Neden buradasınız?
Aslında hiçbir önemi yok - Sözcüklerin Anlamı'nı belki de arka kapağını okumadan, içine şöyle bir bakmadan aldınız; belki birisi tavsiye etti; belki daha önce okumadığınız bir yazarın bir kitabını okumak istiyordunuz, bu oldu. Sonuçta kitabı okumaya oturdunuz ve neyle karşı karşıya olduğunuzu anlamadınız. O yüzden buradasınız. Doğru yerdesiniz.
Kitabın içine bakar bakmaz gördünüz ki iki akış var, ilki normal, düzgün bir kitap gibi gidiyor:
Bu akışa "hayat akışı" diyelim, burada iki hikaye anlatılıyor. Birincisi Duru'yla Demir'in hikayesi, nasıl tanışıyorlar, nasıl sevgili oluyorlar, başlarına neler geliyor ya da gelmiyor. İkincisiyse dünyada ve Türkiye'de olup bitenler - dünya bir kaosa sürükleniyor gibi, uzaylılardan konuşuluyor, yapay zeka savaşlarından konuşuluyor, zaten bütün dünyada üç günlük bir elektrik kesintisi olmuş ve nedeni hala saptanamamış. Türkiye'de de işler karışık, dış güçler var, bankacılık krizi var, savaş ihtimali konuşuluyor. Burası böyle, normal (çok normal olmayan birşey var aslında, aşağıda değineceğim).
İkinci akış farklı bir hurufatla, sayfanın daha içinden gidiyor:
Bu akışa "sosyal medya akışı" diyelim, burada bütün gün ekranımızda karşımıza çıkan ve sürekli olarak hayat akışını bölen "içerik"e benzer bir içerik var. Yanında klavye simgesi olanlar "tweet" gibi metinler, fotoğraf makinesi simgesi olanlar fotoğraf tarifleri, oynat tuşu simgesi olanlarsa kısa videoların tarifleri ya da şarkı sözleri. Buradaki metinlerin hayat akışıyla neredeyse hiç bağlantısı yok (bir-iyi yerde denk geliyor); sürekli dikkati bölüyorlar, gerçek hayatımızda olduğu gibi.
Bu iki akışlılık hakkında romanda bazı ipuçları var aslında - 25. ve 54. sayfalarda, ama ilkinin üzerinde durmamış, ikincisine de gelmeden kitabı elinizden atmış olabilirsiniz.
Gelelim ilk akıştaki, hayat akışındaki "çok normal olmayan" şeye. Duru'yla Demir kendi aralarında bir dil geliştirmeye başlıyor. Bazı sözcükleri uyduruyorlar, bazılarına da yer değiştirtiyorlar, örneğin "masa" yerine "ova" demeye başlıyorlar ("ova" demek istediklerinde de "masa" diyorlar). Bir süre sonra bunu başkalarının yanında da yapmaya başlıyorlar. Romanda da 45. sayfadan sonra bu "Aşk Sözlüğü"nden örnekler görülmeye başlanıyor:
Burada "subasman" "mutfak" anlamında, "surat" "pilot" anlamında, "koşuk" ise "vergi" demek. Bu kullanımların bazıları bağlamdan anlaşılıyor, ama hepsi için kitabın arkasında bir sözlükçe var. 117. sayfadan sonra bu örnekler kesiliyor - neden kesildiğini anlayacaksınız.
Kitabın sonunda, sözlükçeden de sonra bir makale var: "Bölünmüş Gerçekçilik: Ekran-Doygun Bir Anlatı Kuramına Doğru"; James Whitbread'in yazdığı, Adnan Abalı'nın çevirdiği belirtiliyor. Okuması da anlaması da zor bir metin; akademik bir dille, akademisyen alışkanlıklarıyla, akademisyenler için yazışmış bir metin bu. James Whitbread kim, Adnan Abalı diye biri var mı, Sözcüklerin Anlamı'nı ele alan bir makale nasıl kitap yayımlanmadan yazılmış ve kitaba girmiş? Bunlar doğru sorular, yanıtları kolay ama bulmak size kalmış.
Bir roman okumak için bu kadar zahmete katlanmaya değer mi? Bu kılavuzu okudunuz, bunun yanıtını da artık biliyorsunuz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
adınızın görünmesini istiyorsanız ama google hesabınız yoksa lütfen yorumunuzun sonuna adınızı ekleyin.