gençlik düşü'nü okumuştum ayhan geçgin'in, elim titremeden aldım son adım'ı. aynı çizginin daha iyi bir ürünü bu. hikaye çok yalın aslında: bir depoda çalışan, babaannesiyle birlikte yaşayan alisan, önce işsiz kalıyor, aynı apartmandaki çoluk çocuklu bir kadınla sevişmeye başlıyor, babaanne hastalanıp yatağa düşüyor, ölünce de vasiyetine uygun olarak onu memlekete, tunceli-bingöl arasındaki düzova'ya götürüyor; burada akrabalarıyla günler geçiriyor, istanbul'a dönemiyor, dönemedikçe dönme istencini yitiriyor; bir akşam konuk olduğu ev basılıyor, işkenceye götürülüyorlar, neyle suçlandığı bile belli değil aslında, sonunda bırakılıyor, ama yeniden avlanmak üzere.
bu bir özet tabii, ama aslında değil; olay örgüsü bu kadar yalın. geçgin'in kitaplarını da olay örgüsü için okumak saçmalık olur. betimlemeci bir yanı var, ama ağdalı bir betimleme değil bu, üstelik nesnelerden, kişilerden, görünümlerden çok edimlerin betimlemesi ağır basıyor. yani olay yok, ama hareket var. hareketler elbette gündelik, sıradan, düz - dildeki yalınlıkla birleşince etkileyici bir uyum ortaya çıkıyor, hatta kendi içinde bir gerilim, bir gerginlik bile kazanıyor; sarkmıyor, sonra ne geleceğinin merakıyla, beklentisiyle okumayı sürdürüyorsunuz. memlekete gidişle birlikte gözle görülür biçimde artıyor bu gerilim - ortada hiçbir şey yokken (evet, türkiye'de yaşayan okurlar olarak bu gerilimin bir kısmını biz getiriyoruz metne, ama yine de) bunu başarabilmek enikonu ustalık gerektirir bence.
mikro bakışın odağından kurulan, "mutfağa gitti"yi bir paragrafa yayan bu anlatı ekonomisinde, hızlı geçilen yerler dikkat çekiyor tabii. örneğin yıllardır kimseyle birlikte olmamış alisan'ın apartmandaki kadınla (adı kader) ilk sevişmesi - kapı ağzında: "titreyen küçük kası, şakaklarının zonklayışını anımsıyorsun, sonra kadınla birlikte yerde salon kapısının eşiğine yuvarlandığınızı anımsıyorsun. kadının 'böyle değil, böyle değil,' diye fısıldadığını, kendini bıraktığını, dişlerini kenetlediğini anımsıyorsun. tıpkı bir hayvan gibi, çok hızlı, çok kısa."
kitapla ilgili tek eleştirim, diyaloglar konusunda olabilir: babaannenin sesi ne kadar sahici tınlıyorsa, kader de bir o kadar yapma: "senden bir şey beklemediğimi söylemiştim. bu doğru. ama başka bir şey daha söylemek istiyorum, sen gitmeden önce söylemek istiyorum. bunu da bil: seninle birlikte olmak istiyorum. nasıl olacak bu bilmiyorum, şu anda bunu düşündüğüm yok, ama bildiğim seninle birlikte olmak istediğim." temelde, alisan'ın konuşma kipine fazla yakın bir kip bu, kaldı ki alisan'ın konuşmaları da aslında anlatıcının kipine fazla yakın.
son adım, ideolojik olmadan siyasal olmayı başaran, görünüşteki tüm yalınlığına karşın yoğun bir yazınsallığa ulaşan bir roman; son adım olmaması gerekir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
adınızın görünmesini istiyorsanız ama google hesabınız yoksa lütfen yorumunuzun sonuna adınızı ekleyin.