24.4.15

doğu ekspresinde cinayet



agatha christie'nin ünlü romanı doğu ekspresinde cinayet'i bilirsiniz - vagondaki 12 kişinin hepsi işlemiştir cinayeti (sayının 12 olması da jüri heyetlerinin 12 kişiden oluşmasına gönderme yapar gibidir, yani hem yargılayan, hem yargılanandır katiller).

ermeni meselemiz de biraz böyle aslında. hepimizin -farklı oranlarda olsa da- parmağı var: ittihat ve terakki'nin kadroları ve dolayısıyla osmanlı devleti, osmanlı ordusu, teşkilat-ı mahsusa; o dönemde konuyla ilgili bilgisi ve dahli olduğu aşikar olan alman devleti ve genelkurmayı; bu tehcir ve soykırım harekatının gerçekleşmesini sağlayan ittihat ve terakki üyelerinin milli mücadelede ve daha sonra devlet yönetiminde (mebus, vali, müdür vs olarak) görevlendirilmesi nedeniyle türkiye cumhuriyeti; katliamlara bizzat katılan yerel halk - türkler, kürtler, romanlar; ermenilerin terk ettiği arazilere, köylere, binalara, işyerlerine, maddi birikimlere el koyup bölüşen ve bunlara halen sahip olan devlet, ordu ve sivil halk; bu insanlık suçunun ve akabindeki bölüşümün ortaya çıkmamasının rahatlığını yaşayan ve sorgulama ihtiyacı duymayanlar.

devlette ve sivil halk içinde bu katliama karşı çıkan, ermenileri korumaya çalışan da çoktu öte yandan. bazılarının adlarını biliyoruz: bursa valisi ali osman bey, kütahya valisi faik ali bey, izmir valisi rahmi bey, basra valisi ferit bey gibi. sonrasında, bugüne gelesiye, konunun aydınlığa kavuşabilmesi için büyük bedelleri göze alarak araştırmalar yapanları da anmak gerek. bunların hikayelerinin daha kapsamlı olarak anlatılması da çok önemli.

unutmamak gerekir ki "tehcir", savaş zamanında beklenmedik bir zorunluluktan dolayı bir anda ortaya çıkan geçici bir tedbir değildi. "anadolu'nun türkleştirilmesi" ittihat ve terakki'nin en önemli politikalarından biriydi ve tc tarafından da sürdürüldü. celal bayar, 1913-14 yıllarında 130,000 rumu tehcir ettiklerini anlatır. 1914-15'te osmanlı sınırları içindeki yahudiler ve araplar da (daha küçük sayılarla olsa bile) tehcire maruz bırakıldı. 1923'te 1,250,000 rum, nüfus mübadelesiyle yunanistan'a göç ettirildi. ermeni ve rum malları, 1950'lere dek paylaşıldı.

tehcir ettirilenlerin savaş sonrasında dönmeleri halinde mallarının iade edileceğine dair kanun, milli mücadele döneminde millet meclisi'nde telaşla kaldırıldı, çünkü bazı ermenilerin dönebileceği anlaşılmıştı. bugün de meselenin çok önemli bir boyutunu bu iade açmazı oluşturuyor elbette.

katliama karışan ittihat ve terakkili sınırlı sayıda bazı isimler yargılandı; bazı suçsuzların idam edilmesi, tüm yargılama sürecine kara leke çaldı ve sonuçta yargılananların hepsi milli kahraman oldu - bu da ilk "balyoz" davamızdı denebilir.

cumhuriyet kurulduğunda ittihat ve terakki kadroları, ilk "paralel devlet"imizi oluşturdu. en üsttekiler zaten ülkeye giremiyordu; diğerleri arasından muhalefet etmeye kalkanlar 1926'ya kadar olan süreçte susturuldu, mahkum edildi, öldürüldü; diğerleriyse milli mücadele'de önemli görevler üstlenmişti, cumhuriyet yapılanmasında da önemli mevkilere getirilerek susturuldular ya da susmayı seçtiler. bu sessizlik hem onların, hem devletin, hem de genel anlamda halkın işine geldi.

dolayısıyla bugün "1915'te ne yapıldığını biliyoruz" demenin önemi, 100 yıl önce "başka bir devlet"in işlediği, "bizi bağlamayan" bir insanlık suçunu inkardan vazgeçmenin ötesinde bir önem taşıyor. yüz binlerce insanın yaşamını alt üst etmiş bir felaketin bireysel hikayelerini merak etmek ve dinlemek gerek; bunu bir uluslararası komplo anlatısının soyutluğundan çıkarıp insani gerçekliğini hissetmek gerek. bu kadar kol kırığını saklayacak yen aramaktan kurtulmak, türkiye'nin ve türkiyelilerin önünü açacak; doğu ekspresinin nereye nasıl gideceğini belirleyecek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

adınızın görünmesini istiyorsanız ama google hesabınız yoksa lütfen yorumunuzun sonuna adınızı ekleyin.