(duyulan lüzum üzerine)
Algılama ve anlamlandırma süreçlerinin dansı ve birinin, diğerinin ayağına basıp durması, modern yaşamın belirleyici unsurlarından biri haline gelmiş ve kendine özgü bir kuramsal çatı talep etmişse, analitik düşünce geleneğinin bu duruma şapka çıkartması, olanaklarını seferber ederek konuyu kendi bağlamına çekmesi ve teşrih masasına yatırması kaçınılmazdır. Bu seferberliğin ilk ve bizce en önemli ürünü, “ad koyma” etkinliği olarak da adlandırabileceğimiz ve daha derinlemesine nüfuz edecek düşünsel çabaları mümkün kılacak tipoloji oluşturumudur. Buradaki girişimimiz, nihai bir tasnif sunmadan çok, başlıkta da işaret edildiği gibi, böyle bir tasnifi hedef alacak “program”ın temellerini oluşturma çabası olarak düşünülmelidir.
1. “Saçma”nın Anlamı: “Saçma” sözü, günlük dilde yaygın kullanım bulduğu için, anlamsal bir bulanıklaşmaya uğramıştır. Bilimsel analize sekte vurucu bu durumun üstesinden gelmek için, ilk etapta üç anlam öbeğini ayrıştırabiliriz:
a) Saçma (absurd): “Komik derecede anlamsız, iler-tutar yanı olmayan” anlamında bir sıfat olarak kullanılan bu sözcük, isim halindeyken, insanın akıldışı ve anlamsız bir evrendeki halini; böyle bir evrende yaşamanın, kendi varlığı dışında hiçbir anlam taşımamasını anlatır. “Yaşamda anlam aramak, yaş amda anlam aramakla birdir” şeklinde özetlenebilecek bu tavır, modern edebiyat ve sanat için çok önemli bir zemin hazırlamıştır.
b) Yokanlam (Nonsense): Bu sözcük de genelde bir anlamsızlık, anlaşılmazlık içerir, ama “saçma” kadar aristokratik değildir. “Yokanlam”ın ilginç bir yan anlamı, genetik konusunda ortaya çıkar: hiçbir amino asidi kodlamayan ve genellikle protein sentezinde moleküler zincirin bitmesine yol açan kodon ya da kodonlardan oluşan genetik bilgiye de bu ad verilir. Bir eğretileme olarak ele alındığında bu tanım, “saçma”nın işleyişi hakkında bize önemli ipuçları sunar: “saçma”, tekabül edermiş gibi gözüktüğü şeye aslında tekabül etmez; işlevsiz bir parodidir; daha da kötüsü, nihilist sonuçlara yol açabilir, çünkü üretmediği yetmez, üretime engel de olur ve boşunalık duygusunu arttırır.
c) Bokma (bullshit): “Saçma”nın argodaki karşılığı olarak ele alınabilecek bu sözcük, yukarıdaki iki terimin yanında, bir Brueghel tablosundan fırlamış gibi durur. Daha ziyade saçmasapan konuşmalar, özellikle de aldatma ya da yanlış yönlendirme amacı taşıyan sözler için kullanılır; tepkisellik dozu daha yüksektir.
2. “Saçma”nın Yapımı: Açık ki (1)’de yaptığımız ayrıştırım, konuya bir ölçüde açıklık getirmiş ve birtakım ipuçları sağlamışsa da, “saçma”nın nasıl yapıldığı, nelerden oluştuğu, temel özelliklerinin neler olduğu konusunda balta girmemiş alanların oranı hala fazlasıyla yüksektir. Şimdi bu “yapım”ın nasıl gerçekleştiğini görelim; bunu yaparken örneklerden de yararlanacağız. Bu örnekler her ne kadar “yazı”nın bağlamından alınmışsa da, görsel-işitsel bağlamlarda da mebzul miktarda örneğin bulunduğunu belirtmek gerekir. Ancak bunlar, başka bir yazının konusu olacaktır.
“Saçma”yı “saçma” kılan üç ana unsur vardır: ciddenlik (seriousliness), abartılılık (excessivity) ve ilişkisellik (relationality).
a) Ciddenlik (seriousliness): “Poz” çok önemlidir: ciddi gözükür ama ciddi değildir, ciddiye alınmayacak özellikler taşır “saçma”; kullanılan sözcükler çok ağır ve söylem çok ağdalıdır ama bu yüzeyin altı abuk-sabuktur.
Örnek: Feminin ve maskulin kimliklerin eşdeğer katılımla kuracağı içbükey dengelem ve dışbükey yayınım süreçlerinin işlevselleştirilmesi, fizibilite kıstasları göz önünde bulundurulduğunda, post-yapısal eleştirinin de savladığı gibi, tepkiselliğin baskılanmasıyla virilitesini yitiren eşgüdümlü ilişkilerin konjonktürel kısırlığı nedeniyle olanaksızlaşmaktadır.1
Ciddenlik kendi içinde ikiye ayrılır: diliyanaktalık (tongue-in-cheek) ve dilidışarıdalık (tongue-out).
i. Diliyanaktalık (tongue-in-cheek): Ciddi olunup olunmadığını kesin olarak belirlemek nispeten zordur; “saçma”, kendini açık etmenin sınırına gelmiş ama orada durmuştur, dolayısıyla “saçma”nın keşfi alımlayıcıya kalmıştır.
Örnek: Dişisel ve erkeksel kimliklerin gelincanlar birolalımcılıkla şeyettireceği tahterevallilik, hoştumsal degetçilik sonucu çabalama kaptan gidemem noktasına fecaen gerilemişse gerilemiştir.2
ii. Dilidışarıdalık (tongue-out): Ciddi gözüküldüğü ama öyle olunmadığı, alenen ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde konur; alımlayıcının kapasitesine duyulan bir güvensizlik vardır, gerçekten ciddiye alınma korkusu ağır basar ve kurulan oyun aslında kurucu tarafından bizzat yıkılır.
Örnek: Kadınların ve kadmayınların yanyanalıklarından yanak yanağa yanmanın yanısıra, haftasonlarında musluk tamir ettirmek de mümkünsel değildir.3
b) Abartılılık (excessivity): Parodi ve karikatürde de görülen abartma tekniği, normal boyutlarındayken bağlamına uyumlu unsurların, boyutları değiştirildiğinde (yani nitel ya da nicel olarak arttırılıp azaltıldığında) bu uyumu zorlaması ve giderek “saçma”nın alanına girmesi şeklinde kendisini ortaya koyar.
Örnek: Justine’i ne kadar sevdiğini ona kanıtlamaya çalışırken ne yapacağını şaşırıyordu; ona öyle geliyordu ki Justine’i göremediği zamanlar kalbi İskenderiye’nin yirmi altı mahallesine bölüştürülüyor, hafta boyunca kurulan her pazarda güneşe çıkartılıp sineklenmeye bırakılıyor, yük taşıyan katırlar kalp parçalarının üzerine işiyor, sonra bu parçalar siğillerle kaplanıyor ve sefil birer kurbağaya dönüşüyordu; o zaman kalbin yeniden kalp haline gelebilmesinin tek yolu, Justine’den beklenmedik bir telefon almak ya da beyaz giysileri içinde onunla sokakta karşılaşmak oluyordu, bir öpücükle uyandırılmak gibiydi bunlar.4
Abartılılıkta esasen iki yöntem kullanılır: süsleme (ornamentation) ve yokanlam (nonsense).
i. Süsleme (ornamentation): “La sagrada familia sendromu” olarak da adlandırılan bu yöntem, yalınlığın yok edilmesinin abartılı gerçekleştirimiyle hedefine ulaşır; o kadar ki, süsleme öğeleri çelişik bile olabilir.
Örnek: Önce adımı sayıklamaya başladı Susan; iniltiden haykırışa varan bir kreşendonun ucuna vardığımızda gelmeye başladı, sanki bir yamaçtan aşağı yuvarlanırmışçasına bana sıkı sıkı sarılıyordu, başını taşlara çarpmasın diye göğsüme saklamıştım, ot ve dallar bacaklarımızı, sırtımızı çiziyordu, bazen boşlukta kalıyor, sonra olanca ağırlığımızla çarpıyorduk yere ve yuvarlanmaya devam ediyorduk, yüzüm gözüm toz içinde kalmış, ağzıma kum dolmuştu. Sonunda dibe vardığımızda, gözlerini şaşkınlıkla açtı ve “Sörf tahtan paramparça olmuş,” dedi.5
ii. Yokanlam (nonsense): Kimi zamansa abartı, her türlü anlamı yoksayacak bir boyuta varır ve böylece hiperbolik bir şekilde saçma”ya ulaşılır.
Örnek: Bir elindeki tabancayı adamın kafasına dayamıştı, öbür eli ise, Birinci Dünya Savaşından kalma bir DX-8 tipi mayına benzeyen kıçında, patlatmaktan korkmaksızın geziniyordu.6
Yokanlam da kendi içinde üçe ayrılır: gerçeküstü (surreal), gerçekdışı (unreal) ve gerçekaltı (subreal).
1. Gerçeküstü (surreal): Düşsel motifler kullanarak “saçma” üretimi, özellikle gerçeküstücülük akımının boy vermesiyle yaygınlaşmış, günümüzde ise, sinema dilinin çokça kullandığı, ama yansımasını yazıda da bulan bir yönteme dönüşmüştür.
Örnek: Zürafanın bacağındaki çekmeceleri karıştıran Elena, portatif çekirge sürüsünün arkasında Michel’in sağ gözünü buldu, rahmine soktu, işedi.7
2. Gerçekdışı (unreal): Bu kategoriyi bir öncekinden ayıran şey, “saçma”yı oluşturan unsurların fantastik olmaması, ama gerçek de olmamasıdır.
Örnek: Atatürk’ün ayakları 46 numaraydı ve hiç kokmazdı; boyu da 1.70 olduğu halde, yanında kim durursa dursun daha uzun ve seksi gözükürdü.8
3.Gerçekaltı (subreal): Gerçeküstünün gerçeğe göre durduğu yer, gerçeğin gerçekaltına göre durduğu yere benzer.
Örnek: “Adınız?” “Sinem.” “Kodlayın.” “Samsun’un s’si, İzmir’in i’si–” “İzmir’in nesi?”9
c) İlişkisellik (relationality): “Saçma”nın yapımında, belki yukarıdaki örneklerde de zaman zaman dikkatinizi çekmiş olabilecek şey, hangi unsurların nasıl bitiştirildiği ya da ayrıldığının, ne tür bir bağlamın oluşturulduğu ya da parçalandığının belirleyiciliğidir. Özellikle eğretilemeler söz konusu olduğunda ilişkisellik ön plana çıkar.
Örnek: Ona güvenmemesi gerektiğini farkettiği günden beri her gece ayaklarını yalıyor, diliyle parmak aralarında kum taneleri arıyordu – intihar etmeye kalkışacağından ve bunu yapmadan önce elmasları yutacağından emindi.10
İlişkiselliği iki alt başlıkta inceleyebiliriz: Sıkıştırıcı kopuşturum (compressive disjunction) ve uyumsuz bitiştirim (disharmonic conjunction).
i. Sıkıştırıcı kopuşturum (compressive disjunction): Bu teknik; bağlamdan kopartma suretiyle anlamın bir unsurda sıkışıp kalması, bağlam içinde anlamlıyken, tek başına kaldığında o anlamı taşımak zorunda kalmasının “saçma”ya yol açması şeklinde açıklanabilir.
Örnek: Kolundan yakaladı ve kaçmasına izin vermeden yere indirip üstüne çullandı, boynunu, saçlarını, yanaklarını, neresi gelirse öpmeye başladı, bir yandan da omuzlarını, belini avuçluyordu. Sonra arkadaşları da katıldı. Son dakika golünün sevinci bir başka oluyordu.11
ii. Uyumsuz bitiştirim (disharmonic conjunction): Burada bir altbaşlık olarak ele aldığımız bu teknik, aslında mizah sanatının temel taşlarından birisidir. İlgili literatürde “yerdeğiştirme” olarak da anılan bu teknik gerçekte daha geniş bir alanı kapsamaktadır (nitekim yerdeğiştirmeye tekabül eden “ornatım”ı, “uyumsuz bitiştirim”in bir alt kolu olarak az sonra inceleyeceğiz). Unsurların beklenmedik, alışılmadık bir şekilde yan yana getirilmesinin yarattığı uyumsuzluk giderek “saçma”ya yol açabilmektedir.
Örnek: Clark Kent tam pantolonunu çıkartıyordu ki telefon kulübesinin kapısı hışımla vuruldu. “Beyefendi biraz ayıp olmuyor mu?” dedi hışmın sahibi Margaret Thatcher, hala güzeldi, “ben iki dakikalık konuşacağım, acelem var, çıkın lütfen!” “Biraz bekleyeceksiniz,” dedi Kent, gülümsemeyi ihmal etmeden, “bu arada, bir parça tuvalet kâğıdınız var mıydı?”12
Uyumsuz bitiştirim ikiye ayrılır: mantıksal dizimbozum (logical de-sequencing) ve ornatım(substitution).
1. Mantıksal dizimbozum (logical de-sequencing): Burada, mantıksal beklentilerin oluşturduğu zincir bozulur ve bir halkanın ardından, akışı bozacak türden bir halka konur.
Örnek: Üç yaşındayken ilk romanını, altı yaşındayken otobiyografisini yazdı. Yedi yaşında ilkokula başladı, ancak okuma yazma öğrenmesi normalden uzun sürdü. On iki yaşında ekmek kabuğu çalma suçundan idam edildi. On yedi yaşında bir çamaşırhane açıp mazbut bir hayat sürmeye başladı.13
Mantıksal dizimbozumun bir türü tümevarım (induction), bir diğer türü de tümdengelimdir(deduction).
a) Tümevarım (induction): Tekten tüme giden yolda yapılan dizimbozumlar bu gruba girer.
Örnek: Hale’ye karşı duyduğu sevecenliğe benzer duygunun, aşk boyutundan tümüyle yoksun olduğunu itiraf etti Okan; zaten kadınlarla şimdiye dek olan bütün ilişkilerinde bir yandan şımartılmayı istemiş, bir yandansa doludizgin yaşamaktan ürkmemiş miydi?14
b) Tümdengelim (deduction): Çıkarım “hata”sı yapılarak oluşturulan “saçma”lar bu gruptadır.
Örnek: Prezervatif kullanmaktan hoşlanmıyordu, dolayısıyla Joelle’in kırmızı ojesini memnunlukla karşılaması beklenemezdi.15
2. Ornatım (substitution): Bir unsurun yerine, anlam bütünlüğünü zedeleyecek başka bir unsurun konması ornatımdır, ancak burada mantıksal akışın bozulması yukarıdaki anlamında şart değildir; eğretileme tekniğini daha çok çağrıştırır.
Örnek: Witmayer her sabah yaptığı gibi işe giderken şapkasını öptü, karısının başını koltuğunun altına sıkıştırdı ve ıslık çalarak çıktı.16
Ornatımın iki çeşidi vardır: abartılılık (excessivity) ve mantıksal dizimbozum (logical de-sequencing).
a) Abartılılık (excessivity): Yerine koyma işleminin “saçma”yı yaratabilmesi için zaten bir abartı unsurunun varlığı gereklidir, daha doğrusu bu işlem kendiliğinden bir abartı hissi yaratır; yani bu kategorik ayırım nitelden ziyade niceldir.
Örnek: Göbek çukurundan, göğüslerinin arasındaki vadiye yalayarak çıkarken yarattığı sel, biraz aşağıda ihtişamlı bir şelaleye dönüştü ve yatak odasını kaplayan ayışıklı çağıltı, komşuların tavana, duvarlara, yerlere vurmasına, kapıları çalmasına ve giderek yumruklamasına yol açtı; ama ses o denli kaplayıcı ve yalıtıcıydı ki, corn flakes yerken kendi düşüncelerini bile duyamıyorlardı.17
b) Mantıksal dizimbozum (logical de-sequencing): Unsurların yerdeğiştiriminde akıldışı bir mantık silsilesinin kullanılması mümkündür.
Örnek: Corelli, mandolinini yere bırakıp pencerenin önüne gitti; aşağıda, Prensi karşılamak için toplanmış ve bir Warhold tablosundan fırlamışçasına bağırıp çağıran kalabalığı gördü ve üzerlerine işemek için dayanılmaz bir istek duydu. O sırada içeri giren ve durumu sezen karısı, göğüslerini ortaya çıkartacak şekilde bluzunu indirip Corelli’ye yaklaştı. Onu böyle görünce Corelli’nin dikkati dağıldı ve karısının üzerine işedi.18
Mantıksal dizimbozumu oluşturan belirtileri üç gruba ayırmak yerinde olacaktır: ciddenlik(seriousliness), saçma (absurd) ve mantıksal dizimbozum (logical de-sequencing).
i. Ciddenlik (seriousliness): Kendini ciddiye alan, hatta mantıklı olduğunu sanan ve bunda direten bir mantıksızlığın “saçma”ya yol açacağı ortadadır.
Örnek: “Kime geldiniz?” diye sordu pencereye çıkan atletli adam. “Birisine mi gelmem gerekiyordu?” dedi McAlcott, gecenin sessizliğinin bozulmasına elinden geldiğince katkıda bulunarak. “Zil mi bozuk?” dedi adam. “Bilmem.” “Ama ıslık çalıyordunuz?” dedi şaşkınlıkla. “Ziller çalışırken ıslık çalmak yasaklandı mı?” diye endişeyle sordu McAlcott. “Hayır, niye yasak olsun ki?” “Bilmiyorum, son hükümet değişikliğinden beri bir sürü yeni yasa çıktı da.” “Niçin ıslık çalıyordunuz peki?” dedi adam biraz sinirli bir şekilde, konuya dönmeye çalışarak. “Çok güzel bir gece, mehtap da var, bu bende hep ıslık çalma isteği uyandırır.” “Gecenin bu saatinde ve bu apartmanın önünde mi?” dedi atletli adam, tehlikeli bir hızla öfkeleniyordu. “Bu apartmanın diğerlerinden ne farkı var ki?” diye bağırdı McAlcott, o da kızmaya başlamıştı. “Bu ne demek oluyor?” “Komşu apartmanlarla olan sorunlarınız beni hiç ilgilendirmez anladınız mı?” dedi McAlcott. “Ne sorunu, benim kimseyle sorunum yok, en azından siz gelene kadar yoktu,” dedi atletli adam, bağırıyordu ama sesinde bir çaresizlik belirmeye başlamıştı. “Bu kadar bağırırsanız bütün mahalleyi uyandıracaksınız,” diye bağırdı McAlcott. “Ben mi? Ben mi uyandıracağım? Gecenin köründe uykumdan bir ıslık sesiyle uyanıyorum, apartmana bir misafir geldi ama kapıyı açtıramadı herhalde diye cama geliyorum ve bir manyakla çene yarıştırmak zorunda kalıyorum, sonra da rahatsızlık vermekle suçlanıyorum! Siz aklınızı kaçırmışsınız!” diye camları zangırdattı atletli adam. “Bakın size bir dost tavsiyesi,” dedi McAlcott sükûnetle, “toplum içinde yaşayacaksanız bazı kurallara uymanız gerekir. Gece vakti pencereye çıkıp böyle avazınız çıktığı kadar böğürmek büyük saygısızlıktır, üstelik ses tellerinize de iyi gelmez. Bundan kaçınmaya çalışın. Başaracağınıza inanıyorum. Kurallara uymak sizde çok stres yaratıyorsa arada sırada ıslık çalın, iyi gelir. Şimdi izninizle, gitmem gerek. İyi geceler.” McAlcott penceredeki adamı şapkasıyla selamladı ve kendi kendine “Ne insanlar var,” diye söylenerek uzaklaştı.19
ii. Saçma (absurd): Mantıksal anlamda saçmalayarak ornatım yapımı, “saçma”nın katmerlenmesini sağlar.
Örnek: “Ne bağırıp duruyorsun öyle?” diye sordu karısı, başını yastıktan hafifçe kaldırarak. “Şimdi de sen başlama lütfen, bu gece bir deliyle uğraşmak bana yetti de arttı,” dedi adam. “Aman iyi, kes sesini de yat,” dedi kadın, başını yeniden yastığa gömerek. “Bana masal anlatsana,” dedi adam. “Off, her gece her gece, başım ağrıyor, bıktım,” dedi kadın bıkkın bir sesle. “O zaman gün doğmadan başına neler geleceğini biliyorsun,” dedi adam. “Bayılıyorum şu senin ‘Bana Masal Anlatmayan Karılarımı Öldürtüyorum’ masalına. Sen onu anlat bari,” dedi kadın alaycı alaycı, bir yandan da yorganı başının üstüne çekerek. Bu saçmalıklar adamın canına tak ettiğinden muhafızlarını çağırdı.20
iii. Mantıksal dizimbozum (logical de-sequencing): Mantıksal dizimbozumun dizimini mantıksal olarak bozmak suretiyle yapılacak ornatımın gerçekten “saçma” olacağını belirterek tipoloji denememizi sonuçlandırıyoruz.
Örnek: “Götürün ve şafak vakti kellesini uçurun,” dedi adam. “Nasıl yani, boğmayacak mıyız?” dedi şef muhafız. “Şefim, niye boğalım, siz öyle ölmek ister miydiniz?” dedi şefin yardımcısı. “Gürültü etmeyin, uyuyacağım,” diye diklendi kadın. Adam tam yatağın altındaki baltasını kapmış, kadının boynuna indirecekken, sirenler, çanlar ve ziller çalmaya başladı ve adam uyandı. “Tanrım, hepsi bir rüyaymış,” dedi rahatlayarak. Kollarına yapışan üniformalı iki adamaysa ilk önce bir anlam veremedi, süpermarkette raftan aldığı baltayla yedi müşteriyi doğradıktan sonra kapıdan yürüyerek çıkmaya çalışırken, baltanın parasını vermediği için yakalandığını anlaması gereğinden uzun sürdü. Gördüğü kötü muameleyi büyük bir günlük gazetenin tüketici sayfasına yazarak süpermarketi kamu nezdinde şikâyet etti; özür dileyen bir mektup yazan süpermarket müdürü, baltanın kuru temizlenmesini üstlenmeyi teklif ettiyse de, kalbi kırılan müşterisini ilelebet kaybetmiş olduğunu acıyla öğrenecekti.21
1996
Notlar:
1 Jeremy J. Lewis; When A Man Loves A Woman: A Brief History Of Natural Calamities; Bantam, Londra (1992); s.32.
2 Sönmez Barut; Börekçiler; Arbat, Ankara (1989); s.16
3 Küçük Fuat; Aparttım Koparttım; Halvegidiş, İstanbul (1982); s.3.
4 Lawrence Darral; The Four Ages of Alex Andria; Cromwelle, New York (1954); s.389.
5 Henry Tiller; The Suckling; Mender, New York (1945); s.211.
6 Bell Hookes; Man No More; Troy, Chicago (1985); s.65.
7 Andrés Beton; A la Recherche du Swan; Gallimorte, Paris (1928); s.24.
8 Salih Sıtkı Hatay; Ankara’nın Eteklerinde; Sayan, Ankara (1972); s.76.
9 Hami Çağcıl; Bilimsel Tetkikler; Anka, İstanbul (1980); s.13.
10 Ian Flamance; Naked Rifle; MIT, Boston (1967); s.116.
11 İslam Çapa; Futbolcuyuz Ama Önce Erkek; Ulusal, İstanbul (1988); s.42. Burada “saçma”nın oluşumunun, futbolcular hakkındaki beklenti ve önyargılara bağlı olduğuna dikkatinizi çekmek isteriz.
12 Janet Jocksohn; The Duperman Strikes Back; Norton, New York (1969); s.78.
13 Pecker Wode; Memoirs; Penguin, Londra (1978); s.19.
14 Salim İlerler; Her Gece Her Gece; Adım, İstanbul (1981); s.97.
15 Sheer Kite; Keeping Up With A Good Woman; Clarion, Los Angeles (1993); s.239.
16 Olivier Sucks; The Man Who Thought His Wife Was A Hat But Soon Realized She Was A Bowling Ball; Pentagrain, New York (1986); s.136.
17 Tomris Uygun; Mayonezli Soda; Canlar, İstanbul (1983); s.24.
18 Salmon Rusher; Midnight Dancing; FSG, Londra (1979); s.199.
19 James Furber; Can We Do Without Sex and Other Bedtime Stories; Viking, New York (1956); s.43.
20 Michel Bateire; Reconnaisance; Seul, Paris (1976); s.84.
21 Hüseyin Cüreklibatur; Sanki, Belki, Bazen: Ataerkil Toplumlarda Güçlü Kadın Tipinin Yaratılışı ve Sürdürülmesi, yayımlanmamış doktora tezi; On Altı Mart Cuma Üniversitesi, İzmir (1996); s.436.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
adınızın görünmesini istiyorsanız ama google hesabınız yoksa lütfen yorumunuzun sonuna adınızı ekleyin.