27.3.12

reklamcının ihaneti

yapı kredi, güzel bir iş yapmış, yapı kredi yayınları'nın değerini bildiklerini ifade eden tam sayfa bir reklam vermiş, ben radikal'de gördüm: "bir banka olarak en değerli kağıtlara yatırım yapıyoruz." yky'nin bugüne kadar 3500 başlık yayımladığını, yılda bir milyon kitap bastığını, yurt çapında kitapçılar açmayı da sürdürdüklerini vurguluyor reklam. eski bir yky'li olmasaydım bile gurur duyardım. yky'nin yanı sıra ykb'nin kendisini de, bu farkın farkında olmalarından ötürü kutlarım.

ancak, reklamda bir tuhaflığın dikkatimi çektiğini de söylemeden geçemeyeceğim (bunun geldiğini biliyordunuz herhalde!). tam sayfa olarak kullanılan kitap görseline yakından baktığınızda, bunun bir yky kitabı değil, lehçe yazılmış bir polonya kitabı olduğunu görüyorsunuz. koskoca yapı kredi yayınları'nın o 3500 kitabı arasında, reklama konacak kadar yakışıklı tek kitap yok mu demek bu? opel reklamında renault görseli kullanmak gibi birşey. reklamı hazırlayan ajans (m.a.r.k.a), zahmet edip o 3500 kitap arasından bir tanesinin (kazım taşkent dizisinden olabilir, büyük boy kitaplardan olabilir, edebiyat dizisinden de olur) fotoğrafını çekmemiş, belli ki internetten 10 dolara görsel indirmiş, çakmış. biraz ayıp olmuyor mu? bu nasıl "çizgi üstü", hangi çizginin üstü, diye sormazlar mı?

18.3.12

"deneysellik peşinde değilim"


[melisa kesmez, radikal, 16 mart 2012]

Eksiltmeli öykülerini topladığı “Tekerleksiz Bisikletler” ve kült romanı “7”nin yeni baskısıyla, edebiyat alışkanlıklarımızı zorlamaya devam ediyor Cem Akaş.

Tekerleksiz bisiklet olur mu? Tekerleklerinden mahrum bırakılan bir bisiklet yitirir mi bisikletliğinden bir şey? Ondan beklenileni karşılayabilir mi? Tekerlekleri yok ama ya kanatları varsa? Yani uçarsa? Cem Akaş’ın bilerek ve isteyerek eksilttiği, bir tür olarak öykünün bilindik haliyle olmazsa olmazlarından mahrum bıraktığı öykülerini tek bir çatı altında toplayan ‘Tekerleksiz Bisikletler’, bisikletlerin tekerleksiz de olabileceğini ispatlıyor. “Bir öykü, içinden neler eksiltilirse öykü olmayı sürdürür?” sorusuna yanıt arayan kitap, bir yandan eksilirken, bir yandan beklenmedik yeni bir fonksiyon kazanarak kanatlanan öyküleriyle ezber bozuyor. Akaş’ın blog’unda not düştüğü, “dille, olay örgüsüyle, karakterleriyle, betimlemeleriyle, anlamıyla ilgili pek çok unsur var ‘öykü’ dediğimiz şeyin içinde; bunları eksiltmek, onu işlevsiz hale getirir mi, hangi noktada getirir, yoksa bazı eksiltmeler, öyküyü tam tersine kanatlandırır mı?” meselesiyle hemaguş oluyor.

Bugüne kadar yazdıklarıyla en çok biçim ve dil bağlamında akıl kurcalayan Cem Akaş, hakkındaki “ne anlattığından çok, nasıl anlattığına önem verir” yorumlarını salakça bulduğunu gizlemiyor. Kendni yaftaların aksine “deneysellik” peşinde bir yazar olarak görmüyor; “Sadece anlatığım şeyi en iyi ve ona en uygun formda nasıl anlatabilirim diye düşünüyorum” diyor.

Tekerleksiz Bisikletler’de her öyküde başka bir şey deniyorsunuz. Ki sizin yazarlık serüveniniz bir tarz yaratma çabasının ötesinde özgür ve deneysel bir yolda ilerliyor aslında. Bu bilinçli bir tercih mi, yoksa öyle mi gelişti hep olaylar? 
Ben kendimi “deneysellik” peşinde bir yazar olarak görmüyorum. Sadece anlattığım şeyi en iyi ve ona en uygun formda nasıl anlatabilirim diye düşünüyorum. Bence “kendiliğinden öyle” yazan birkaç “deli yazar” dışında (Sevim Burak örneğin) her yazarın zaten yapması gereken bir şey bu. Benim yaptığım göze batıyorsa bu beni en iyi ihtimalle abdurrahman çelebi kılar.

Eksik öyküler bunlar. Bilerek ve isteyerek eksiltilmiş, aslında eksilirken çoğalmış öyküler. Kitabın kapağındaki tekerleksiz bisiklet gibi, tekerlekleri yok ama kanatları var. Sürmek imkansız ama uçmak mümkün. Öykülerden eksilttikleriniz okuyucuya ne olarak dönüyor sizce? Kanatlar neyi temsil ediyor? 
“Yaratıcı okur” olma olanağı sağlıyor belki. Bir tür yabancılaştırma etkisi de sağlıyor olabilir, yani okuduğuna kapılıp gitme zevkini elinden alır, ama karşılığında okuduğu şeyin neden öyle yazıldığı hakkında düşünme alanı/zorunluluğu yaratır. Bir de okuyacağı başka metinlerde “dolgu malzemesi”nden rahatsız olmaya başlamasına yol açabilir, böylece mutsuz okur olmasının önü de açılmış olur.

Öykünün sizde bir yazı biçimi olarak nasıl bir karşılığı var sizde? Yani mesela neden roman değil de öykü? Bazen roman olmak için yola çıkan bir metnin yolcuğunu öykü olarak bitirdiği oluyor mu?
Bu kitaptaki bazı metinler (“Eksiltilmiş Duygular Kütüphanesi” ve “Feniks’in Külleri”) benim roman niyetiyle yazmaya, notlar almaya koyulduğum metinlerdi. Borges’in taktiğine başvurmak bana cazip göründü burada: ikisi de roman olarak en az 300 sayfayı hak edecek projelerdi bunlar, üşendim; başkalarının çoktan yazmış olduğu kitaplarmış gibi yapmayı ve onlar üzerine yazmayı, onlardan parçalar almayı yeğledim.

Peki, tersi? Aklınızdaki bir öykü, yazmaya başlayınca yolu roman olarak tamamlayabilir mi? Tersi bana hiç olmadı – öyküden yola çıkıp kendimi romanda bulmadım.
İkisi arasındaki fark ne sizin için? Ekonomisi, arkitektoniği çok farklı, dolayısıyla yazara sundukları zevkler farklı.

Bir kitap yazmaya oturduğunuzda ya da yazım sürecince hayatınızın diğer alanlarında farklı mıdır ruh haliniz? 
Ben hayatın akışı içinde yazabilen biri olamadım ne yazık ki, yani sabah iki saat oturup üç sayfa yazan, yılsonunda bin sayfaya ulaşan bir yazar… Romanlarımı hep başka işleri bir yana bırakıp yazdım, bazen bir, bazen üç ayda (aktif yazma öncesi not alma, kafada evirip çevirme kısmını saymıyorum). O yoğunlaşmanın kafası hakikaten güzeldir. Uykum değişir, sokakta yürürken bazen kendi kendime konuştuğumu fark ederim, her şey romanıma dair bir işarete dönüşür, yazdığım metinle ilgili bir sürü şey rastlantı olarak karşıma çıkar vesaire. Evrenle aynı frekansta titreşmek gibidir.

Bir röportajınızda metinlerin artık kısaldığından bahsediyorsunuz. Artık yazarların da okuyucunun ister istemez daha küçük porsiyonlara yöneldiğini söylüyorsunuz. Buna ne neden oldu sizce? Bu sizin yazı pratiğinize tesir etti mi? Ki siz de bildiğim kadarıyla kısa yazmaktan hoşlanıyorsunuz? 
Öncelikle bunun aksi örneklerin bol olduğunu söylemeliyim. Parasının karşılığını sayfa sayısı olarak almak isteyen pek çok okur var, “genre” romanlarına gömülmeyi sevenler arasında özellikle. Ama çok yukarıdan bir bakışla, “kısa” ağır basmaya başlıyor bana kalırsa. Bunun pek çok nedeni olabilir, belki senfoni formunun gözden düşmesinin arkasındaki nedenlerdir bunlar, belki yazarlığın demokratikleşmesinin bir etkisi vardır.

Siz de kısa yazmaktan hoşlanıyorsunuz… 
Ben uzun yazdığımda bile hep kısa modülleri yan yana getirerek yazdım; hayatta kimse bana bir “Buddenbrooks” yazdıramadı, yazdıramaz!

"Edebiyat güzel söz söyleme sanatıdır" demiştiniz bir vakit. Hala öyle mi düşünüyorsunuz? 
Tabii. Ama “güzel”den ne kastedildiğine bağlı, değil mi? Burada 300-400 yıl öncesinin estetik kategorisi olarak “güzel”den söz etmediğim açıktır herhalde.

Bu kitapla bisikletlerin tekerleksiz olabileceğini ispatladınız. Sizce? Eksiltince öyküler yitirdiler mi bir şeyler öykülüklerinden? Tekerleklerin gerçekten de gereksiz olduğunu mu düşünüyorsunuz?
 Bazı şeyleri yitirdiklerine, bazı şeyleri kazandıklarına inanmak istiyorum. Gereklilik-gereksizlik meselesi değil aslında her zaman; başka birşeye dönüştürme meselesi. Örneğin Flaubert’in, Zola’nın, Nabokov’un, Beckett’in birer romanını farklı yöntemlerle eksilttim bu kitapta; o halleriyle yeterince iyi olmadıkları, fazlalıklar barındırdıkları için değil. Bu romanların “öz”ünü damıtmak mümkün olabilir mi, nasıl olabilir, onu görmek istedim. Bunu bazen hikayenin bence en kritik “an”ını bulmaya çalışarak, bazen de anlamı ve olay örgüsünü tümüyle atıp kalan şeye bakarak yaptım. “Badem özü”yle badem arasındaki, bademle DNA’sı arasındaki fark gibi bir şey belki.

16.3.12

kitabını senin yazdığını kanıtlaman için sana altı ay süre

26 şubat 2012'de fransa'da yeni bir yasa parlamentoda onaylandı: "20. yüzyılın ticari olarak satışta bulunmayan kitaplarının dijitalleştirilmesi hakkında yasa." yasanın tam metnine şuradan ulaşabilirsiniz: 

yazarlara karşı yayınevlerini koruyan bir yasaya benziyor bu. aynı zamanda da yeni e-kitap yayıncılarına karşı koruyor yayınevlerini. mesele şuradan kaynaklanıyor: 2001 öncesi sözleşmelerde, e-kitapla ilgili herhangi bir madde yok genelde. telif haklarının temel ilkelerinden biri de, açıkça devredilmeyen ve karşılığı belirtilmeyen tüm hakların yazarda kalması. dolayısıyla yazarlar, kitaplarının dijital haklarının sahibi durumunda, kitapları bir yayınevi tarafından basılıyor olsa bile. yayınevleri de şimdi harıl harıl, basmış oldukları kitapların dijital haklarını almak için yazarlarla yeni sözleşmeler yapıyor. bu yasa, bunu gereksiz kılıyor, çünkü dijital hakları otomatik olarak yayınevine veriyor. yazar buna itiraz edebiliyor tabii, ama öncelikle bu hakların kendisinde olduğunu kanıtlamak zorunda (oysa bunu kanıtlaması gereken taraf yayınevidir). ayrıca bu itiraz mekanizmasının nasıl işleyeceği de muallak. dolayısıyla bu hamle açıkça google gibi (ama daha küçükleri de var tabii) e-yayıncılara karşı konvansiyonel yayıncıları korumak için düşünülmüş. üstelik yayınevi bu hakkı aldıktan sonra üç yıl bekleyebiliyor.

bir de yazarı, vasisi bulunamayan kitaplar var - ticari olarak dağıtımda bulunmayan kitap başka, "yetim kitap" başka. yasa bu kitapların dijital haklarının, on yıllık bir bekleme süresi sonunda kamu kütüphanelerine verilmesini öngörüyor. sorunlu, ama ilginç. 

fransa'da bütün sektör ayakta tabii. işin ilginci, yazarlar ve korsanlar yasaya karşı birleşmiş durumda. "devlet en büyük korsanlığı yapıyor," diyorlar. 

bir de çeviri kitaplar meselesi var ki, nasıl çözüleceğini anlamış değilim. 

bir özetini vermeye çalışacağım:

* * *

Fransa Ulusal Kütüphanesi, Fransa'da 1 Ocak 2001'den önce yayımlanmış, ticari olarak bir yayınevi tarafından artık basılıp dağıtılmayan ve basılı ya da dijital biçimde mevcudu bulunmayan bütün yapıtların bir listesini çıkararak herkesin erişimine açık, online bir veritabanı oluşturacaktır.

Bu kategoriden herhangi bir kitabın bu veritabanına alınmamış olduğunu gören herkes, eklenmesi için başvuruda bulunabilir.

Bir kitabın veritabanında kayıtlı olması, L.132 12 ve L.132 17 no'lu maddelerin (Fransız Fikri Mülkiyet Hakları Yasası) geçerliliğini zedelemez.

Bir kitap veritabanında altı aydan uzun bir süre bulunduktan sonra, kitabın dijital olarak üretim ve gösterimi için yetki verme hakkı, Kültür Bakanlığı'nın onayladığı bir kolektif yönetim kurumuna (bundan sonra kyk) devrolacaktır.

Onaylanmış kyk'lar hem yazarları hem de yayınevlerini temsil edecektir, karar verici kurullarda yazar ve ve yayınevleri eşit sayıda temsil edileceklerdir.

Kyk'lar kendilerne devredilmiş hakları savunmak için yasal yetkilerle donatılacaktır. Toplanan ödemelerin hak sahplerine eşitlikçi bir biçimde dağıtılmasından sorumlu olacaklardır. Bir kitap için yazarına ödenen tutar, yayıncıya ödenenden az olmayacaktır. Kyk'lar mümkün olduğu kadar çok sayıda hak sahibini bulmak ve ödeme yapmakla, yapıtları yeniden erişilebilir kılmak için mümkün olduğu kadar çok sayıda yayın sözleşmesi yapmaya çalışmakla yükümlüdür. Ayrıca "yayın sözleşmesi"ne taraf olmayan hak sahiplerinin meşru çıkarlarını korumakla yükümlüdürler.

Ticari olarak satışta olmayan bir kitabın yazarı ya da yayın haklarını elinde tutan yayıncısı, kitabın dijital olarak çoğaltım ve gösterim hakkı verme yetkisinin kyk'ya aktarılmasına itiraz edebilir. Bu itirazlar kitap veritabanına kaydedildikten sonra altı ay içerisinde yazılı olarak kyk'ya yapılmalıdır. Bu itirazlar veritabanında kayıt altına alınacaktır. 

Altı aylık sürenin bitiminde yazar, kitabının çoğaltım ya da gösterim biçiminin onur kırıcı ya da adını lekeleyici bir nitelikte olduğunu düşünüyorsa, kitabın kyk kontrolünden çıkarılmasını sağlayabilir. Bu durumlarda ödeme yapılmaz. 

Bir kitabın kyk kontrolüne geçmesine itiraz eden bir yayıncı, kitabı iki yıl içinde yayınlamak ve kyk'ya bunu yaptığını kanıtlamak zorundadır. Kanıtlayamadığı takdirde itirazı veritabanından silinir ve kitabın dijital olarak yayınlanması için yetki verme hakkı kyk tarafından kullanılır.

Kitabın veritabanına işlenmesinden sonra altı ay içinde yazar ya da yayıncı tarafından bir itiraz gelmediği durumda kyk, kitabın basılı olarak üretme hakkını elinde tutan yayıncıya, kitabı dijital olarak da çoğaltma ve gösterme hakkını teklif edecektir. Bu teklif yazılı olarak yapılacaktır. Yayıncı iki ay zarfında yazılı bir yanıt vermediğinde teklif reddedilmiş sayılacaktır. Dijital yayın lisansı on yıllık süre için ve münhasıran verilecek, kendiliğinden yenilenecektir. yayıncının bu teklifi kabulü veritabanına işlenecektir.

Yazar, yayıncının kitabı basılı olarak çoğaltma hakkı olmadığını kanıtlayarak buna itiraz edebilir. Aksi takdirde yayıncı, kitabın dijital edisyonunu üç yıl içinde gerçekleştirmek ve kyk'ya bunu kanıtlamak zorundadır. 

Yayıncı bu teklifi kabul etmediği ya da belirlenen sürede dijital edisyonu gerçekleştirmediği takdirde, kyk kitabın dijital olarak beş yıllık bir süre için ve ücret mukabilinde münhasır olmayacak şekilde yayınlanması lisansı verme yetkisine sahiptir, bu lisans yenilenebilecektir. 

Bu koşullarda bir yapıtı yayınlama lisansı verilmiş herkes, 26 Mayıs 2011 tarihli e-kitap fiyatlandırma yasasına tabidir (bu yasaya göre e-kitap fiyatını yayıncı belirler ve indirim yapılmaz). 

Yazar ve kitabın yayın hakkını elinde tutan yayıncı, diledikleri zaman birlikte başvurarak kyk'nın kitabı dijital olarak yayınlanma yetkisini verme hakkını elinden alabilir. Bu durumda yayıncı on sekiz ay içinde kitabın elektronik edisyonunu yapmak ve bunu kyk'ya kanıtlamakla yükümlüdür.

Ticari olarak satışta olmayan bir kitabın yazarı tek başına dilediği zaman kitabı kyk'nın yetkisinden alabilir, bunun için kitabın L. 134-3'te tanımlanmış tüm haklarının (dijital çoğaltım ve gösterim hakları) kendisine ait olduğunu kanıtlaması gerekir. 

Kyk, kitap haklarına ilişkin lisans verdiği tüm kullanıcıları, bu kararlarla ilgili olarak bilgilendirmek zorundadır. Hak sahipleri, kyk'ya başvurmalarından önce yapılmış bir sözleşme uyarınca kitabın haklarının kullanılmasına itiraz edemez, bunun süresi en fazla beş yıldır ve münhasır değildir.

Bu maddelerin uygulanmasına dair yönetmelikler Devlet Konseyi kararnamesiyle belirlenecektir.

Yasa, bazı kitapların basılı olarak çoğaltılması hakkını elinde tutan kimsenin bulunamayacağını öngörmektedir. On yılın sonunda kyk, aksine bir hükmü gerekli kılacak bir neden olmadığı sürece, kamuya açık kütüphanelere bu tür kitapların ücretsiz olarak çoğaltılıp dağıtılması yetkisini verecektir. Bunun koşulu, bu yetkilendirmeden yararlanacak kurumun bundan herhangi bir maddi ya da ticari çıkar sağlamaya çalışmamasıdır.

Kitabı basılı olarak çoğaltma hakkına sahip herkes, bu serbest lisansın kyk'dan derhal geri alınması için dilediği zaman başvuruda bulunabilir.

Kyk'ların hak sahiplerini bulamadığı için satış gelirlerini dağıtamadığı durumlarda, bu gelirler on yıllık sürenin dolmasıyla yaratıcılığı destekleyen ve yazarlara yazmayı öğreten projelere ve kamuya açık okuma günleri düzenlenmesine aktarılacak, bu etkinliklerden kütüphaneler sorumlu olacaktır. Söz konusu tutarlar ve kullanılma biçimleri kyk'ların hazırlayacağı yıllık raporla Kültür Bakanlığı'na bildirilecektir.

Yazarları, yayıncıları, kitapçıları ve matbaaları temsil eden organizasyonlar, talep üzerine basım konularıyla ilgili ekonomik ve yasal konularda istişarelerde bulunacaktır. 

Yasa, onaylandıktan en geç altı ay sonra yürürlüğe girecektir. 





11.3.12

mühendisler ne okur?

Sanat Dünyamız dergisinin yayın kurulunda olduğum sıralarda bir gün, derginin satışlarını arttırmak için neler yapabileceğimizi tartıştığımız bir toplantıda, hazır bulunanlardan biri, elişi, örgü ve yemek konularına eğilmemizi önermişti; ciddi olup olmadığını anlamak için herkes dönüp ona baktığında da, Türkiye'de dergileri kadınların okuduğunu, o yüzden de onların ilgisini çekecek şeyler koymamız gerektiğini söyleyerek önerisinde tüm ciddiyetiyle ısrar etmişti.

O zamandan beri, demografik grupların okuma alışkanlıkları konusundaki araştırma ve genellemeler ilgimi çeker. Cinsiyet, öğrenim, yaş, coğrafi bölge gibi klasik parametrelerin dışında, 'medeni hal', gelir durumu, kütüphanesi olan bir evde doğma, hapse girmiş olma ve meslek gibi parametrelere bakıldığında anlamlı korelasyonlar bulunup bulunamayacağını merak ederim.

Bu bağlamda meslek grupları söz konusu olduğunda çoğu insan taksi şoförlerini, fahişeleri, doktorları, askerleri ve berberleri düşünür; benim aklımaysa ilk olarak mühendisler gelir. 'Hayata mühendis gibi bakmak' diye bir şey var; tarif etmesi çok kolay olmasa da, başınıza geldiğinde 'hah!' diyebilirsiniz. Çevirdiği katakulliden bir kişinin Türk olduğunu saptamak mümkün olduğu gibi, adres tarif edişinden ve hangi yazarları sevdiğinden hareketle, kişinin mühendis olup olmadığını anlamak da mümkün bence. Belki mühendis olduğum için; belki de bir mühendis sayesinde Italo Calvino'yla tanıştığım, sonraları Calvino ve Oğuz Atay tutkumu en çok mühendislerle paylaştığımı gördüğüm için. Sol beyin sağ beyin ayrımıdır belki de, bilemiyorum.

Sonunda mühendislerin en sevdiği yazarlar hakkında bir araştırma yapılmış olması beni epey duygulandırdı açıkçası. Çok bilimsel bir araştırma olduğu söylenemese de (en azından, tıraş köpüğü reklamlarında yer alan, kadınların bu konuda ne düşündüğü konusundaki iddialar kadar bilimsel sayılır yine de) listedeki kitapların çoğu, 'evet, tam mühendis işi' diye düşündürdü beni; paylaşmadan edemedim.

Richard Powers. 'Bilim'i (ve bilim adamlarını) kullansa da 'bilimkurgu' kullanımı minimumda. Mühendisler arasında en sevilen kitapları The Gold Bug Variations ('Altın Böceği Çeşitlemeleri') ve Galatea 2.2. Duygusal yönü güçlü. Douglas Hofstadter'le biçemsel ve tematik yakınlığı çok açık.

Umberto Eco. Yalnızca romanları, özellikle de ilk iki romanı. Gizem ve gerilim gibi jenerik malzemeyi, üstmetinsel ve postmodern amaçlar için kullanıyor. Oldukça duygusuz.

Milorad Pavic. Tarih, mitos ve dine bir oyun olarak yaklaşıyor. Hazar Sözlüğü 'yle ünlü. Duygusal açıdan steril, ama tarihsel açıdan geniş bir panorama sunuyor.

Georges Perec. Yaşam Kullanma Kılavuzu , daha sonra yazılacak uzamsal kurguya dayalı pek çok romanın ilk örneği. Beşeri bilimlerde matematiksel (ve Oulipo'cu) yöntemlerin kullanımı. Geleneksel psikolojiyle ilgili tereddütleri var. Kontrollü duygular, özellikle W 'da öne çıkıyor.

Haruki Murakami. Psikolojik fantazmagoralarda bilimkurgu ve gizem unsurları. Hayalgücü geniş, ama kurgu çok sağlam değil. Hızla akan düz olay örgüleri. İçten. Yazınsal.

Don DeLillo. Yerleşik yazınsal beğeninin bayıldığı yazarlardan biri, ama mühendisler yukarıda adı sayılan yazarlar kadar tutmuyor DeLillo'yu. Yoğun alegori kullanımı, bol ironi. Hepsi birbiri gibi konuşan karakterlerin ağzından sosyo-politik eleştiri. Biçem açısından virtüöz, ama bazen lafı uzatıyor.

Italo Calvino. 1965 sonrası deneysel yapıtları nedeniyle (Kozmikomik Öyküler, Görünmez Kentler, Kesişen Yazgılar Şatosu, Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu ) mühendisler tarafından çok seviliyor. Mitoloji ağırlıklı; matematik/bilim içeriği oldukça hafif. Harika bir biçemci.

Douglas Hofstadter. Roman yazarı değil aslında, ama kısmen kurgusal formlar kullanan Gödel Escher Bach adlı kitabı fazlasıyla önemli. Müthiş bir bilgisayar programcısı ve popüler bilim yazarı, ama sözcük oyunlarına dayanan, katır kutur bir dili var. Fikirleri bu listedeki pek çok yazarı etkilemiş.

Nicholson Baker. Ayrıntılar konusunda takınaklı. Özellikle ilk yapıtlarında, gündelik malzemeyi neredeyse otistik bir biçimde kategorilere ayırıp kataloglarını çıkarırdı. Barok biçem, düz duygular.

William Gibson. Melez bir yazar. 'Siberpunk' eğilimleri, zayıf bilimsel içeriği gizliyor. Teknolojiyi yoğun biçimde kullanıyor, ama temelde duygusal ve karakter ağırlıklı.

Jorge Luis Borges. Son derece yoğunlaştırılmış kavramsal öyküler yazan yazınsal dahi. Bu listedeki diğer yazarlar kadar çok okunmuyor olabilir, ama etkisi çok geniş. Duygu, karakter ve olay örgüsü yok denecek kadar az; çoğu zaman öykünün temelini oluşturan tek bir fikir var.

Türklerden bu listeye Oğuz Atay'ın dışında Bilge Karasu, Enis Batur, gençlerden de Murat Menteş ve Alper Canıgüz eklenebilir belki.

(www.waggish.org)

 (iktibas: radikal, 21 temmuz 2006)