçeğe göre durduğu yer, gerçeğin gerçekaltına
göre durduğu yere benzer.
Örnek: “Adınız?” “Sinem.” “Kodlayın.”
“Samsun’un s’si, İzmir’in i’si–” “İzmir’in nesi?”9
c) İlişkisellik (relationality): “Saçma”nın yapımında, belki yukarıdaki
örneklerde de zaman zaman dikkatinizi çekmiş olabilecek şey, hangi unsurların
nasıl bitiştirildiği ya da ayrıldığının, ne tür bir bağlamın oluşturulduğu ya
da parçalandığının belirleyiciliğidir. Özellikle eğretilemeler söz konusu
olduğunda ilişkisellik ön plana çıkar.
Örnek:
Ona güvenmemesi gerektiğini farkettiği günden beri her gece ayaklarını yalıyor,
diliyle parmak aralarında kum taneleri arıyordu – intihar etmeye
kalkışacağından ve bunu yapmadan önce elmasları yutacağından emindi.10
İlişkiselliği
iki alt başlıkta inceleyebiliriz: Sıkıştırıcı kopuşturum (compressive disjunction) ve uyumsuz bitiştirim (disharmonic conjunction).
i. Sıkıştırıcı
kopuşturum (compressive disjunction):
Bu teknik; bağlamdan kopartma suretiyle anlamın bir unsurda sıkışıp kalması,
bağlam içinde anlamlıyken, tek başına kaldığında o anlamı taşımak zorunda
kalmasının “saçma”ya yol açması şeklinde açıklanabilir.
Örnek:
Kolundan yakaladı ve kaçmasına izin vermeden yere indirip üstüne çullandı,
boynunu, saçlarını, yanaklarını, neresi gelirse öpmeye başladı, bir yandan da
omuzlarını, belini avuçluyordu. Sonra arkadaşları da katıldı. Son dakika
golünün sevinci bir başka oluyordu.11
ii. Uyumsuz bitiştirim
(disharmonic conjunction): Burada bir altbaşlık olarak ele aldığımız bu
teknik, aslında mizah sanatının temel taşlarından birisidir. İlgili literatürde
“yerdeğiştirme” olarak da anılan bu teknik gerçekte daha geniş bir alanı
kapsamaktadır (nitekim yerdeğiştirmeye tekabül eden “ornatım”ı, “uyumsuz
bitiştirim”in bir alt kolu olarak az sonra inceleyeceğiz). Unsurların
beklenmedik, alışılmadık bir şekilde yan yana getirilmesinin yarattığı
uyumsuzluk giderek “saçma”ya yol açabilmektedir.
Örnek:
Clark Kent tam pantolonunu çıkartıyordu ki telefon kulübesinin kapısı hışımla
vuruldu. “Beyefendi biraz ayıp olmuyor mu?” dedi hışmın sahibi Margaret
Thatcher, hala güzeldi, “ben iki dakikalık konuşacağım, acelem var, çıkın
lütfen!” “Biraz bekleyeceksiniz,” dedi Kent, gülümsemeyi ihmal etmeden, “bu
arada, bir parça tuvalet kâğıdınız var mıydı?”12
Uyumsuz bitiştirim ikiye ayrılır: mantıksal dizimbozum (logical de-sequencing) ve ornatım (substitution).
1. Mantıksal dizimbozum (logical de-sequencing): Burada, mantıksal beklentilerin
oluşturduğu zincir bozulur ve bir halkanın ardından, akışı bozacak türden bir
halka konur.
Örnek:
Üç yaşındayken ilk romanını, altı yaşındayken otobiyografisini yazdı. Yedi
yaşında ilkokula başladı, ancak okuma yazma öğrenmesi normalden uzun sürdü. On
iki yaşında ekmek kabuğu çalma suçundan idam edildi. On yedi yaşında bir
çamaşırhane açıp mazbut bir hayat sürmeye başladı.13
Mantıksal dizimbozumun bir türü tümevarım (induction), bir diğer türü de
tümdengelimdir (deduction).
a) Tümevarım
(induction): Tekten tüme giden yolda
yapılan dizimbozumlar bu gruba girer.
Örnek:
Hale’ye karşı duyduğu sevecenliğe benzer duygunun, aşk boyutundan tümüyle
yoksun olduğunu itiraf etti Okan; zaten kadınlarla şimdiye dek olan bütün
ilişkilerinde bir yandan şımartılmayı istemiş, bir yandansa doludizgin
yaşamaktan ürkmemiş miydi?14
b) Tümdengelim (deduction): Çıkarım “hata”sı yapılarak oluşturulan
“saçma”lar bu gruptadır.
Örnek:
Prezervatif kullanmaktan hoşlanmıyordu, dolayısıyla Joelle’in kırmızı ojesini
memnunlukla karşılaması beklenemezdi.15
2. Ornatım
(substitution): Bir unsurun yerine,
anlam bütünlüğünü zedeleyecek başka bir unsurun konması ornatımdır, ancak
burada mantıksal akışın bozulması yukarıdaki anlamında şart değildir;
eğretileme tekniğini daha çok çağrıştırır.
Örnek:
Witmayer her sabah yaptığı gibi işe giderken şapkasını öptü, karısının başını
koltuğunun altına sıkıştırdı ve ıslık çalarak çıktı.16
Ornatımın iki çeşidi vardır: abartılılık (excessivity) ve mantıksal dizimbozum (logical de-sequencing).
a) Abartılılık (excessivity): Yerine koyma işleminin “saçma”yı
yaratabilmesi için zaten bir abartı unsurunun varlığı gereklidir, daha doğrusu
bu işlem kendiliğinden bir abartı hissi yaratır; yani bu kategorik ayırım
nitelden ziyade niceldir.
Örnek:
Göbek çukurundan, göğüslerinin arasındaki vadiye yalayarak çıkarken yarattığı
sel, biraz aşağıda ihtişamlı bir şelaleye dönüştü ve yatak odasını kaplayan
ayışıklı çağıltı, komşuların tavana, duvarlara, yerlere vurmasına, kapıları
çalmasına ve giderek yumruklamasına yol açtı; ama ses o denli kaplayıcı ve
yalıtıcıydı ki, corn flakes
yerken kendi düşüncelerini bile duyamıyorlardı.17
b) Mantıksal
dizimbozum (logical de-sequencing):
Unsurların yerdeğiştiriminde akıldışı bir mantık silsilesinin kullanılması
mümkündür.
Örnek:
Corelli, mandolinini yere bırakıp pencerenin önüne gitti; aşağıda, Prensi
karşılamak için toplanmış ve bir Warhold tablosundan fırlamışçasına bağırıp
çağıran kalabalığı gördü ve üzerlerine işemek için dayanılmaz bir istek duydu. O
sırada içeri giren ve durumu sezen karısı, göğüslerini ortaya çıkartacak
şekilde bluzunu indirip Corelli’ye yaklaştı. Onu böyle görünce Corelli’nin
dikkati dağıldı ve karısının üzerine işedi.18
Mantıksal dizimbozumu oluşturan belirtileri üç gruba ayırmak
yerinde olacaktır: ciddenlik
(seriousliness), saçma (absurd) ve
mantıksal dizimbozum (logical
de-sequencing).
i. Ciddenlik (seriousliness): Kendini ciddiye alan, hatta mantıklı
olduğunu sanan ve bunda direten bir mantıksızlığın “saçma”ya yol açacağı ortadadır.
Örnek:
“Kime geldiniz?” diye sordu pencereye çıkan atletli adam. “Birisine mi gelmem
gerekiyordu?” dedi McAlcott, gecenin sessizliğinin bozulmasına elinden
geldiğince katkıda bulunarak. “Zil mi bozuk?” dedi adam. “Bilmem.” “Ama ıslık
çalıyordunuz?” dedi şaşkınlıkla. “Ziller çalışırken ıslık çalmak yasaklandı
mı?” diye endişeyle sordu McAlcott. “Hayır, niye yasak olsun ki?” “Bilmiyorum,
son hükümet değişikliğinden beri bir sürü yeni yasa çıktı da.” “Niçin ıslık
çalıyordunuz peki?” dedi adam biraz sinirli bir şekilde, konuya dönmeye
çalışarak. “Çok güzel bir gece, mehtap da var, bu bende hep ıslık çalma isteği
uyandırır.” “Gecenin bu saatinde ve bu apartmanın önünde mi?” dedi atletli
adam, tehlikeli bir hızla öfkeleniyordu. “Bu apartmanın diğerlerinden ne farkı
var ki?” diye bağırdı McAlcott, o da kızmaya başlamıştı. “Bu ne demek oluyor?”
“Komşu apartmanlarla olan sorunlarınız beni hiç ilgilendirmez anladınız mı?”
dedi McAlcott. “Ne sorunu, benim kimseyle sorunum yok, en azından siz gelene
kadar yoktu,” dedi atletli adam, bağırıyordu ama sesinde bir çaresizlik
belirmeye başlamıştı. “Bu kadar bağırırsanız bütün mahalleyi uyandıracaksınız,”
diye bağırdı McAlcott. “Ben mi? Ben mi uyandıracağım? Gecenin köründe uykumdan
bir ıslık sesiyle uyanıyorum, apartmana bir misafir geldi ama kapıyı açtıramadı
herhalde diye cama geliyorum ve bir manyakla çene yarıştırmak zorunda
kalıyorum, sonra da rahatsızlık vermekle suçlanıyorum! Siz aklınızı
kaçırmışsınız!” diye camları zangırdattı atletli adam. “Bakın size bir dost
tavsiyesi,” dedi McAlcott sükûnetle, “toplum içinde yaşayacaksanız bazı
kurallara uymanız gerekir. Gece vakti pencereye çıkıp böyle avazınız çıktığı
kadar böğürmek büyük saygısızlıktır, üstelik ses tellerinize de iyi gelmez.
Bundan kaçınmaya çalışın. Başaracağınıza inanıyorum. Kurallara uymak sizde çok
stres yaratıyorsa arada sırada ıslık çalın, iyi gelir. Şimdi izninizle, gitmem
gerek. İyi geceler.” McAlcott penceredeki adamı şapkasıyla selamladı ve kendi
kendine “Ne insanlar var,” diye söylenerek uzaklaştı.19
ii. Saçma (absurd): Mantıksal anlamda saçmalayarak ornatım
yapımı, “saçma”nın katmerlenmesini sağlar.
Örnek:
“Ne bağırıp duruyorsun öyle?” diye sordu karısı, başını yastıktan hafifçe
kaldırarak. “Şimdi de sen başlama lütfen, bu gece bir deliyle uğraşmak bana
yetti de arttı,” dedi adam. “Aman iyi, kes sesini de yat,” dedi kadın, başını
yeniden yastığa gömerek. “Bana masal anlatsana,” dedi adam. “Off, her gece her
gece, başım ağrıyor, bıktım,” dedi kadın bıkkın bir sesle. “O zaman gün
doğmadan başına neler geleceğini biliyorsun,” dedi adam. “Bayılıyorum şu senin
‘Bana Masal Anlatmayan Karılarımı Öldürtüyorum’ masalına. Sen onu anlat bari,”
dedi kadın alaycı alaycı, bir yandan da yorganı başının üstüne çekerek. Bu
saçmalıklar adamın canına tak ettiğinden muhafızlarını çağırdı.20
iii. Mantıksal
dizimbozum (logical de-sequencing):
Mantıksal dizimbozumun dizimini mantıksal olarak bozmak suretiyle yapılacak
ornatımın gerçekten “saçma” olacağını belirterek tipoloji denememizi
sonuçlandırıyoruz.
Örnek:
“Götürün ve şafak vakti kellesini uçurun,” dedi adam. “Nasıl yani, boğmayacak
mıyız?” dedi şef muhafız. “Şefim, niye boğalım, siz öyle ölmek ister miydiniz?”
dedi şefin yardımcısı. “Gürültü etmeyin, uyuyacağım,” diye diklendi kadın. Adam
tam yatağın altındaki baltasını kapmış, kadının boynuna indirecekken, sirenler,
çanlar ve ziller çalmaya başladı ve adam uyandı. “Tanrım, hepsi bir rüyaymış,”
dedi rahatlayarak. Kollarına yapışan üniformalı iki adamaysa ilk önce bir anlam
veremedi, süpermarkette raftan aldığı baltayla yedi müşteriyi doğradıktan sonra
kapıdan yürüyerek çıkmaya çalışırken, baltanın parasını vermediği için
yakalandığını anlaması gereğinden uzun sürdü. Gördüğü kötü muameleyi büyük bir
günlük gazetenin tüketici sayfasına yazarak süpermarketi kamu nezdinde şikâyet
etti; özür dileyen bir mektup yazan süpermarket müdürü, baltanın kuru
temizlenmesini üstlenmeyi teklif ettiyse de, kalbi kırılan müşterisini ilelebet
kaybetmiş olduğunu acıyla öğrenecekti.21
1996
1 Jeremy J. Lewis; When
A Man Loves A Woman: A Brief History Of Natural Calamities;
Bantam, Londra (1992); s.32.
2 Sönmez Barut; Börekçiler;
Arbat, Ankara (1989); s.16
3 Küçük Fuat; Aparttım
Koparttım; Halvegidiş, İstanbul (1982); s.3.
4 Lawrence Darral; The
Four Ages of Alex Andria; Cromwelle, New York (1954); s.389.
5 Henry
Tiller; The Suckling;
Mender, New York (1945); s.211.
6 Bell Hookes; Man
No More; Troy, Chicago (1985); s.65.
7 Andrés Beton; A
la Recherche du Swan; Gallimorte, Paris (1928); s.24.
8 Salih Sıtkı Hatay; Ankara’nın
Eteklerinde; Sayan, Ankara (1972); s.76.
9 Hami Çağcıl; Bilimsel
Tetkikler; Anka, İstanbul (1980); s.13.
10 Ian Flamance; Naked
Rifle; MIT, Boston (1967); s.116.
11 İslam Çapa; Futbolcuyuz
Ama Önce Erkek; Ulusal, İstanbul (1988); s.42. Burada “saçma”nın oluşumunun,
futbolcular hakkındaki beklenti ve önyargılara bağlı olduğuna dikkatinizi
çekmek isteriz.
12 Janet Jocksohn; The
Duperman Strikes Back; Norton, New York (1969); s.78.
13 Pecker Wode; Memoirs;
Penguin, Londra (1978); s.19.
14 Salim İlerler; Her
Gece Her Gece; Adım, İstanbul (1981); s.97.
15 Sheer Kite; Keeping
Up With A Good Woman; Clarion, Los Angeles (1993); s.239.
16 Olivier Sucks; The
Man Who Thought His Wife Was A Hat But Soon Realized She Was A Bowling Ball;
Pentagrain, New York (1986); s.136.
17 Tomris Uygun; Mayonezli
Soda; Canlar, İstanbul (1983); s.24.
18 Salmon Rusher; Midnight
Dancing; FSG, Londra (1979); s.199.
19 James Furber; Can
We Do Without Sex and Other Bedtime Stories;
Viking, New York (1956); s.43.
20 Michel Bateire; Reconnaisance;
Seul, Paris (1976); s.84.
21 Hüseyin Cüreklibatur; Sanki, Belki, Bazen: Ataerkil Toplumlarda Güçlü Kadın Tipinin Yaratılışı
ve Sürdürülmesi,
yayımlanmamış doktora tezi; On Altı Mart Cuma Üniversitesi, İzmir (1996);
s.436.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
adınızın görünmesini istiyorsanız ama google hesabınız yoksa lütfen yorumunuzun sonuna adınızı ekleyin.