23.11.14
insan: uzay ineği
ben çocukken uzayda dünyaya benzer gezegenler var mıdır bilinmiyordu, herhalde vardır ama çok uzaktadır deniyordu; gezegenli yıldızların sayısı da bilinmiyordu. uzay gözlemlerinde kullanılan teknolojideki ilerlemeler sayesinde bugün kendi gezegen sistemine sahip yıldızların inanılmaz sayıda olduğunu, galaksilerin sayısının bile neredeyse sonsuz olduğunu biliyoruz. bu da "uzay uygarlıkları"nın varlığını neredeyse kesinleştiriyor. peki bunlar neden hala bizimle iletişim kurmuyor, gelip gitmiyor, bizimle ilgilenmiyor, diye soruyoruz; hatta bu ilgisizlik, böyle uygarlıkların olmadığına kanıt olarak sunulabiliyor.
dün gece bunun nedenini buldum. biz uzaydaki uygarlıklar arasında oldukça primitif örneklerden biri olarak yer alıyoruz ve bizim gibi milyonlarcası var. bizimle uğraşmaya sıra gelmeyebilir bile. gerçekten zeki uygarlıklar kendi aralarında bambaşka bir düzlemde ilişki içindeler zaten; biz o ilişkiyi-iletişimi görsek de anlayamayacağız. neden, çünkü bu dünyada inek neyse uzayda da insan o. hüzünlü gözlerle bakan yaratıklarız. ineklerin konuşulanlardan, yazılıp çizilenlerden nasıl haberi yoksa, matematik neyin bilmiyor, gökdelen yapamıyor uzaya gidemiyorsa. biz de uzay uygarlıklarıyla karşılaştırıldığında bunların muadilini yapamıyoruz. işin kötüsü, milyon yıl geçse de inek nasıl insan haline dönüşmeyecekse, biz de üstün uygarlık yaratığı haline dönüşmeyeceğiz.
uzay ineğiyiz. inek kalacağız.
19.11.14
kar marx (ya da kar marksimizasyonu)
Kapitalist olmasa da kapitalistlere ve genelde kapitalist sisteme önemli katkılarda bulunan bir arkadaşım anlattı: geçenlerde bir davette bir kadınla tanışmış, laf dönüp dolaşıp kapitalizmdeki kar olgusuna gelmiş (davetlerde hep öyle olmaz mı zaten?); kadın demiş ki Marksizm’de her türlü kar, her koşulda hırsızlıktır, iyisi olmaz. Kapitalistlerle çok yakın olan ama solcu olduğunu söylemekten zevk alan arkadaşım bunun üzerine karın gerekli bir şey olduğunu anlatmaya koyulmuş, ama kadın gözlerini devirerek onun anlattıklarına itiraz etmiş. Bu muhabbet gece boyunca ve anladığım kadarıyla sertleşerek sürmüş, sonunda ki taraf da karşısındakinin süzme salak olduğuna kanaat getirip ayrılmış. Arkadaşım daha sonra Google’dan, kadının sosyoloji profesörü olduğunu öğrenmiş ve biraz bozulmuş; kadını gece boyunca biraz aşağılar tonda konuşmuş olduğu için de çok utanmış.
Bu hikayeyi dinlediğimde Marx’ın kapitalist karı formüle etme biçiminde benim de içime sinmeyen şeyler olduğunu hatırladım. Kabaca söyleyecek olursak Marx’ın şemasında tekstil fabrikasında çalışan işçiler vardır, makineleri kullanarak hammaddeye emeklerini katarlar ve ürünü yaratırlar, bu emeklerinin karşılığını ücret olarak alırlar. Dolayısıyla ürünün fiyatı, hammadde fiyatıyla ücretlerin toplamı olmalıdır; kapitalistin bu maliyete eklediği kar payının bir açıklaması yoktur ve aslında işçi emeğinin sömürülmesi anlamına gelir. Bu şemanın iki önemli unsuru gözardı ettiğini, bu unsurların da kar konusuna belki daha doğru yaklaşmamızı sağlayabileceğini düşünüyorum.
İlk olarak: kapitalistin karının bir kısmı, entropiyi azaltmasının karşılığıdır. Marx’ın şeması, üretim sürecinin çok ileri bir aşamasından başlıyor aslında, oysa kapitalist, o noktanın epey öncesinde çalışmaya başlıyor. İlk durumu E1 olarak adlandıralım: burada henüz fabrika yok, makineler alınmamış, pamuk gelmemiş, işçiler işe alınmamış ve şehrin çeşitli yerlerinde, başlarına geleceklerden habersiz yaşıyorlar vs (daha da geriye gidilebilir elbette: makinelerin henüz üretilmediği, tarlanın henüz ekilmedi vs bir duruma, ama sistemin o kadar sıfır noktasında olmadığını varsayalım). İkinci durumsa E2 olsun: fabrika binası inşa edilmiş, makineler ve tezgahlar kurulmuş, işçiler işe alınmış, servislerle fabrikaya getirilmiş, öğle yemeği için bir şirketle anlaşılmış, pamuk depoya getirilmiş, satış mağazası kiralanmış, personel alınmış, raflara ürünler gelmek üzere vs. Açık ki E2, E1’den çok farklı, çok daha organize bir durum; E1’den E2’ye kendiliğinden gitmek imkansız. İşte kapitalist, bu değişimi gerçekleştiren ve bunun üzerinden bir kar payı yaratan insandır:
burada
K=kar
cü=üretimden kar sabiti
Eü=üretime bağlı entropi durumu
Ancak iş bununla bitmiyor, bu da bizi ikinci unsura getiriyor: tekstil fabrikası Marx’a çok yaratıcı bir iş gibi gelmemiş olabilir, ama mesela iPhone üzerinden düşünürsek anlaması daha kolay olabilir: kapitalist, çoğu zaman yeni bir ürün bulan kişidir. Burada da fikir düzeyinde bir entropi azalmasından söz edebiliriz: iPhone kavramını bulduğunuzda, dünyadaki entropiyi potansiyel olarak azaltmış olursunuz, E0’daki entropi düzeyinden E1’deki entropi düzeyine getirirsiniz dünyayı, yani üretim için gerekli parçalar hala dağınık olarak durmaktadır, ama artık aralarındaki bağlantılar kurulmuştur. Kapitalist, bu katkısından da kar eder:
burada
cy=yaratıcılıktan kar sabiti
Ey=yaratıcılığa bağlı entropi durumu
Birleştirirsek:
Gelgelelim, burada sabit olarak aldığım faktörler aslında sabit değil, zaten kar da bir kerelik sabit bir şey değil; zaman içinde değişen (genel kural olarak azalan) bir şey. Dolayısıyla iki sabiti de zaman fonksiyonu olarak yazmak gerekir:
Bu durumda kar denklemini şöyle yazabiliriz:
Teşekkür ederim.
15.11.14
"gurur tablosu"
"yıl boyunca meyve alamayan halk, meyve fuarı'nın açılmasıyla kilometrelerce uzunlukta kuyruklar oluşturdu."
gurur duyduk mu? hayır. bu ne yokluk dedik.
"yıl boyunca çamaşır makinesi, televizyon gibi ihtiyaçlarını bulamayan halk, elektronik eşya fuarı'nın açılmasıyla kilometrelerce uzunlukta kuyruklar oluşturdu."
gurur duyduk mu? hayır. komünist rejimlerde bile bu kadar olmuyordu dedik. hükümeti salladık.
"yıl boyunca et bulamayan alamayan halk, et ürünleri fuarı'nın açılmasıyla kilometrelerce uzunlukta kuyruklar oluşturdu."
vs.
ama kitap fuarı önünde böyle kuyruklar oluşunca gurur duyuyoruz, halkımız kitap okuyor ne güzel diyoruz. ne tuhaf.
8.11.14
kitap fuarına gitmeyin!
bir okurun itirazı...
biliyorsunuz, bizde kitap fuarları aslında fuar değil panayırdır, yani endüstrideki son gelişmelerin gösterildiği ve endüstri içi ticaret anlaşmalarının yapıldığı bir yer değil, tüketiciye mal satma derdinde olan yerlerdir. basit bir ihtiyaçtan kaynaklanıyor bu fuarlar - kitapçılar kötü olduğu için okurlar yıl içinde pek çok kitabı göremiyor bile, ama fuarda bunları bir arada bulma şansı oluyor; yayıncılar açısındansa doğrudan satış yapma ve sıcak para elde etme olanağı sağlıyor, bu da dağıtımcıdan aldığı %50 indirimli, beş ay vadeli kısmi çeklerle çarkını döndürmeye çalışan çok sayıda yayınevi için oksijen desteği anlamına geliyor.
ne var ki fuar, sistemi tedavi etmediği gibi aslında bu bir seferlik yüklemeler sistemi daha da bozuyor. kitapçı satışları ocak ayına kadar toparlanmıyor bir kere, dolayısıyla yayıncılar da normal kanallardan satış geliri elde etmeyi umamaz hale geliyor. stand kirası, personel masrafı vs.'yle birleşince, kazandığınıza yakınını harcamış ya da gözden çıkarmış oluyorsunuz.
onun da ötesinde fuar, okurluk durumunun en önemli ritüellerinden biri olan "kitapçıda dolanma"yı mahvediyor. fuara gidenler bilir, yüzlerce, bazen binlerce insanla birlikte oradan oraya sürüklenerek, sıcaktan ve havasızlıktan başınız dönerek, ne gördüğünüzü bile bir süre sonra anlamaz hale gelerek yapılan bir avm alışverişidir fuar. oyalanmaya, itiş kakış olmadan bir kitaba dilerseniz yirmi dakika bakmaya, keyif almaya, iyi vakit geçirmeye, dinginliğe imkan tanımaz. oysa kitap okumak nasıl mahrem bir deneyimse, okunacak kitabı bulmak da bir o kadar muhterem bir deneyimdir.
bunun çaresi çok basit ya da ortodoks değil belki, ama hiç yok da değil. temelde yapılması gereken, yayıncıyla düzgün ticari ilişki içinde olacak kaliteli kitapçıların açılması. bunu kitapçılığa meraklı birey ya da kurumlar yapamadığına göre, iş yayıncılara düşüyor demektir (devlete düşmeyeceğine göre). bazı büyük yayınevlerinin, kendi satış mağazaları olduğunu biliyoruz, ama bu ideal bir çözüm değil elbette - bu mağazalar da birer kitapçı gibi durmuyor aslında, sundukları kitap çeşidi de sonuçta o yayınevinin kitaplarıyla sınırlı. ama belki birkaç yayınevinin bir araya gelmesiyle, belki yayıncılar birliği'nin öncülüğüyle yeni bir kitapçı-kooperatif modeline gidilebilir. indirimli fiyat peşindeki okur internet satışına ya da e-kitaba yönlendirilebilir.
bu tür çözümlerin aranmaya başlaması için ilk koşul, zorunlu bağımlılık yaratan fuar sisteminin ortadan kalkması. bunu da ancak okurlar başarabilir - fuara gitmeyerek. "kitap okumak gerekir" diyen bir okur kesimi var ki, onlar kitap fuarına gitmeye bir tür ibadet olarak bakıyor, yani kalkıp yılda bir beylikdüzü'ne gitmek ve o hangarda kitap almak bir tür hac oluyor. deneyimin kendisi ne kadar tatsızsa onlar o kadar tatmin oluyor. onları iflah edemeyiz belki, ama geri kalanlar için bir şey yapmak şart.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)