Feyyaz Yiğit ve Pınar Sabancı’ya
Devrimci bir ekip var – Başlarında Mucip
ve Su. Mucip siyasal bilimci, Su’ysa devlet ihaleleriyle çok büyümüş bir inşaat
şirketinin sahibinin kızı – asıl kafası çalışan ve parayı bulan, insanları,
etkinlikleri örgütleyen Su; Mucip onun üniversiteden arkadaşı ama daha çok
durmayı, hareket edilecekse öncesinde onu didik etmeyi, mümkünse de hareket
edilmeyecek noktaya ulaşmayı seven bir adam, dolayısıyla bu iş için tuhaf bir
ikililer. Duru güzel ve sağlıklı görünüyor, Mucip döküntü, kilolu, kirli
sakallı. Çok baskıcı bir rejimde yaşadıkları için devrim yapmak elbette yasak,
itiraz etmek bile yasak.
Mucip’le Su, son ana kadar kimsenin
anlamayacağı ama o son an geldiğinde herkesin coşkuyla katılıp otoriter Başkan’ı
devirmek üzere eylemlere girişeceği bir darbe planı yapıyor. “EEH!” adında bir
sağlıklı yaşam platformu kuruyorlar – Enerji, Esneklik, Hareket Platformu bu,
ama tabii halkın “yeter artık!” şeklindeki çok yaygın ama sessizliğe mahkum
bırakılmış tepkisini de barındırıyor.
EEH çok güçlü bir televizyon ve sosyal
medya (ve var olduğu kadarıyla basılı medya) kampanyası yürütüyor ve hep,
sağlık ve uzun ömür mucizesinin açıklanacağı “dev gün”e oynuyor. Bu kampanya,
otoriter Başkan’ın da ilgisini çekiyor – 80 yaşlarında, iki büklüm, genellikle
tek kelimeyle konuşan, mendebur suratlı bir adam bu, sürekli altına işiyor
fakat bunun önlemi alınmıyor – “Başkan’ın uğruna ölürüm” diyen çok geniş halk
kitlesinin ve öyle görünmek isteyen ya da zorunda kalan daha dar bir kitlenin
benimsediği bir hareket haline gelmiş bu. Herkes her yerde işiyor, herkesin
pantolonunun önü ıslak, hatta bu leke bir bağlılık simgesi olarak da
görselleştirilmiş, amblemi yapılmış, kurt ya da rabia işareti gibi
paylaşılıyor. Su’nun babası Başkan’ın yakınına girmeyi başarmış bir iş adamı
olduğu için EEH Başkancı medyadan da büyük destek alıyor, ülkenin her köşesine
ana haber bültenlerinde bile ulaşıyor.
EEH’in planı, “dev gün”ün akşamı ülkenin
doğusundan batısına yedi şehirde, gökyüzünde “EEH!” yazan iha’lar
havalandırmak, sonra da bunları başkente, Başkan’ın sarayına yönlendirmek, daha
doğrusu yönlendiriyormuş gibi yapıp belli bir süre sonra Ankara’nın çevresinden
yeni bir iha takımını uçurmak, böylece hem yolculuk süresini kısaltmak, hem
yolda bir kaza olma olasılığını ortadan kaldırmak, hem de iha’ların hızı
üzerinden EEH’e hayranlık kazandırmak. Su’nun sosyal medya ekibi, iha’ların
gerçekten İstanbul, İzmir, Antalya, Mardin, Ağrı, Artvin, ve Samsun’dan yola
çıktığını ve Ankara’ya kadar gerçekten gittiklerini gösteren videolar
üretiyorlar.
İha’lar saraya ulaşıp her yanını sardığı
anda Mucip, yeri gizli tutulmuş bir hangarda ya da atıl bir fabrikada, epik bir
konuşma yapacak ve halkı sokaklara çağıracak, Başkan’dan ancak hep birlikte
hareket edilirse kurtulabileceklerini, pantolonuna işeme meselesinin de artık
bokunun çıktığını anlatacak, konuşma 81 ilin sokaklarında naklen yayımlanacak.
EEH’in kendi kadroları da ülkenin her yanında sokaklarda çeşitli
provokasyonlarla halkı ayaklanmaya teşvik edecek. Mucip’le Su, ayaklanma
başladıktan sonra yaşatılmayacaklarını biliyorlar, bu yola baş koymuşlar.
Başkan’ın yanından ayırmadığı adamlarından
biri olan, Başkan’ın köyden arkadaşı, parayla pulla ilgilenmeyen, tek gözü kör
Edibali, başından beri EEH’ten hoşlanmıyor, burun büküyor, hatta bu işin
altından başka bir şey çıkacağını Başkan’a söyleyip duruyor ama Başkan pek
dinlemiyor. İstihbarat birimleri Ankara çevresinden kalkan iha’ların Saray’a
ulaşacak bir rotada ilerlediklerini belirleyince Saray karışıyor. Kimseden izin
alınmamış, devletin haberi yok – bu fazlasıyla küstah bir hareket ve izin
verilmesi mümkün değil. Edibali söylenip duruyor. Başkan Su’nun babası Haşmet’i
aratıyor ama onun da hiçbir şeyden haberi yok, Başkan’ı yatıştırmaya çalışıyor
ama Başkan telefonu suratına kapatıyor, mendebur suratından “İndirin!” emri
çıkıyor. İha’ların hemen hepsi saraya ulaşamadan güvenlik güçlerince
indiriliyor, yalnızca bir tanesi saraya yaklaşabiliyor, onu da ateş etmeden
alıyorlar. Başkan “Getirin!” diyor, iha’yı başkanın huzuruna çıkarıyorlar,
Başkan sinirleniyor, “İkisini!” diye bağırıyor.
Mucip bu sırada eski fabrikada,
konuşmasının hazırlıklarını yapıyor, epey gergin; Su ise ışıkları söndürülmüş
lüks bir ofiste, küçük bir ekiple edit ve yayın işleri için hazır bekliyor. Bir
hareketlenme oluyor fabrikadaki çekim ekibinde, herkes önce ufak ufak, sonra
seri adımlarla fabrikayı terk ediyor gibi. Mucip durumun farkında değil; birisi
yanına gelip “Hocam ekipler geliyormuş haberiniz olsun,” diyor, ama Mucip “İyi
iyi,” diyerek konuşmasının provasına devam ediyor, kendi yazdıklarını
eleştiriyor, “Bu böyle mi söylenir ya, ne biçim laflar ediyorsun Mucip ya, bu
ne?” diyerek kendisine yükleniyor.
Bir anda fabrikanın içi çevik kuvvetle
doluyor, Mucip ne oluyor diyemeden paketliyorlar, helikoptere tıkıyorlar, Su da
aynı şekilde derdest edilip aynı helikoptere bindiriliyor, saraya götürüyorlar.
Mucip, Başkan’ın karşısına çıkarıldığında korkudan pantolonuna işiyor ama
Başkan bunu bir saygı işareti olarak alıyor ve suratı biraz yumuşuyor. “Anlat,”
diyor Mucip’e. Mucip de hiç siyasi devrim meselelerine girmeden, enerji,
esneklik ve hareket temelli yeni sağlık mucizesini anlatmaya başlıyor hiçbir
şey olmamış gibi, tam inkarla. Edibali bir süre sonra müdahale ediyor, “Yeme
bizi lan, ne sağlık mucizesi, bu adamı devirmeye çalışmıyor musun sen?” diyor,
Mucip çok şaşırmayı çok güzel beceriyor, gerçek bir rejim yalakası gibi
konuşarak Başkan’ı yanına çekiyor. Başkan diyor ki “Buradasın.” Mucip’in
saraydan çıkması, dışarıyla görüşmesi, mesajlaşması yasaklanıyor – artık
yalnızca Başkan’a hizmet edecek ve sağlık mucizesini onun üstünde uygulayacak. Su
bu konuşma sırasında süklüm püklüm, babası yüzünden de utanıyor herhalde, ama
en azından Mucip gibi altına işemiyor. Başkan ona dönüp, salondaki bütün
eşyaları parça pinçik etmiş köpeğini azarlar gibi, “Git!” diyor.
Böylece Mucip’in yaşamında beklenmedik ve
yepyeni bir dönem başlıyor – çeşitli terapiler uyduruyor, bazen Başkan’ın
sağlığı iyiye gidecek gibi olduğunda bu gelişme EEH’in faydası olarak
yorumlanıyor, bazense Mucip işi batırıyor, foyasının ortaya çıkmasına ramak
kalıyor, ama bir şekilde toparlıyor her seferinde.
Bu esnada Su tek başına, bütün devrim
hazırlıkları boşa çıkmış, angaje edilen insanlar ortada kalmış. Mucip’in hayatı
söz konusu, o yüzden Enerji-Esneklik-Hareket saçmalığını sürdürüyor. Zaten
halktan da büyük talep var, iha gecesi herkes sokaklara çıkmış iha’ların
geçişini görmek için, bir şey çıkmayınca da kafalar karışmış, kızanlar olmuş,
sosyal medyada epey tepki toplamış EEH. Su bu süreci çok iyi yönetiyor ve sağlık
mucizesini medya kanallarında uzmanlara açıklattırıyor, klinikler açılıyor,
halk kuyruklara giriyor.
Bu popülerlik Mucip’e belirgin bir
saygınlık da kazandırıyor, Başkan sağlıkla ilgili her şeyi, bütün politikaları
ona sorar oluyor, Mucip’in saraydan çıkma yasağı kaldırılıyor, sonunda da
Mucip’i sağlık bakanı yapıyor. Zaman içinde Mucip, ülkenin en zengin
insanlarından biri haline geliyor. Edibali tek gözü açık ölüyor, ölürken hala
Mucip diye sayıklıyor. Bu arada Mucip’le Su yeniden bir araya geliyor ve
evleniyorlar, ülkenin en ünlü “power couple”ı oluyorlar.
Fakat Mucip’i rahatsız eden bir şey hep
var – Başkan’a bu kadar yakınken, sağlığı Mucip’in elindeyken, ufak bir hareketle
onu öldürebilecekken bunu yapmamak, devrime ve halkına ihanet etmiş olmak
Mucip’i vicdanen çok rahatsız ediyor. Su’yla bu konuyu hiç konuşmamışlar; bir
gece Mucip konuyu açacak gibi oluyor ıkına sıkına, ama Su onu susturuyor, böyle
bir şeyin delilik olacağını, böyle bir şeye kalkışsa hem başaramayacağını hem
de ikisinin anında öldürüleceğini anlatıyor. Mucip “Doğru,” diyor ama
bakışlarından ikna olmadığını görüyoruz. Sofradan kalkıyorlar, ışıklı bir
Ankara manzarası karşısında oturmuş içkilerini içerler ve telefonlarına
bakarlarken Mucip birden “Nooluyor lan!” diyor, ardından Su da “Hassiktir!”
diyor, zaten içeriye Mucip’in sağ kolu gelip haberi veriyor: Başkan ölmüş.
Kaçsak mı, kaçabilir miyiz diye sessizce
konuşuyorlar mutfakta, çeşmeden akan suyun arkasına saklanarak. Aşağıda kapının
önü ekip araçlarıyla doluyor, tepede helikopter dolaşıyor. O sırada Başkan’ın
adamlarından biri geliyor ve Mucip’e kapalı bir zarf uzatıyor, “Başkanımızdan,”
diyor. Mucip “Allallah, bana mı, emin misin, Başkan bana niye mektup yazsın ya,
ayrıca ben sevmem mektup filan, haydaa,” diye söylenerek zarfı açıyor, mektubu
çıkarıyor, söylenmeyi kesip okuyor, sonra hafif dikiliyor, başını kaldırıp Su’ya
bakıyor. Jack Hylton ve Orkestrası’ndan “Happy Days Are Here Again” duyuluyor.
SON