1. Suç Nedir?
1.1.
A la Kant, suç, doyum sağlamanın
haksız bir yoludur.
1.1.1.
Doyum, burada, en geniş anlamıyla tanımlanacaktır: herhangi bir arzunun –ister
politik, ister cinsel, estetik, ruhsal vs. olsun– duyulan eksikliği giderecek
derecede tatmin edilmesi.
1.1.2.
Haksız bir yolun varolabilmesi için, haklı bir yolun da olması şarttır: aradaki
fark, Kant için ahlaksal bir farktır, yasal değil.
1.1.2.1.
Toplumun yasaları aracılığıyla, verili bir anda neyi suç olarak belirlediğinden
ve zaman içinde bu belirlemenin geçirdiği değişikliklerden –ki bunlar doğrusal
ya da döngüsel olabilir– bağımsız olarak, suç için, tüm zamanlarda ve tüm
toplumlarda sabit kalan, “doğal” bir tanım vardır.
1.1.2.2.
Bu, temelinde, dinsel bir görüştür.
1.1.3.
Haksız yoldan doyum sağlamak Kant’a göre yanlıştır, yanlışlarınsa düzeltilmesi
gerekir.
1.2.
Hegel için suç, yalnızca birisine yapılan kötülük değil, aynı zamanda ve daha
çok, bir ilkenin doğruluğunun yadsınmasıdır.
1.2.1
Hegel, Kant’a benzer bir şekilde, doğruluğu tartışılamayacak mutlak ilkelere
ulaşır.
1.2.1.2.
Bu da, temelinde, dinsel bir görüştür.
1.3.
İnsanoğlunun varoluşuyla ilgili mutlakları belirlemek, en hafif deyimle ciddi
ve öze ilişkin zorluklar içerir.
1.3.1.
Bu varoluş, dünyanın varoluşunun ancak çok küçük bir bölümünü kaplamakta ve
diğer –şu andaki ya da geçmişteki– canlı türleriyle karşılaştırıldığında bile,
insanın pek uzun bir süredir dolaşımda olmadığı hemen görülmektedir.
1.3.2.
Bu varoluş, ahlak değerlerinde şiddetli değişimlere tanık olmuştur: çok temel
–hayatta kalma, üreme gibi konularla ilgili– birtakım ilkeler dışında kalanlar,
hep değiştirilmek, karşı çıkılmak, ayaklar altına alınmak için ortaya konmuş
gibidir.
1.3.3.
“İnsan doğası”nı oluşturan ve buna uyan ya da ters düşen şeyleri saptamak bu
yüzden ampirik araştırmanın öznesi olamaz pek: bunlarla ilgili her savın, a priori, dinsel, inanç-ifadeleri olması
gerekecektir.
1.4.
Bu, günümüze ya da başka bir zamana, bu topluma ya da bir başkasına ait
yasaların rastgele, sırf yasa olsun diye oluşturulduğu anlamına gelmez.
1.4.1.
Her yasal bünyede, belirli bir ekonomik şemayı ortaya çıkartmayı ya da
gözetmeyi hedefleyen çok sayıda suç tanımı bulunur; e.g., demiryolu taşımacılığında devlet tekeli, mülkiyet hakları,
vs.
1.4.2.
Bunların yararı ya da ahlaksal niteliği ciddi bir şekilde tartışmalı olabilir.
1.4.3.
Diğer suçlar genellikle o döneme hükmeden –ya da en kötü olasılıkla idiosyncratic ya da anakronistik– Zeitgeist’a uyum gösterir: her ne kadar,
bu Zeitgeist’ın neler dikte ettiği
hakkında çoğu zaman bir oybirliği bulunmasa da, ahlak konusunda geniş anlamda
bir konsensüsten yine de söz edilebilir.
1.4.3.1.
Başka bir insanı öldürmek, çalmak, “insan hakları” denilen şeyi ihlal etmek,
genellikle yanlış sayılmaktadır örneğin.
1.4.4.
Nasıl ki Zeitgeist’ın işaret ettiği
anlam sabit ya da tartışılmaz değilse, mutlak ya da evrensel değilse, ahlak
için de aynı şey geçerlidir.
1.4.5.
Yine de, “ilerleme” diye bir şeyin olduğuna, bugünün yasalarının
geçmiştekilerden “daha iyi” olduğuna, yarının yasalarının da bugünkülerden daha
ileride olacağına dair yaygın bir inanış vardır.
1.4.6.
Bu bir yanılsamadan ibarettir.
1.4.6.1.
“Daha iyi”nin ne demek olduğunu tanımlamakta yarar var: bir yasa diğerinden
teknik olarak daha iyi olabilir, çünkü daha açık, kesin, sofistike ve sınırları
belirlidir; bir yasa, daha “adil” olduğu için de daha iyi olarak
nitelendirilebilir.
1.4.6.1.1.
Bu tartışmada, terimin ikinci anlamı kullanılmaktadır.
1.4.6.2.
Hangi yasanın daha adil olduğunu saptayabilmek için bir adalet kavrayışının
geliştirilmiş ve kullanılabilir olması gerekir.
1.4.6.3.
Bu kavrayış ampirik olarak, insanoğlunun birkaç bin yıllık deneyiminin –ki bu
deneyim toplamı çoğu zaman kendisiyle çelişir; dairesel değilse, en iyi
olasılıkla sarmaldır zaten– analiz edilmesiyle oluşturulamayacağına göre,
sentetik olarak üretilmesi ve sisteme dışarıdan “enjekte” edilmesi gerekir.
1.4.6.4.
Böyle pek çok sayıda kavrayış oluşturulabileceğine ve sistemin “içinde”yken,
“dış”tan bir bakışla sistem hakkında konuşmak mantıksal bir olanaksızlık
olduğuna göre, dolayısıyla da elde ancak “öznel” kriterler bulunduğu için, bu
kavrayışlardan birini seçmek, hangisinin Kantiyan anlamda daha adil (eğer böyle
bir adalet varsa tabii) olduğuna değil, verili bir toplumda hangi
hakikat-savları toplamının, yönetimdeki grubun ya da bu kararı verecek
olanların çıkarlarına daha iyi hizmet ettiğine bakmayı gündeme getirecektir.
1.4.6.4.1.
Burada çıkar sözcüğünün yalnızca olumsuz ya da maddeci yan-anlamları
olmadığını, söz konusu kişilerin gerçek ve içten inanç ve kanılarını da
içerdiğini akılda bulundurmak gerekir: “vicdan muhasebesi” deyiminin işaret
ettiği kâr-zarar hesabı, beyin tarafından heuristic
yöntemlerle maddi parametrelere rahatlıkla dönüştürülür.
1.4.6.4.2.
Yine bu kişiler, dar bir elit çevresi olabileceği gibi, geniş bir kitle de
olabilir.
1.4.6.5.
Sonuçta eğer bir yasa bütünü değişikliğe uğrarsa, bu, daha iyi
hakikat-savlarının keşfedilmiş olmasından değil (ki öyle olsa bile bunun
ayırdına varmak olanaksız olurdu: ekstrapolasyon yapmak için yeterli veriye
sahip değiliz), yasa koyucuların çıkarlarının ya da yasa koyucuların
kendilerinin değişmiş olmasından kaynaklanır.
1.4.6.5.1.
Her zaman yakılacak bir cadı bulunacaktır.
1.4.6.6.
Bu da bir hakikat-savıdır.
1.5.
Yani suç, yukarıdaki argümana bakılacak olursa, ya baskın çıkara hizmet ettiği,
ya popüler “dinsel” (a priori) hakikat-savlarından
esinlendiği, ya da her ikisi de geçerli olduğu için varolan bir yasanın
çiğnenmesi demektir.
2. Suçlular Neden Suç İşler?
2.1.
Özgür irade nedeniyle – kişi, eyleminin sonuçlarının tümüyle ayırdında olarak,
bir yasayı çiğnemeye karar verebilir.
2.1.1.
Bu, sistem tarafından bir haksızlık yapıldığını düşündüğü ve bu haksızlığı
kendi eliyle düzeltmek istediği için olabilir: oğlunun katilinin serbest
bırakılmasına dayanamayan babanın, katili katletmesinde olduğu gibi.
2.1.2.
Bu haksızlık duygusu daha genelleşmiş de olabilir: sistemin onu dışladığına,
ona yaşama hakkı tanımadığına inandığı için çalan bir hırsızın durumunda olduğu
gibi.
2.1.3.
Ya da kişi suç işlemeyi bir maliyet analizi konusu olarak algılamaktadır:
belirli bir suçun cezasının ne olduğunu bilir ve karşılığını para ya da zaman
biriminde ödemeyi göze alarak suçu işler.
2.2.
Başka seçenek olmadığı için.
2.2.1.
Bu tipik olarak, kişinin durumu ve eldeki seçenekleri algılayışına bağlıdır:
“Çalmak zorundaydım,” vs.
2.2.2.
Öz-savunma durumlarına uyarlanmış haliyle “köşeye kısılmış fare” sendromu: kişi
öldürmek zorundadır, yoksa kendi öldürülecektir.
2.2.2.1.
Laf açılmışken: böyle bir edimdeki şiddet derecesi üzerinde durmakta yarar
olabilir: karşı taraf davranmadan hemen önce silahını ateşlemekle, silahını
ateşlemek, karşısındakinin kafasını taşla ezmek, bağırsaklarını deşmek vs.
arasında oldukça önemli bir fark vardır.
2.2.2.2.
Ne var ki bu fark, koşullardan dolayı ortaya çıkmış anlık bir “sağlıklı düşünme
zaafı” olarak değerlendirilir ve genellikle üzerinde pek durulmadan geçilir.
2.2.2.3.
Oysa bu, şiddete duyulan yoğun açlığın ve gereksinimin, sorumluluktan muaf
olmanın güveniyle doyurulmasıdır.
2.2.2.3.1.
Cezai ehliyete sahip olmamanın dayanılmaz hafifliği üzerinde de düşünmek
gerekecek – ama şimdi değil.
2.3.
Hastalık nedeniyle.
2.3.1.
“Ruh ve sinir hastası” suçluların dört türü vardır: a) suçlular, duygusal
gelişimdeki bazı anormalliklerden kaynaklanan kişilik ya da karakter
bozukluğundan mustariptir (“Freudiyen” bakış açısı); b) suçlular, birtakım
güdüleme süreçlerinin ürünüdür ve davranışları da esas olarak bu bağlamda
açıklanabilir ( “Davranışçı” bakış açısı); c) suçlular daha çok, belirli bir
toplumsal ortam tarafından biçimlendirildikleri için suç işler (“Sosyolojik”
bakış açısı); d) suçluların hormonlarının ve bedenlerindeki diğer kimyasalların
dengesi, geçici ya da kalıcı bir şekilde bozulmuştur ve bu yüzden eylemlerini
denetleyememektedirler (“Biyokimyasal” bakış açısı).
2.4.
Suç işlediklerinin ayırdında olmadıkları için.
2.5.
Zevk için.
3. Suçun İyisi Olabilir mi?
3.1.
Anarşik olmayan bir toplum ele alındığında, bu toplumu yöneten kuralların
korunmasının, insanların ortak iyiliği için olduğu varsayılır – bu varsayım bu
aşamada sorgulanmayacaktır.
3.1.1.
“Oyun” metaforu da bu varsayımın hemen ardından kullanılır genellikle: her
oyunun kuralları vardır – kural olmazsa oyun çöker.
3.1.2.
Ancak oyunlar bile durağan değildir: kurallar değişir.
3.1.3.
Demokratik bir toplumda, kuralları değiştirmek isteyenler çoğunluktaysa,
önerdikleri değişim normalde er ya da geç yürürlüğe konur.
3.1.3.1.
Ancak yalnızca bir azınlık oluşturuyorlarsa ve demokratik yollarla (yani
oylama, gösteri, propaganda vs.) kuralları değiştiremiyorlarsa, iki seçenekle
yüzleşirler: ya çoğunluğa uyacaklardır ya da marjinal suçlular olarak yaşayacak
ve yakalandıklarında, yakalanırlarsa, cezalandırılacaklardır.
3.1.3.2.
Belirli bir şekilde hareket etmekte ahlaksal olarak haklı olduğunu düşünen kişi
için, böyle hareket etmek ahlaksal bir
yükümlülüktür: Thoreau’nun dediği gibi, doğru olan için oy vermek bile, onun
için hiçbir şey yapmamaktır aslında.
3.2.
Toplumsal değişim ve “evrim”, muhalif toplumsal aktörlerin eylemleri sonucunda
ortaya çıkar; bu muhalifler hemen her zaman marjinal bir güç olarak belirir ve
hatta değişim gerçekleşirken ve gerçekleştikten sonra bile, sayısal olarak
marjinal kalırlar.
3.2.1.
Bu nedenle söz konusu marjinal grupların –evrim söylemi sürdürülecek olursa–
uyumsal değeri vardır ve kategorik varoluşları, parçası oldukları toplumun
hayatta kalabilmesi için çok önemlidir.
3.2.2.
Adam öldürme, çalma ve özel mülkiyet karşıtı eylemlerde bulunma (sözgelimi)
arasında elbette birtakım farklılıklar vardır; ancak bu, söz konusu suçların
tümünün kategorik olarak önemli olduğu gerçeğini değiştirmez – suçlar arasında
bir yararlılık hiyerarşisi, ancak geriye doğru bakılarak yapılabilir.
3.3.
Çoğunluğun kurallara uymasını istemek mantıklı olsa da, sıfır-suç düzeyini
tutturmanın (yani herkesin kurallara tümüyle uymasını sağlamanın), yalnızca
ekonomik olarak düşünüldüğünde bile aşırı masraflı olacağı çok açık: bu iş için
gerekli olacak denetim, insan kaynakları, tesis vs.’yi düşünün bir.
3.4.
Marjinal suçun yararları, yalnızca maddeyle sınırlı değildir: bireysel özgürlük
kavramı da, bazı bireylerin suç olarak nitelendirilen eylemleri
gerçekleştirmeye hakkı olmasını gerektirir.
3.5.
Bu noktada öldürmeyi bir suç örneği olarak ele alalım ve suç işleme hakkı
üzerine daha spesifik bir tartışma yürütelim.
3.5.1.
Öldürmek doğaldır.
3.5.2.
Bu doğal güdü, her zaman şimdiki gibi yüksek tabu konumunda değildi –
Avrupa’da, yalnızca üç yüz yıl önce kişilerin, özellikle de soyluların şeref,
namus vs. için öldürmeleri çok normaldi – e.g.,
ünlü İtalyan bestecisi Gesualdo.
3.5.3.
İlginç (ama yanlış) bir nedensellik: insan insanı yiyemez; ergo, insan insanı öldüremez.
3.5.4.
Öldürmek bir ayrıcalıktır çünkü insanların çoğu, kendi güvenliklerini sağlamak
adına Devlet’i yaratır –yaratmıştır– ve kendi yaratılarıyla yaptıkları
pazarlıkta, güvenliğe karşılık olarak bazı özgürlüklerden vazgeçer.
3.5.4.1.
İnsan her zaman için başka bir insanı kendi elleriyle öldürmekten ve kendi
yaşamının da bir başkasının elinde olmasından korkmuştur: bu yüzden –soyut da
olsa– bir kollektivite olan Devlet’e öldürme yetkisini vermiş ve ellerini
yıkamıştır: kendi ölümü söz konusu olduğunda bu çoğulluğun onu koruyacağına,
böylesi bir korumanın söz konusu olamayacağı durumlarınsa herkes için geçerli
kurallar tarafından belirleneceğine güvenmiştir: kimsenin kendisini
öldürmemesini sağlamak için Devlet’e düzenli olarak ödeme yapmayı kabul etmiş
ve –bir kez yutkunarak da olsa– Devlet’in bu parayı ve yetkiyi kendisine karşı
kullanması ve hatta kendisini korumak için yarattığı bu makinenin kendisini
yoketmesi olasılığını kabullenmek zorunda kalmıştır.
3.5.4.2.
Kendinden önceki kuşakların Devlet’ine ve Sözleşme’sine doğan kişi, düzene
hızla uyum sağlar.
3.5.5.
Kişinin öldürmesi kesinlikle gerekliyse, bu, ya Devlet eliyle ya da Devlet’in
meşrulaştırmasıyla olur – böylesi durumlar, sanıldığından çok daha sık bir
biçimde ortaya çıkmaktadır.
3.5.6.
Öldürmek bir haktır ve yalnızca bu hakkı kendinde görenler hak eder öldürmeyi:
bir insanın hayatta kalmasına ya da ölmesine tek başlarına karar verirler – ve
bu şekilde, kendi türlerinden olan başkalarının da kendi sonları hakkında karar
verebileceğini kabul ederler.
4. Ceza Gerekli midir?
4.1.
Marjinal suç, bir kavram olarak, ancak suçlar kural olarak cezalandırıldığında
işler: yakalanırlarsa, kendi kendilerinde suç işleme hakkını görenler de ceza
çeker, bunu bilir ve göze alırlar.
4.1.1.
Cezalandırılmayan suç, suç değildir.
4.1.2.
Devlet tarafından hiçbir şeyin cezalandırılmadığı bir toplum hayal edilebilir:
kişiler kendi cezalarını kendileri verir: bu, kimi zaman, Devlet’in yokluğuyla
ya da anarşiyle özdeşleştirilmektedir.
4.1.2.1.
Kimsenin cezalandırmadığı bir toplumu
hayal etmekse o kadar kolay değildir: suç, kabahat, ihanet ve ceza, cezayı hak
etme, öç, ödeşmek gibi terimler, kişilerarası ilişkilerin vazgeçilmez unsurları
haline gelmiştir.
4.1.2.2.
Yine de savunmasız ve ceza veremeyecek insanlar olacaktır: özel sektör için
bakir bir alan daha.
4.1.2.3.
Yukarıdaki durumlarda cezanın daha çok bir intikam aracı olarak kullanıldığına
dikkatinizi çekiyorum – cezanın hak edildiği düşüncesinden kaynaklanıyor bu da.
4.1.2.4.
Bireyler adına öç alma ve bir intikam rejimi oluşturarak bunu denetleme,
Devlet’in ahlaksal yükümlülüklerinden
biri değildir.
4.2.
Cezanın bir işlevinin daha olduğu iddia edilir: caydırmak.
4.2.1.
Cezanın, suçların işlenmesini şu şekillerde engellediği düşünülür: a) suçlunun
bir başka suç işlemesini (hapsetmek, idam etmek, “iyileştirmek” gibi yollarla)
engelleyerek; b) suç işleme eğilimi olanlar için caydırıcı bir örnek
oluşturarak.
4.2.2.
Ceza, suçlunun borçlu olduğu bir şey olarak da düşünülmüştür – onun
cezalandırılması, başkalarının doyumu olacaktır.
4.2.3.
Kant cezanın kendi başına iyi olduğunu, haklı göstermenin gerekmediğini savunur
ve bu bağlamda, cezalandırma yükümlülüğünden
söz eder.
4.2.4.
Ceza, sırf (yüce) yasaya duyulan saygıdan dolayı da verilebilir – intikam,
iyileştirme ya da caydırma adına değil. Hegel’e göre suçlunun cezalandırılma
hakkı vardır; onu cezalandırmak, çiğnediği ilkeyi onaracaktır.
4.2.5.
Foucault da, benzer bir şekilde, suçun toplumsal bir anlaşmaya ve dolayısıyla
toplumun tümüne karşı işlendiğini söyler – bu yüzden toplum “içeriden vuran
düşman” niteliğindeki suçlu üzerinde kesin söz sahibidir – ister asar, ister
besler.
4.3.
Cezanın caydırıcı bir etkisi olduğu konusunda ikna edici kanıtlar yoktur:
cezalandırılan suçlunun suç işleme eğiliminin azaldığı, ceza olmasa bütün
suçlar için suç işleme oranlarının artacağı, bu artışı engellemek için harcanan
kaynakların boşa harcanmadığı kesin değildir.
4.4.
Suçluları “iyileştirmek” insan haklarının ihlali olarak görülebilir, çünkü
böylesi bir “tedavi” yalnızca ikna yoluyla değil, büyük ölçüde zorlamayla
yapılır.
4.5.
Bazı suçların geri dönüşü vardır – çalınan parayı geri ödemek ya da maddi
zararı karşılamak vs. mümkündür: bu gibi durumlarda, suçlunun suçunu
“sıfırlama”sını sağlamak yeterli bir ceza olacaktır.
4.6.
Bazı suçlar ise geri döndürülemez – bu gibi durumlarda Devlet en fazla, suçluyu
toplum dışına yerleştirebilir, tıpkı bir hakemin kırmızı kart göstererek bir
oyuncuyu oyun dışına atması gibi.
4.6.1.
Ne demiştik: “iyi”, “kötü”, “suç”, “doğru”, “yanlış” gibi terimler, içleri
zamanla ve yerle değişen içeriklerle doldurulan kabuk-sözcüklerdir.
4.6.2.
Ceza dağıtırken bunu akılda tutmak çok önemli: mutlak hakikat kimsenin
heybesinde değil: bir toplumun üyelerinin çoğu, sahip oldukları yasalardan son
derece hoşnut olabilir, ama bu toplum için, hoşnut olmayan üyelerin varlığı
yaşamsaldır.
4.6.3.
Eğer toplum bu muhaliflerin varlığına katlanamaz ve kendini tehdit altında
hissederse, muhalifler de eylem (yaşam) biçimlerini sürdürmekte kararlıysa,
toplumun alabileceği en sert önlem ya onlardan gitmelerini istemek (yani
sınırdışı etmek) ya da onları hapsetmektir.
4.6.4.
Thoreau: “Bugün Massachussetts’in, daha özgür ve daha az bedbaht üyeleri için
sağladığı tek yer, onlar için uygun olan tek yer; tıpkı onların kendi
kendilerini, ilkeleriyle dışladıkları gibi, eyaletten dışlanıp kilit altına
konacakları tek yer, hapishanelerdir.”
4.6.5.
Hapsetmek, fiziksel temasın ve seyahat özgürlüğünün kısıtlanmasından fazla bir
yoksunluk gerektirmez: hapishane bir ada, bir doğal park, bir bina olabilir:
diğer her özgürlük, özellikle de iletişim özgürlüğü korunmalıdır.
4.7.
Devlet’in ahlaksal yükümlülüğü, bireysel özgürlüklere zarar gelmesini
engellemektir, ayrıca kendisi de bu özgürlüklere zarar vermemekle yükümlüdür.
4.7.1.
Geleneksel formül: kişi, ancak başka bir kişinin özgürlüklerine saygılı olduğu
sürece özgürdür.
4.7.2.
Saygılı olmazsa, ya da olmadığında, Devlet ona karşı bir edimde bulunabilir;
ancak bu edim, gelecekte benzer tecavüzleri engellemeyecekse, ahlaksal bir
yükümlülük değildir.
4.7.2.1.
Başka suçlara yol açmayan suç, cezalandırılmayı gerektirmez.
4.7.3.
Öldürme özgürlüğü, varolma özgürlüğüyle doğrudan çelişir: bu durumda bile doğru
hareket, “dışlamak”tır.
4.7.3.1.
“Dışlamak” su götürmez bir biçimde masraflıdır, örneğin bütün suçluları idam
etmekten çok daha masraflıdır; yine de bu masraftan vazgeçilemez: marjinal suç
toplum için, vs.
4.7.4.
Muhalefet eden, marjinal suçlu kişinin hem kendine, hem de topluma karşı bir
görevi vardır: o toplumun içinde olabildiğince uzun süre varolmak, ahlaksal
duruşu ile ilgili etkisini, varoluşuyla birlikte olabildiğince göz önünde
yaşatmak.
4.8.
Eğer ceza, başka insanları suç işlemekten caydırıyorsa, sanal ceza da pekâlâ
aynı işi görür.
4.8.1.
İnsanların suç işlemekten caymaları için, suçluların cezalandırıldığına
inanmaları yeterlidir: cezaların gerçekten uygulamaya konması gerekmez.
4.8.2.
Bu Devlet adına gizlilik ve kurgu-üretimi gerektirecektir: tutuklamaların,
duruşmaların, cezaların, hapishanelerin ve tutukluların tümüyle kurgu ürünü
olduğu ortaya çıkmamalıdır; bunlarla ilgili –elbette kurgusal– haberler düzenli
olarak sağlanmalıdır.
4.8.3.
Bu Devlet adına büyük bir ek maliyet ve risk demektir ve sıradan devlet
adamlarıyla kolay kolay gerçekleştirilemeyecek bir tasarıdır.