AKP, neredeyse 25 yıllık bir iktidar dönemiyle ilk fazını tamamlayacak gibi görünüyor. Bütün bir kuşağı kapsayan ve dönüştüren bir süre bu; Atatürk ve İnönü’nün toplamına çok yakın; 1923-1950 döneminin toplumsal ve ekonomik zorlukları göz önünde bulundurulursa ve aslında iktidarın hareket alanının oldukça sınırlı olduğu hesaba katılırsa, Türkiye’nin gördüğü en büyük hakimiyetin 2002-2026 arasında yaşandığını kabul etmek gerek.
Bu uzun dönem içinde AKP beş büyük iş gerçekleştirdi:
birincisi, AKP “İslami” bir burjuvazi yarattı, hem büyüğünü hem de küçüğünü
yarattı ve serpilmesini sağladı; bu burjuvazi kasabadan çıkıp şehirli oldu,
kısmen sekülerleşti, dünyevileşti ve bir anlamda AKP’nin ideolojik dinciliğini
aşmaya yeltendi. İkincisi, AKP yasama-yürütme-yargı sistemini parçaladı ve
işlevsizleştirdi, güçler ayrılığını yok etti, hukuk devletinin temellerini
dinamitledi ve otokrasinin temellerini attı. Üçüncüsü, AKP düşünce özgürlüğünü,
haber alma/verme özgürlüğünü, siyasal/toplumsal eleştiri mekanizmalarını yerle
bir etti ve bizzat yalanı yücelterek ve sıradanlaştırarak Türkiye’nin de bir
hakikat sonrası toplumu haline gelmesini sağladı. Dördüncüsü, AKP ordunun
kuruluştan bu yana sürdürdüğü sözde siyaset üstü ama aslında siyaset oyununun
sınırlarını ve kurallarını belirleyen gerçek siyasi konumunu, rejimin bekçiliği
görevini ortadan kaldırdı ve yerine otokrata bağlı militer ve paramiliter
yapılar koydu, bunları birbirlerine karşı konumlayarak otokrasinin güvenliğini
temin etmeye çalıştı. Beşincisi, AKP dini cemaatlerin önünü tamamen açarak
ekonomik ve toplumsal ekolojiler kurmalarına izin verdi ve dinin siyasete alet
edilmesinin en aşındırıcı ve yıpratıcı örneklerini besledi.
2002-2015 arasında AKP çeşitli ekonomik ve toplumsal
indikatörlerde ilerlemeler kaydetti; ekonomik büyüklük, üretim, sağlık, eğitim,
tarım, altyapı gibi alanlarda olumlu gelişmeler oldu. Ne var ki 2015 sonrası
izlenen politikalar bu kazanımların büyük ölçüde yok olmasına yol açtı; refah, eşitlik,
gelir dağılımı, işsizlik, kalkınma, enflasyon gibi alanlarda da ciddi çöküşler yaşandı. AKP’nin
etkisinin çok büyük kısmı, özgürlüğün, dayanışmanın, adaletin, toplumsal
ahlakın ve kültürün daha ileri seviyelere taşınması şöyle dursun, sefil
noktalara geriletilmesi şeklinde cisimleşti.
Bunların temelinde AKP hegemonyasının, yani AKP’nin kurduğu
patronaj sisteminin iyice büyümesi, konsolide olması ve buradan kaynaklanan bir
umursamazlığa bürünmesi vardı. Yolsuzlukların, ülke kaynaklarının acımasızca
sömürülmesinin, çalınmasının, satılmasının ve bütün bunların altında patronajın
zenginleştirilmesi güdüsünün olmasının sonucu olarak Türkiye, bugün gelinen
noktada kendi potansiyelini ve insanını çarçur eden bir Ortadoğu ülkesi olmanın
ötesine geçememiş oldu.
Uluslararası alanda AKP ilk dönemdeki AB-uyumlu
tavırlarından çabuk vazgeçti ve bölgesel güç olma iddiasıyla ABD, AB, Rusya ve
Çin arasında, bu güçleri birbirlerine karşı kullanmaya çalışarak belirli bir
otonomi kazanmaya çalıştı ve yer yer de bunu başardı. Bu başarının altında
ideolojik bir kararlılık ve vizyonlu bir stratejiden çok pragmatik bir çıkar
hesaplaması yaklaşımı yattığı için orta ve uzun vadede Türkiye’nin gerçek
kazanımının ne olduğu tartışmaya açık. Kürt sorununun ilk dönemde çözülmeye
çalışılması ama ardından bundan vazgeçilmesi de benzer bir uluslararası
hesapçılığın sonucuydu; AKP Kürt sorununu çözmek ve toplumsal barışı
sağlamaktansa Kürtleri içeride ve dışarıda kullanmayı yeğledi.
25 yılda Türk toplumunun en derinlerine kök salan bu
otokratik patronaj sistemi, güçlü bir politik hasmın bir an önce bertaraf edilmesine
yönelik manevraların beklenmedik bir toplumsal tepki çekmesiyle bugün
sallanmaya başlamış bulunuyor. Şüphe yok ki bu yapı güçlü, yıkılmasının maliyeti
de yapının kurucuları ve destekçileri açısından korkunç büyüklükte. Dolasıyla
sıradan bir iktidar değişiminin çok ötesinde, siyasal ve toplumsal bir rejim
değişiminin söz konusu olduğunu, buna karşı direncin de bilindik bir iktidar
kaybına karşı gösterilecek dirençten çok daha büyük olacağını idrak etmek
gerekli. Kendi yıkımını engellemeye çalışacak otokrasi, bireysel ve kitlesel
müdahalelerinde bugüne kadar görülenden çok daha gözü kara hale gelebilir.
Burada umut veren iki faktör bulunuyor; ilki halkın ve özellikle genç nüfusun artık sabır gösteremeyecek bir noktaya gelmiş olması, ikincisiyse otokratik patronaj koalisyonunda yaşanacak sinir bozulması ve çözülmeler. Ufak emarelerinin görünmeye başladığı bu çözülme geometrik bir hızla yayılma ve gerçek bir kapalı çarşı yangını haline gelme, AKP’nin örgütsel yapısına ve Meclis hakimiyetine sirayet etme potansiyeline sahip. Patronajda yer alan şirket ve kurumlara yönelik tüketici boykotu, genel grev, vergi ertelenmesi gibi ekonomik araçların devreye girmesinde kitleselleşme ve yaygınlaşmanın önemli olacağı öngörülebilir. CHP'nin Meclis aritmetiğini göz ardı etmemesi ve bir yandan muhalefetin birlikte hareket etmesini sağlarken bir yandan da AKP-MHP koalisyonunun çözülmesine yönelik çalışmalar yapması (erken seçim için 79 milletvekilinin desteğine ihtiyacı var) akıllıca olabilir. Bu büyüklükte bir kopmanın gerçekleşmesi çok zor görünse de ufak kopuşların bile moral üstünlük yaratacağı aşikar. Böyle bir kapalı çarşı yangını durumunda kimlerin hangi acil çıkış kapılarını kullanacağını hep birlikte izleyeceğiz.
Türkiye’nin bugün ikinci kurtuluş savaşına girişmekte
olduğunu ve bunu halkın içinden büyüyen bir iradeyle yaptığını söylemek
abartılı olmaz; bu iradenin kendisini ifade etmesine önayak olma konusunda çok
uzun süre gönülsüz kalan CHP’nin nihayet tarihsel yükümlülüğünü üstlenmeye başladığı
görülüyor
Bunun sadece CHP'nin mücadelesi olmadığını belirtmek gerekir;
CHP de bunun kendisinden büyük bir amaç olduğunu söylemeye çalışıyor ama bu yeterli olmayabilir çünkü Anadolu'da iktidardan şikayetçi olup CHP'den nefret
eden halk kesiminin ne kadar büyük olduğu biliniyor. Başarı için muhalif
siyasilerin, yerel yönetimlerin, çiftçinin, işçinin, sivil halkın, öğretmenler ve sağlık
çalışanları gibi meslek kuruluşlarının ortak zemini olacak yapıların yurt
sathına yayılması ve çalışmalarının şeffaf bir biçimde geniş halk kitlelerine
duyurulması, bu kitlelerin katılımının sağlanması şart görünüyor. Hareketin
gerçek gücünü göstermesi, ancak İstanbul gibi metropollerin dışına ve zaten AKP
muhalifi kitlelerin ötesine geçmesiyle ve bir “Anadolu Müdafaa-i Hukuk Hareketi”
haline gelmesiyle mümkün olacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
adınızın görünmesini istiyorsanız ama google hesabınız yoksa lütfen yorumunuzun sonuna adınızı ekleyin.