7 üzerine, ismail pelit'ten bir yazı (varlık, mayıs 2012):
din düşüncesini saçma bulmakla kalmayıp, bir çırpıda yazdığı karalamanın “kutsal metin” diye ciddiye alınması karşısında şaşıran bir peygamberle onun peygamberliğinden emin olan insanların varlığı size ne düşündürür? boğaziçi’nde fizik master’ı yapan bir asistanın kendini gizli bir dinin son peygamberi olarak buluvermesini nasıl karşılarsınız? bu soruların peşi sıra şunları da sorabiliriz: bir metni kutsal kılan onun içeriği mi yoksa salt onu gönderenin kutsiyeti midir? iman edilen metnin gücünü belirleyen nedir; onun tanrı’ya ait olduğuna koşulsuz inanmak mı? peki böyle bir inanca nasıl sahip olunur? toplumsal, bireysel anlamda belirleyici olabilen din, inanç, peygamberlik türünden ciddi konular esprili bir dille ele alındığında, hatta onlara atfedilen ciddiyet alaycı bir üslupla sorgulandığında ne düşünürsünüz? cem akaş okuyucunun bu türden sorular üzerine düşüneceği bir yapı sunuyor
7’de.
romanı bir tezin kanıtı, bir ideolojinin savunusu ya da herhangi türden bir meselenin çözüme kavuşturulduğu bir makale gibi gören yazarlar için romanın işlevleri sınırlıdır: yazarın söyleyecek sözleri vardır, roman bu sözlerin bir araya geldiği bir metindir. romanı yazmakla yetinmeyip onda neyi, nasıl anlattığını açıklama konusunda fazla hevesli yazarların unuttuğu bir ayrıntı var: roman en temelde mimari bir yapı gibi kurulduğu ölçüde sanatla ilişkilidir. onu düzyazıdan/ yazıdan ayıran temel fark budur. bu haliyle özetlenebilen, aktarılabilen bir nesne olmaktan uzaktır. bir gayrimenkul (taşınmaz) olarak roman, bu konuda yazarına bile ayrıcalık tanımaz: yazar, romanı hakkında ne söylerse söylesin “yapı” hakkında okuyucunun fikir edinmesi, onun romana girmesi, “yapı”yı tecrübe etmesine bağlıdır.
7, romanın öncelikle “yapı” olduğu düşüncesini okuyucuyu kendi içeriğiyle ters bir ilişkiye sokarak gösteren ender romanlardan biri olma özelliğini ilk yayımlanışının üzerinden geçen yirmi yıla rağmen korumayı sürdürüyor.
“okuyucuyu kendi içeriğiyle ters bir ilişkiye sokan roman” da ne demek? bir yapı olarak romanı benimsememiz onun bizi dışarıda bırakmayacağına inanmamıza bağlıdır. bir romana inanmak ne demek? yazarın söylediklerine, onun anlattığı olaylara, öne sürdüğü düşüncelerin doğruluğuna inanmak değildir romana inanmak. bütünüyle kurmaca olan bir yapının içinde yazarın “yalan” söylediğini, uydurduğunu bildiğimiz halde, bu uydurulanların bizde uyandırdığı sahicilik yaşadığımız hayatın içinde karşılaştığımız gerçeklikten daha etkileyicidir; kimi zaman gerçek olduğuna inanmak istemediğimiz hatta kuşku duyduğumuz dünyanın karşısında, bizim gerçekliğimizi kendi sahiciliğinin zemini haline getiren roman vardır. burada okuyucu dini anlamdaki mucizeye yakın bir mucizeye tanık olur: sadece kelimeler vardır orada; bu kelimeler gerçeği haber vermek üzere seferber edilmemiştir. hikayenin okunmasıyla hissedilen sahicilik dünyadaki, yaşanılan hayattaki gerçekliği sorgulatacak kadar güçlüdür.
7, “okuyucuyu kendi içeriğiyle ters bir ilişkiye sokarak” bizi romana inandırır: kutsal metinlere inanmayan, din düşüncesini komik bulan ama gizli bir dinin son peygamberi olduğunu öğrenen bir fizikçinin inançsızlığını görür ama onun sahiciliğinden kuşku duymayız. onun son peygamber olduğuna inanan romandaki diğer kurmaca karakterlerle empati kurmamızı sağlayan bir kapı açılır önümüzde. romanın görünürdeki başkarakteri (görünmeyen başkarakter: romanın tanrısı) hakan’ın inançsızlığını apaçık görebildiğimiz için ona inanırız. bizi kandırmak istediğini bir kez bile düşünmeyiz. gerçekte olmadığı bir kişi olduğuna bizi inandırmaya çalıştığına tanık olmayız. bizi herhangi bir şeye inandırmak şöyle dursun kendisi de bütünüyle inanç işlerinden uzaktır.
kendisinin peygamber olduğunu iddia edip başkalarını buna inandırmak için uğraşan bir peygamberden çok daha sahici bir karakter çıkar karşımıza. böylece kendi peygamberliğine inanmayan hakan’a inanmak bizi romana dahil eder. hakan’ın peygamberliğinden kuşku duymayan diğer karakterlerin yanında buluruz kendimizi.
7 kendi içeriğine inanmamızı temel karakterin inançsızlığıyla sağlar; okuduğumuz içerik bu inançsızlığın bir sunumu, gösterimi olduğu ölçüde içine girdiğimiz romanın yapısına inanırız. inandığımız romanın merkezinde inanmayan bir peygamberin bulunması kolayca kabul edilecek bir paradoks değil:
inanmadığı için inanılan bir peygamber nasıl bir dini tebliğ edebilir? dahası böyle bir peygamberin dini insanlara ne sunabilir? romanın tanrısı, neden böyle bir peygamber kurgulamıştır?
semavi dinlerin kurtarıcı, yol gösterici peygamberi romandaki gizli dinin peygamberiyle neredeyse hiçbir ortak özellik içermez. aksine semavi dinlerdeki peygamber düşüncesinin dışlayacağı özelliklere sahip bir peygamber buluruz karşımızda: hangi peygamber, kendi dininin saçmalık olduğunu, mizah dergilerine konu edilecek kadar komik olduğunu öne sürebilir? hangi peygamber, kendisini peygamber olarak kabul eden insanların inancının sağlamlığıyla alay edebilir? nasıl bir din sadece tat almayı öğrenmeyi vaaz eder? inanmak, o dine inananları nasıl olur da rahatlatır, onlara tam olarak ne verir? bir kişinin, bu dine inanmayın, bunlar saçmalık canım demesine karşın bir peygamber olarak kabul edilmesi makul olmadığı halde nasıl mümkün olabilir? ısrarla inanmamayı seçen bir peygambere, ısrarla inanan, onu öldürecek kadar inanan insanların arasında bir okuyucu olarak şaşkınlıkla hakan’a inandığımızı görürüz. içinden gelenleri söyleyen, kötü niyetten uzak, sakarlıklarıyla, kötü esprileriyle ideal olamayacak kadar hakiki olduğunu düşündürür hakan. kendi peygamberliğine inanmayıp, peygamberi olduğu dini reddettiği için hakan’a inandığımızda en temelde onun yaratıcısına, romanın tanrısına, dolayısıyla da romana inanmış oluruz.
böylece zihnimizdeki din düşüncesini tepetakla eden bir denklem kurulur: bir din, kendi peygamberi tarafından reddedilebilir, ama biz o peygamberin bir insan olarak sahiciliğine inandığımızda, bu, o peygamberi gönderen tanrı’nın varlığını tersten kanıtlayabilir. dini, kutsal metinleri, kendisine atfedilen peygamberlik konumunu inkar eden bir peygamberin karşısına hem onun peygamberliğine hem de inkar ettiği dine inanan bir topluluk çıkarılmıştır. oysa, semavi dinlerde genellikle bunun tersini görürüz: inatla dini de peygamberi de inkar eden, onun tebliğ ettiklerini küçümseyen bir topluluğun karşısında onları yola getirmeye çalışan bir peygamber vardır semavi dinlerin kutsal metinlerinde.
hakan’ın peygamberliğine inananlar için hakan’ın kendi peygamberliğini reddetmesi önemli değildir. onlar için önemli olan romanın tanrısı (yazar) tarafından içlerine yerleştirilen inançtır. bu inanç edinilmemiştir, karakterler bu inançla birlikte yaratılmışlardır. böylece kendi peygamberliğine inanmadığı halde peygamberlik alameti gösteren birine koşulsuz inanırlar. neredeyse inancın “tersten” sınanmasıdır bu: peygamber dini reddettiği halde hem dine hem de onun peygamberliğine inanabiliyorsa kişi, kuşku duymak aklına bile gelmiyorsa, kısacası inanmak bütünüyle imkansız göründüğünde inanabiliyorsa, işte o zaman mutlak bir imandan söz edilebilecektir.
7, karakterlerin konumu dolayısıyla okuyucuyu inanç konusunda düşünmeye sevk eder.
7’nin, genel olarak yapıca güçlü bir romanın, karakteristik özelliği burada açığa çıkar: okuduğumuz romanda kavradığımız yapı düşüncesi, aldığımız “tat” orada yazmaz. romanın içinde görüp tecrübe ettiklerimizin yazılı olmaması, romanın içeriği ile yapısı arasındaki farkı gösterir: romanı okurken özetleyebileceğimiz olay örgüsüne karşılık, onun içindeyken gördüğümüz, tecrübe ettiğimiz, fark ettiğimiz gerçekleri kolayca çıkarıp ortaya koymakta zorlanabiliriz. hissettiğim gerçeği bana hissettiren roman, bu gerçeği yazılı olarak içermemektedir. tam da bundan ötürü romanın içinde benim bir okuyucu olarak varlığımı gerekli gören, zihinsel etkinliklerimi talep eden bir boşluk vardır. bu boşluğu fark ettiğim an romanın bana inandığını kavrarım: beni gereksinmeyen, varlığımı dışlayan bir kitaba nasıl inanabilirim?
7 okuyucunun kolayca içine yerleşebileceği davetkar bir genişlik sunar ona: kısa bölümler, olayları hikaye etmek için kullanılan belirgin sinematografik anlatım, süsten uzak cümleler karakterlerin hareketlerini, olayları kadrajın içinde görmeyi sağlar. metin böylelikle bir kez daha kendi içeriğini, filmin zuhur edeceği bir alt metin gibi sergileyerek içerik ile yapı arasındaki farkı belirginleştirir. okuduğumuz cümle tam da onu canlandırmamızı sağlayacak bir motivasyonla kurulmuştur. ister istemez, cümleleri okudukça, aslında romanda yazmayan bazı şeyleri gördüğümüzü fark ederiz. okuduğumuz satırlar bize kendi hayal gücümüzü kullanma imkanı vermektedir: anlatılan kişiyi görmemizi sağlayan, karakterin etrafında dönen kamera değil, kendi zihnimizdir. bu anlatım tarzı, okuyucuyu kendi zihninin gücüne inandırır. bu noktada okuyucu inandığı romanla kendi varlığı arasında güçlü bir ilişki olduğunu fark eder: kendi peygamberliğine inanmayan bir karaktere odaklandıkça, romanın tanrısının, okuyucunun varlığına duyduğu inancı görür. okuyucu hayal etmediği, düşünmediği, gerekli zihinsel etkinlikleri yapmadığı sürece roman eksik kalacaktır. okuyucunun varlığını romanın tamlığının koşulu olarak gördüğünü okuyucuya hissettiren romanın tanrısı, romana duyulan inancı netleştirir.
***
bir kutsal metnin işlevi nedir? okuyucusunu yönlendirmek, onun davranışlarını, düşünme/ görme biçimini, en genel anlamda yaşamını belirlemek mi? peki bir romanın, bir kutsal metinden bu bağlamda ne farkı vardır? yazar okuyucusunu etkilemek istemiyorsa neden roman yazar? tanrı, yarattığı insanları etkilemek için kutsal kitaplar göndererek onları bir okuyucu olarak konumlandırırken, yazar da kutsal olmayan bir kitap (roman) aracılığıyla okuyucuya en temelde bir insan olduğunu; yaşadığı hayatın, bu dünyanın çok ciddiye alınmasının gülünç olduğunu gösterebilir mi?
7’ye baktığımızda baştan sona yazar tarafından yaratılmış kurmaca dünyanın içinde onun karakterlerine, olaylara mesafeyle yaklaşan tutumunu görürüz. yönetmenin çektiği filmle kendi arasına kamerayı konumlandırıp mesafe kazanması, onun filmi yönetmesini nasıl sağlıyorsa, dil de bu türden bir mesafeyi sağlayacak optik bir cihaza dönüşür
7’de: aforizmavari cümlelerin parladığı birkaç nokta dışında, dil okuyucunun ilişki kuracağı yapının işaret edilmesini sağlar: cem akaş’ın diline değil, dilin işaret ettiği yapıya odaklanırız. şairane bir tutumla cümlelerini tek tek yoklayan bir sanatçı tavrı yerine; yazılmayanın, söylenmeyenin tecrübe edileceği/ kavranacağı bir yapı kurmayı amaçladığını hissettirir cem akaş.
romanda yer alan, kronk dininin kutsal metinlerinde görüp şaşırdığımız, kutsal metinleri hicveden alaycı ses okuyucuyu okuduğu romana karşı soru sormaya teşvik eder: bu romana inanmalı mıyım? bu romana nasıl inanıyorum? neredeyse inanılmayacak kadar gerçek dışı bir din/ peygamber tasavvuruna neden, nasıl inanabiliyorum? kuşkunun peşi sıra kitabın merkezindeki karakterin sahiciliği inancı pekiştirir: okuyucu kendisiyle alay edildiğini düşünebileceği sırada her şeyle alay eden, kendi peygamberliğiyle dalga geçen hakan’ın varlığı sayesinde romana inancını tazeler. inanmakla inanmamak arasında dokunan mekik sayesinde romana duyulan inancın sağlamlaşması ironiktir.
romana duyulan inancı sağlamlaştırmak için onu sarsacak parçaları romanın bizzat içermesi karşısında ne düşünmeliyiz? romanın tanrısı’nın kendisine güvendiğini mi?
kendisine inanılmasını vaaz eden kutsal metinlerdeki baskın dil, kendisine inanılmadığı takdirde okuyucuyu ciddi bir gazabın beklediğini haber verir. oysa roman okuyucusunun inanmaması durumunda romanın tanrısı bir yaptırımda bulunamaz: o, okuyucuyu yargılamak yerine, onun tarafından yargılanmayı kabul eder, okuyucudan şüphe etmek yerine onun özgürce şüphe etmesini sağlayarak okuyucuyu romana inandırır.
7, kutsala inanmamaya odaklanarak kurmacaya inandıran bir roman; inancı kutsal olandan kurmacaya kaydırmak isteyen içerik ve yapısıyla yirmi yıldır türk edebiyatı içindeki eşsiz konumunu koruyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
adınızın görünmesini istiyorsanız ama google hesabınız yoksa lütfen yorumunuzun sonuna adınızı ekleyin.