5.12.10

hav mevsimi

(av mevsimi'ndeki sönük sürprizleri öğrenmemeyi yeğliyorsanız yazıyı okumamanız önerilir.)

televizyon kanalları vasat üstü yabancı polisiyelerle dolu artık; polisiye film yapmaya soyunanların bunu yok sayması mümkün değil. ama yavuz turgul, av mevsimi'nde tam da bunu yapmış - herkes ilk polisiyesini bu filmle seyredecek gibi davranmış. filmin kendini inanılmaz çabuk ele veren sürprizsiz sonundan, emniyet müdürlüğü çekimlerindeki acemiliklerden, inişli çıkışlı oyunculuk grafiğinden söz etmeyeceğim; senaryoyla ilgili sorunlar benim daha çok ilgimi çekiyor bu filmde.

en temel sorun, aslında bu hikayenin hiç olamayacak olması tabii. hikaye, dirsekten kesilmiş bir kolun, dağda bayırda bir nehrin kıyısında bulunmasına dayanıyor. filmin sonunda öğreniyoruz ki, böbreği alınan bir kız (pamuk), sonra öldürülüyor ve nedense parça parça ediliyor, yine nedense gömülmek için olabilecek en kötü yer seçiliyor, yine nedense doğru dürüst gömülemiyor ve hiç anlaşılmaz bir biçimde, suya karışan parçası o kol ve el oluyor. bu temel çıkış noktasının inandırıcılığı ya da mantığı o kadar yok ki, insan şaşakalıyor. ek bir komiklik de, kolun bulunduğu yerin, (filmin en sonunda öğrendiğimize göre) katilin av evinin hemen dibinde olması - oysa polis, daha ilk başta gelmesi gereken bu mekana film boyunca hiç gelmiyor; ferman buraya ancak olayı çözdükten sonra, battal'a bildirimde bulunmak için geliyor. yani hikayenin hiç olamamasını geçersek, filmin ilk yarısı da (diğer şüphelilerin peşinden gidildiği bölüm) olamıyor aslında.

napolyon, yenilgiden sonra komutanına sormuş ne oldu diye, komutan da "top mermimiz bitti" diyince, "yeter, gerisini sayma," diyerek onu susturmuş ya, ben de lafı fazla uzatmayayım. gizemin çözülme sürecinin basitliği ve barizliği, işaret edilmesi gereken ikinci nokta. zorla geciktirilmiş çözülme noktası filmin hem temposunu düşürüyor, hem de beklentiyi artırdığı için sondaki hayal kırıklığını da büyütüyor. çömezin antropoloji öğrencisi olması ve yazdığı tez, patlamayan bir tabanca olarak filmi süslüyor. idris'le eski karısının bir geceliğine yeniden birlikte olmaları, çok sırıtıyor. ferman'ın karısının da böbrek yetmezliği çekmesi ama battal'dan çok farklı, çok daha insani bir yolu seçmiş olması, yersiz bir ahlak dersinden öteye gitmiyor. filmin tek akılda kalacak sahnesi, cem yılmaz'ın bir emeklilik kutlamasındaki cümbüşlü şarkısı herhalde.

av mevsimi, "havlayan köpek ısırmaz" sözünü doğruluyor - bunca ses ve öfke, hiçbir anlama gelmiyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

adınızın görünmesini istiyorsanız ama google hesabınız yoksa lütfen yorumunuzun sonuna adınızı ekleyin.