türkler korkusuz millettir, biliyorsunuz. müslümanlar da öyle, hiçbir şeyden korkmazlar. hele müslüman türkler müthiştir, korkuyu o kadar bilmezler ki çeviri yaparken bile korku sözcüğünü kullanamazlar (tiyatronun ne olduğunu bilmeyen arapların vaktiyle aristo'yu çevirirken "trajedi" diyememeleri gibi). onlara korku duygusunu yaşatmaya yaklaşabilen tek şey, etnik olarak türk olmayan ve dini olarak da müslüman olmayanlardır.
mesela türkiye'de yaşayan rumlar. sayılarının 1496 olduğu tahmin ediliyor, ki bu benim kitaplarımı okumuş insanların sayısından bile düşük. fakat rumlardan korkuyoruz. türkiye'de yaşayan bir müslüman türkün, canlı bir rum tanıma olasılığı inanılmaz derecede küçük; korkuyu besleyen belki de bu bilinmezlik. ama bu kadar bilinmez, bu kadar acayip yaratıklar değildi rumlar, biliyorsunuz - biz bu topraklardan sürene kadar yani. 1900'leri, kurtuluş savaşı'nı, mübadeleyi filan demiyorum, 20. yüzyılın ortasından bu yana olan süreden söz ediyorum; imroz'un, kurtuluş'un, kadıköy'ün, adaların filan boşaltılmasından, "rum evleri"ne girip bir güzel yerleşmemizden, yeni nesil rumların bir punduna getirip buralardan kurtulmaya çalışmasından söz ediyorum. yine bu cümleden olmak üzere: 2011 yılında, gayrimüslim gayritürklere karşı hala ayırımcılık yapıldığının farkındasınız değil mi - askerlikte, "devlet"te (ve tabii ki "özel"de)? ayıptır yahu; hiç mi utanmıyoruz?
bütün bunlar nereden çıktı, neden dellendim durduk yerde - bu akşam esra'yla bir konsere gittik, yunan şarkıcı glykeria ("şeker kız candy" demek) gelmiş, bir konser salonunu dolduran rumlara şarkı söylüyordu - salonda herhalde 700-800 kişi vardı, demek ki bizim gibileri ve turistleri (ki ben de kendimi turist gibi hissetmedim değil) düşersek, istanbul'da olup da yürüyebilen-evden çıkabilen rumların çoğu gelmişti. çok tuhaf bir histi - bırakın korkmayı, bu insanları korumak lazım, diye düşünüyor insan ister istemez; korumak da yetmez, gidenlerden hiç değilse bir kısmının dönmesini sağlamak (hazır yunanistan'da işler boka sarmışken), sayılarının hiç değilse bir 40-50 bine ulaşması için çabalamak lazım, tamamen doğal yaşamı koruma mantığıyla. bir de kutlamak lazım - bu ülkede, bunca düşmanlığa rağmen yaşamaya hala cesaret ettikleri için. buna yaşamak denirse.
tabii aynı şey ermeniler ve yahudiler için de geçerli; aslında genelleyecek olursak, "ortalama türk vatandaşı" tipine uymayan herkes için geçerli. vasatlaştırma/ vasatileştirme içgüdüsünün temeli asabi bir korkuya dayanmıyor mu?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
adınızın görünmesini istiyorsanız ama google hesabınız yoksa lütfen yorumunuzun sonuna adınızı ekleyin.