12.1.24

“Ofelya bence de benim en rahat okunan kitabım”

- Sizin külliyatınıza “kült eserlerin yeniden yaratıldığı bir külliyat” demek doğru olur mu? Çünkü Ofelya’yı elime alır almaz aklıma gelen ilk eserlerinizden biri geçen sene okurla buluşan Son Kişot oldu.

Böyle bir yenidenyazım damarı var evet. Son Kişot’a adını veren öykü (tahmin edilebileceği gibi) Don Kişot hikayesi üzerine kuruluydu, Gizli Hava Müzesi’nde altı yazarın “ağzından” altı öykü yazmıştım, 19 bir anlamda Kuran’ın ve peygamberin biyografisinin yenidenyazımıydı, Y'nin üç bölümünden biri, Pinokyo’nun yenidenyazımıydı. Sincaplı Gece de aslında bir açıdan ilk romanım 7’nin de bir yenidenyazımı, çok soyutlayarak bakıldığında. Tabii her birinde farklı stratejiler söz konusu – yeniden yazmanın çeşitli biçimleri var.

- Öyleyse neden bunu tercih ediyorsunuz?

Güzel soru. Ben yazmaya böyle başladım, beni etkileyen öykülere benzer öyküler yazmaya çalışarak. Bir dönem O. Henry öykü ödüllerinin okul kütüphanesindeki bütün yıllıklarını okudum, bu da bana oldukça verimli bir panoramik bakış sağladı, öyküde neler yapılabilir, neler yapılıyor konusunda. Bunların arasında beni çarpan öyküleri çalışmaya başladım – kurgu, karakter, cümle yapısı, betimleme, tempo, ironi, diyalog gibi konularda yazar ne yapmış, neyi tercih etmiş, neden etkili olmuş, ben buna benzer bir şey yapsam ne yaparım, nasıl yaparım. Herkese öneririm, çok etkili bir temrin bence. Sonrasında bunu sadece bir egzersiz olarak değil, özgün bir yapıt ortaya çıkarmaya çalışırken de uygulanabilecek bir yöntem olduğunu gördüm, ki sanatın başka dallarında bu zaten çok yaygın olarak kullanılan bir çıkış noktasıdır. Caravaggio’nun bir temasını alır, onun üzerine kendi yapıtınızı inşa edersiniz. Weiss’ın bir temasını Bach kullanır, Bach’ın bir temasını Sibelius kullanır, Sibelius’un bir temasını da Duke Ellington kullanır. Cover dediğimiz şey zaten yenidenyazım. Bu stratejinin getirisi şu – bir yandan kendinizi çok sevdiğiniz bir yapıtın içine koyuyorsunuz, yeni bir diyara gitmek gibi bir şey bu, bir dolu şey keşfediyorsunuz, onun heyecanı çok ayrı; bir yandan da o yapıtın içinde kendinize bir alan açıyorsunuz, yapıtın bazı niteliklerini temel alarak kendi alanınızı şekillendiriyorsunuz. Bu bir kısıt gibi görünse de kısıtlar aslında yaratıcılığı körükler – İran sinemasının tamamı buna güzel bir örnek oluşturur, ölçülü uyaklı şiir yazmak da öyle – beyninizi farklı bir biçimde çalışmaya zorlamış olursunuz ve beklenmedik güzellikler çıkabilir, şansınız yaver giderse.

- Ayfer Tunç’la 2001 yılında yaptığınız bir söyleşide “Benim için her kitap, içinde mimari ve mekanik problemler barındırır, daha doğrusu kitabı kurmak, benim için öncelikle bu problemleri kurmak, sonra da çözmektir.” diyorsunuz. Ofelya’nın mimari ve mekanik problemlerini kurmak ve çözmek ne kadar sürdü?

Uzun. Yıllarca. Fraktal geometri ilkelerini kullanarak bir metin yazma fikri kafamda çok eskiden beri vardı, ama nasıl yapacağımı bir türlü kestiremiyordum; böyle bir yapıyı gerekçelendirecek bir anlatı bulmaya çalışıyordum aynı zamanda, onu da bulamıyordum. Başarısız bazı denemelerim oldu, sonunda bıraktım, belki bir gün çözerim dedim. Ofelya’nın hikayesi üzerinde çalışırken bir yandan Ofelya’nın kendisini ortaya koyuş biçimini iki eksende değerlendirebileceğimi gördüm: Bir eksende aksiyon ve reaksiyonları, diğer eksende duygu ve düşünceleri koyduğumda Ofelya’nın yolculuğunun grafiği ortaya çıkıyordu. Diğer yandansa Shakespeare’in Hamlet’i kurgulayışında başta çok düşünme-az aksiyon içeren bir noktadan, az düşünme-çok aksiyon içeren bir finale nasıl gittiğini fark ettim. Bu sonuca yapısal olarak ulaşmanın yollarından biri de, gittikçe kısalan bölümler kullanarak tempoyu artırmaktı. Bu iki çıkarım, fraktal geometriyi kurguya uyarlamanın anahtarını sundu bana. Kristalleşme yapısı da giderek küçülen ek geometrik biçimler ve bunların çoğaltılması üzerine kurulu, bilindiği gibi. Dolayısıyla hem nasıl yapacağımı, hem de neden yapacağımı bulmuş oldum.

- Shakespeare’in Hamlet’i, Ophelia’ya -ve kadınlara- yerli yersiz namuslu ve edepli olma dersleri veren, haddi olmadan eleştiren dengesiz bir karakter. Ophelia’ın ölümü ise bugün pek çok editörün müdahale edeceği kadar havada kalmış... Şartlar böyleyken neden bir oyun olarak Hamlet’i bu kadar seviyorsunuz, seviyoruz?

Herkesin kendisine göre nedenleri vardır tabii ama benim etkilendiğim yönlerinden biri, Shakespeare’in bu kadar edilgen bir karakterden bu kadar gergin ve sürükleyici bir trajedi çıkarabilmiş olması. Sonuçta Hamlet, 1600’lerin başında yazılıp oynanmaya başlamış bir yapıt; izleyicisi de elit ve eğitimli bir kesim değil, ortalama halk; bugün Kızılcık Şerbeti’ni izleyenler o zamanlar Hamlet’i izliyordu. O yüzden Shakespeare oyuna bir aşk ilişkisi giydirdi, Rosencrantz ve Guildenstern gibi karakterlerle komiklik unsuru kattı, Horatio’yla örnek bir erkek arkadaş yaratıp izleyicinin hayranlığını beslerken Claudius’la içten pazarlıklı bir erk sahibi yaratıp izleyicinin bilenmesini sağladı. Baba Hamlet’i hayalet yaparak fantastik öğe bile kullanmış oldu! Ve tabii ele aldığı insanlık meseleleri o zaman da evrenseldi, bugün de öyle. Dil yeteneğine hiç girmiyorum. Hamlet bir anlamda bir anti-kahraman, ama Shakespeare buradan da izleyiciye bir özdeşlik kurma fırsatı çıkarıyor – zor bir durumda, hiçbir şey yapamaz durumda, peki ama siz ne yapardınız, yapabilir miydiniz? Unutmayalım ki o dönem aynı zamanda İngiltere’de şeref cinayetinin geçerliliğini yitirdiği, size karşı işlenen suça kendinizin ceza biçmenizin artık kabul edilmez bulunmaya başladığı bir dönem – Hamlet babasının intikamını alabilecek mi, nasıl alacak diye oyunu seyredenlerin kafasında ayrıca bir de intikam almalı mı sorusu var.

- Anladığım kadarıyla uzun zamandır “akıl ve delilik” hakkında düşünüyorsunuz. Bir söyleşinizde “Deliliğin sağlam bir şekilde var olabilmesi için akıl gerekir insana. Tabii akıl da sağlam biçimde var olabilmek için arada bir delirmelidir. Bu yüzden birbirlerinin nöbetini tutarlar.” diyorsunuz hatta. Hamlet ve Ophelia da sizi bu konuda düşünmeye iten karakterlerden mi?

“Though this be madness, yet there’s method in’t” – Polonius bunu Hamlet için söyler, delilik bu ama bir mantığı var anlamında. Hamlet oyun boyunca bu gri alanda dolanır, gerçekten deli mi yoksa deliyi mi oynuyor çok belli olmaz, bu belirsizliği de kendi lehine kullanır; yoruma bağlı ama belki de arada sırada gerçekten şirazesinden kayar, sonra toparlar. Ophelia için de aynı şey geçerli – her ne kadar Shakespeare ona “aşkından deliren genç kız” gömleğini uygun görmüşse de bazı ayrıntılarda onun da deli sanıldığı anlarda gayet de akıllı olduğunu düşündürtür. Mesela sonlara doğru Ophelia çiçekler hakkında bir şarkı söylemeye başlar durduk yerde, sahnedekiler “vah vah” der ama Ophelia burada bir “mesaj kaygısı” güdüyor gibidir, herkese bir çiçek atfederken kendisine sedefotunu verir. Bunun ne anlama geldiğini söylemeyeyim ama bu ayrıntıyı romanda kullanmamak yazık olurdu!

- Hamlet Shakespeare’in en uzun ve yıllardır en çok analiz edilen, “didiklenen” oyunu ama Ofelya sizin en kolay okunan ve (yanlış hatırlamıyorsam) en kısa metniniz. Bu gülümseten tezatlık sizi nasıl motive etti?

Çok uzun zamandır yazıyorum gibi geliyor bana; ilk kitabım Noktanın Kesişimleri Antolojisi’ni okuyan Tomris Uyar demişti ki, “Anladık zekisin ama gözümüze sokman şart mı?” İki yıl sonra 7 yayımlandığında, hakkında çıkan ilk yazının başlığı “Bu roman zeki okur için!”di. Başlarda bunu benimsemeye çalıştıysam da (Okuyanus iki kitabımı yayımladığında “Türk edebiyatının oyun kurucu elemanı” yazan bir poster yaptırmıştı) aslında bu bir tür lanet oldu benim için. Son dönemdeyse çok daha basit şeylerden okurumu yıldırdığımı gördüm – Zamanın En Kısa Hali’nde bazı bölümler tekrar eder, irili ufaklı değişikliklerle; bunu “yazar çalakalem yazmış” ya da “bu ne özensiz bir yayınevi” diye değerlendirenler oldu. Dedim ki ölmeden düz, derli toplu, ne dediği belli bir kitap yazmam lazım. Fraktal geometriydi, yenidenyazımdı bunlar da işi biraz karıştırıyor tabii ama saptamanıza katılıyorum, Ofelya bence de benim en rahat okunan kitabım. Umarım gerçekten de öyledir.

- Fraktal yapıyı kullanırken neden Ofelya’yı hem kahraman bakış açısında hem de sınırlı üçüncü şahıs açısında gördük? Ya da bu onun hikayesi ise, neden Ofelya’nın “tamamen” içinde değildik, böylesi ona çok daha büyük bir kendini ifade etme şansı olmaz mıydı?

Bunu sanıyorum yukarıda açıklamış oldum.

- Shakespeare’in Ophelia’sına bir şans verdiğinizde keşke birileri Kraliçe Gertrude’a da bir şans vermeyi düşünse demiştim. Sizin de bunu düşündüğünüz oldu mu? Çok karanlık, etkileyici bir metin olabilirdi!

Hamlet o açıdan da bir maden bence. Nitekim Tom Stoppard da Rosencrantz ve Guildenstern Öldü adlı bir oyun yazdı – çok matraktır, filmi de çekildi sonra.  

- Bu yapıyı Ofelya dışında kim için kullanmak isterdiniz?

Ben payıma düşeni yaptım sanıyorum, isteyen istediği için kullansın.

- Meraklı ve üretken olduğunuzu biliyoruz! Gelecekteki çalışmalarınızdan da bahseden misiniz?

Bir süre bir şey yazmam diye düşünüyorum. Son Kişot’ta yer alan “Redaktörler”in devamını yazmak gibi bir hayalim var, bir de kendilerine özel bir dil kuran iki sevgilinin aşkını sözlük formatında anlatan bir roman fikrim var. Bakalım.


Selin Kurugül, Kitap-lık 231, Ocak-Şubat 2024

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

adınızın görünmesini istiyorsanız ama google hesabınız yoksa lütfen yorumunuzun sonuna adınızı ekleyin.