kiarostami'nin son filmi copie conforme ("aslı gibidir"), binoche'un bir kez daha parladığı bir film olmuş. karşısında oynayan shimel'in ilk filmi bu; bana seinfeld'de elaine'in patronu modacıyı hatırlattı. iki rol arasında ciddi bir uçurum vardı bence, ama sadece oyunculardan kaynaklanmıyordu bu, binoche "kalp sesi"yle konuşan kadını, shimel'se "kafa sesi"yle konuşan adamı oynuyordu ve bu ayırım biraz fazla kör gözüm parmağıma denklemlerle sergilenmişti, o yüzden adamı kim oynasa biraz "uzaylı" kalacaktı herhalde binoche'un karşısında. bu şablonsu hal, kadınla adamın ilişkisine de haliyle yansımıştı - film bu ilişkiyi de "marslı bir antropolog"un zekice ama hakikate tam nüfuz edemeyen gözlemlerine dayanarak anlatıyor gibiydi. yine de çok seyredilesi bir filmdi, özellikle de kiarostami'nin "back story"yi kullanmadaki ustalığı ve filmi iki alternatif okumaya açık bırakmayı gerçekten becerebilmesi nedeniyle.
filmin başında ingiliz bir yazarı (shimel) italya'da yeni kitabının tanıtımı için çıktığı turda görüyoruz, antikacı bir kadın da (binoche) konuşmasını dinlemeye gelmiş. kitap sanat tarihinde kullanıldığı biçimiyle "orijinal" ve "kopya" kavramları üzerine; anlaşıldığı kadarıyla adam bu ayırımlara aslında karşı, kopyası da orijinalinin gördüğü işi görüyorsa neden ona orijinal muamelesi yapmayalım diyor (kadının, kendi hayatında tam da aynı ilkeyi benimsemiş ama bunun hakkında kitap yazmaya kalkışmamış kız kardeşinin burada anılması, adamı da başka bir düzlemde "aslının kopyası" durumuna düşürüyor). kadın konuşmanın yarısında çıkmak zorunda kalıyor, ama kitabın yayımcısı olan arkadaşına kartını bırakıyor yazara vermesi için, onunla görüşmek istediğini söylüyor. nitekim görüşüyorlar - yazar kadının dükkanına geliyor, biraz hava almak istediğini söylüyor, kadın onu gezdirmeye başlıyor. başlayınca bir tuhaflık da beliriyor - yavaş yavaş adam ve kadın, 15 yıl önce birlikte olmuş (belki evlenmiş) ama ardından ayrı ülkelerde yaşamlarını çizerek ayrılmışlar gibi davranıyor, sonunda bunlar gerçekten evli de başta yabancı numarası mı yapıyorlardı, yoksa yabancıydılar da evlilik oyununa mı kaptırdılar, tartışmalı hale geliyor. iki alternatifi de destekleyecek ve kiarostami'nin bir seçim yapmadığını gösteren yeterli veri var aslında, ama ben ilkine daha yakın durduğumu hissettim yine de. "back story"den kastım da bu: "in media res"te başlayan hikayenin geçmişini filme yedirmede, hatta filmi bizzat bu yedirmenin filmi olarak kurgulamada o kadar başarılı ki yönetmen, bir de üstüne bu "yoruma açık"lığı katınca, başta sözünü ettiğim şablon tadı önemsizleşiyor.
filmin meselesi evlilik, evliliğin zaman içinde dönüştüğü haller, buna uyum sağlama/sağla(ya)mama, birbirini anlama/hissetme, gerçekler-beklentiler-hayaller ve bunların birbirini tutmadığı yerlerdeki boşluklar. burada da kaçınılmaz olarak bir aslı/kopyası değerlendirmesine gidiyor film - bunu hem kadının kız kardeşine benzer bir fonksiyon üstlenen ("hayatın içinden, basit ama hakiki kadın" fonksiyonu) bir kafe işletmecisi (bu kadın da serra yılmaz'ı hatırlattı bana) aracılığıyla, hem de adamla kadının hayal ettiği/gerçekten yaşadığı ilişkileri karşılaştırarak yapıyor.
filmin kendisi de bir aslı/kopası konusu olabilecek öncüllere sahip - rosselini'nin italya yolculuğu'nun yanı sıra linklater'ın before sunrise - before sunset ikilemesini anmakta yarar var.
Belki Nabbeun Namja; bir ihtimal Yağmur'la Hakan?
YanıtlaSil