Soğuk bir kış gecesi Sam, New York’ta, Washington Square Park’ın yakınlarındaki Nelly’s Pub’a girdi. Hafta içi olmasına rağmen içerisi oldukça kalabalık ve gürültülüydü. Pub’ın büyük masasında neşeli bir grup vardı – Sam elinde olmadan onlara doğru çekildiğini hissetti.
Yanlarına yaklaştığında, atom fiziğinden ve Higgs bosonundan bahsettiklerini anladı Sam, ama bunun ötesinde meselenin ne olduğu ve neden bu kadar eğlendikleri hakkında en ufak bir fikri yoktu. Grubun merkezinde uzun boylu, sarışın, tuhaf bir aksanla konuşan, kırklı yaşlarında bir kadın vardı – güzel denemezdi belki, ama çok hoş görünüyordu. Sam kendine bir Scotch söyledi ve lafa karıştı.
“Buna neden Tanrı Parçacığı dendiğini biliyorsunuz değil mi? İkisi de yok aslında!”
Tuhaf aksanlı kadın Sam’in gözlerinin içine baktı ve sordu: “Siz var mısınız peki?”
Sam kadının kulağına eğilerek yanıt verdi: “Elinizle tutabiliyorsanız, evet. Bir kontrol edin isterseniz.”
Sam birden bacak arasında bir el hissetti, şaşkınlıkla kadına baktı.
“Sartre’ın ‘Varlık ve Hiçlik’ adlı çalışmasını okumuş muydunuz?” diye sordu kadın, dudak ucunda hafif bir gülümsemeyle.
“Üniversitedeyken özetini okumuştum,” dedi Sam, “ama hatırladığım kadarıyla Sartre da, Shakespeare de herşeyin kadınların elinde olduğunu anlamamıştı. Yanılıyor muyum?”
Kadın bu kez açıkça gülümsedi, elini çekti, pantalonunun kenarına silerek Sam’e uzattı: “Merhaba entel kovboy. Betina.”
“Sam. Memnun oldum.”
Betina’nın onayından geçen Sam, kendini grubun içinde buldu. Bir kısmı (Betina da dahil omak üzere) Hollandalı, bir kısmıysa başka Avrupa ülkelerinden gelme fizikçilerdi bunlar, bir kongre için New York’taydılar. Sam fizikten hemen hiç anlamasa da, bilmediği konularda konuşmayı bir sanat haline getirmiş bir adamdı, çok sıkıştığında metaforlara başvurur, bir şeyi alakasız başka bir şeye benzetir ve mutlaka birilerinin kafasını karıştırıp aradan sıyrılırdı.
Pub’dan çıktıklarında herkesin kafası iyiydi. Sam herkese veda ettikten sonra Betina’ya döndü, “Şu olmak olmamak meselesini etraflıca konuşsak bir gün diyorum,” dedi.
Betina çantasından kalem-defter çıkardı, telefon numarasını yazdı, sayfayı yırtıp Sam’e uzattı. “Salı’ya kadar buradayım.”
Sam ertesi gün Betina’yı arayıp aramamak konusunda ikilemde kaldı – ondan çok hoşlanmıştı hoşlanmasına, ama birkaç gün sonra gideceğini ve bir daha büyük olasılıkla asla göremeyeceğini bildiği bir kadınla yakınlık kurmanın ucuz bir hareket olmasından endişeleniyordu, daha doğrusu böyle bir yakınlığa muhtaç biri gibi görülmekten. Bütün gün aramamak için direndi, ama akşamüstü olunca, kahvesini içerken daha fazla dayanamadı. Fakat fark etti ki Betina’nın verdiği sayfayı kaybetmişti; gece o kafayla eve dönerken düşürmüş olmalıydı.
Sam’le Betina, New York’ta tanışmalarından dört yıl sonra İtalya’da, Urbino’da karşılaştılar; Betina yine bir fizik kongresi için oradaydı, Sam’se sevgilisine çok sevdiği bir Ortaçağ kentini gezdirmek için. Bir akşamüstü Piazza della Repubblica’da yan yana konumlanmış iki kafede oturdular; Betina’nın yanında kongreye katılan fizikçilerden, hiç de fizikçiye benzemeyecek kadar düzgün fizikli bir adam, Sam’in yanındaysa sevgilisi vardı. Göz göze geldiklerinde ikisi de bir an duralayıp bakışını çekti, az sonra yeniden bakıştıklarında ikisi de hafifçe gülümsedi, sonra yeniden karşılarında oturanlara dönüp sohbete daldılar.
SON
başa dön
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
adınızın görünmesini istiyorsanız ama google hesabınız yoksa lütfen yorumunuzun sonuna adınızı ekleyin.