6.5.18
Sarıdan Siyaha, Çağırışan Katlar- Bir Mehmet Güleryüz Röntgeni
(15 Ekim 1999'da Mehmet Güleryüz'ün atölyesine gitmiştim, resim yapma sürecini Sanat Dünyamız dergisine yazmak için.)
Önüne park yapılması yasak atölyenin kapısından girince, sağ yanda, iskele karşılıyor insanı –bel hizasında, eski boya tüplerinden bir “kolaj”. Bir toptancı dükkanı olabilir burası, değil ama. Beyaz ışık, yüksek tavan, duvarlara dayanmış tablolar, ufak bir mutfak, bir içki köşesi, daha ilerde, solda, “olay mahalli” – röntgeni çekilecek resmin bulunduğu köşe.
Ben geldiğimde Ahmet Elhan çekimlerine başlamış bile. Kısa selamlaşmalar. Ressamın gündelik hali; sokak giysileri. “Nasıl yapacağız?” diye soruyor Güleryüz. “Ben yokmuşum gibi devam edin, arada belki bir-iki şey sorarım ama.” Tamam.
2.5x1.8’lik tuvalin karşısında, kullanılmışlığın rahat kıldığı eski koltuğa mevzileniyorum, fırça tutan elin bakışlarımız altında nasıl rahat edebileceğini merak ederek. Sapsarı tuval; resmin ışığı alttan gelecek belli ki. Bir Rorscharch oyunudur başlatıyorum kendimce (Güleryüz sonradan katılacak): kırmızıya bulanmış sol üst köşe Trakya’yı anımsatıyor – “nedir, deprem haritası mı?”diye düşünüyorum. Sanmıyorum.
Alet edevatı anlatmak gerekir belki – solda bir merdiven, üst kısımlara ulaşabilmek için. Merdivene bağlı “fular”, parmakları, spatulaları silmek için. Fırça yok bu resimde. Palet de yok – düz bir cam, bir tomar da palet kağıdı, yağlı. Boya stoku ayrı bir camlı dolapta, sağlam.
Sol üst köşedeki kırmızıdan çok da memnun değiliz – kırmızısı olan bir sarı var elde, nereye sürülecek, nasıl kaynaştırılacak, tartılıyor. Remin yapılış süreci boyunca içimize dert olacak bu köşe.
Bu siyah, sarının içinden nasıl çıktı? Çıktığına memnun olmuş gibi Güleryüz; bolca alıp kırmızı alana sürüyor çünkü. Ardından spatulanın sivri ucuyla, damar damar, patlamalı bir doku yaratıyor, oturuyor sonra, duraksama. Sol kenardan yukarıya doğru, kırmızıya sarıyı sokuyor. Müzik yok, floresan vızıltısı, spatula-tuval hışırtısı, Güleryüz’ün burundan nefesi. Yine sarı sokuyor kırmızı “Trakya”ya, bu kez yukarıdan – tek ayak merdivende. Patlatıyor sarıyı. Bitiyor, ama sardı sarıya – palet kağıdını değiştirip yeniden sarı karıştırıyor, bu kez yanına alıp çıkıyor merdivene, kırmızı işgal altında ve bu kez işi bitik. Biraz da lacivert vardı orada, o da sarı altında kaldı; şimdi yeşil tabii. Kırmızıya kızgın – sarıyı kazıyarak sürüyor.
İniyor merdivenden, geri çekiyor, bakıyor. Eliyle kadraj yapıyor. Nedir olmayan?
Oynuyor mu? Bizim burada olmamız, onda “hadi” baskısı yaratıyor mu? Başka bir açıdan: “mahrem”ine girmiş ve fütursuzca izliyor olmamız, onda böyle birşeye kalkışmayı neden kabul ettiğinin sorgulamasını, belki yeniden, yaşatıyor mu? Pişmanlık hakkı olduğunu düşünüyor mu?
Başını sallıyor, ensesini kaşıyor, ayağını yere vuruyor, öff. Uzun bir takılış. Ahmet gidiyor bu arada.
Tezgaha mavi-siyah aldı, saldırı yönünü değiştiriyor, sağ üst taraftan giriyor tuvale. Bir figür belirmeye başladı, üstte ortada: sola bakan bir kafa, kırmızı gözlü, ürkü potansiyelli. Mavi-siyahı sağ tarafta enine hamlelerle devingen bir efekt vererek sürüyor, ortaya, aşağı doğru iniyor, sertçe ittiriyor sağ kenara doğru.
Az önce sol kenarda kırmızılı bir sarı kullanmıştı, mavi-siyahla kaplıyor orasını şimdi, mavi ağırlıklı. Tuvalin üstünde çizikler görünüyor. Sağ tarafta, ortaya inen siyah hattı lacivertle destekliyor. Heyecan – “birşey” bulunmuş olabilir. Duraklıyor, sol üst kenardaki sarıların, yeşillerin üstüne mavi-siyahı sürmeye başlıyor.
Yeni bir fikir değişikliği daha demek. Ortaya taşıyor maviyi, aşağı doğru iniyor siyahla, içinde kavuniçi de var ama. Orta sağ kenar mavi-siyah oluyor, öyle de kalacak.
Durdu. Puro vakti. Laflıyoruz. Bir ay önce başlamış, iki kere gelmiş tuval başına, gitmemiş iş. “At gibidir,” diyor, “bazen üstüne almaz.” Telefon da bu arada çalıyor – gündelik işler. Rastlantısal olana güveniyor, kendi resmini okumaya çalışarak ilerliyor Güleryüz, ne çıktığına, dengelerin nasıl değiştiğine, nasıl bir soru sorduğuna bakarak karar veriyor bir sonraki hamlesine. Rorscharch’ı bulmak.
Siyahları temiz spatulayla tuvalden alıyor, maviyi tüple sürüyor, kalemle çizer gibi, sağ orta kenardayız hala. Aşağıdan yukarıya doğru – sarıya tasallut. Ne geliyor aşağıdan?
Figüre girişiyor; biraz daha belirginleşiyor kafa.
Oranj tüple sol orta kenara hamle ediyor sonra, bu kez mavi-siyah tehlikede. Kimsenin yeri sağlam değil bu tuvalde. Resmin başından beri ilk kez kavisler geliyor haykırışlı, patlamalı düz çizgilerin arasına. Orta yerinde tuvalin, birşeyler oluyor! Solt alt kenara siyah akın ediyor, ortadan çekile çekile. Güleryüz hızlandı yine – kokunun peşinden. Alt ortaya oranj fışkırtıyor, sonra kırmızı. Eliyle sürüyor, sonra spatulayla çaprazlamasına kenara doğru yayıyor. Aynı kırmızıyı tuvalden alıp sağ üst kenara taşıyor. Sol orta kenardaki maviye kırmızıdan hatlar karışıyor, sol alt kenarsa kırmızı-mavi olmaya karar veriyor.
Ortalık karıştı. Ayrıntı müdahaleler var sanki, neyi düzeltiyor bu aşamada, yeni bir yol mu çıktı resmin önüne?
Merdiven, yeniden. Sağ üst köşedeki sarıdan kurtulmanın vakti gelmişti. Siyah-yeşili taşıyor oraya. Biraz altına yine sarı sürüyor, ama maviyi kapatmak için. Tuval dışına yatay kaçıyor hatlar. Sol tarafa geliyor şimdi, kırmızı olan alandan içeri siyah atışlar atıyor. Ortada oturan bir figür belirmeye başlıyor. Sol üst taraf siyah-yeşile dönüyor bu kez; sonra içe çekiliyor. Sağ alt köşeye tüpten siyah boca ediyor Güleryüz, sonra spatula uygulaması, çaprazlama.
Küçük beyazlıkları kapatması zaman kazanma taktiği mi? Geri çekilip bakıyor, yaklaşıp kafa figürüyle ve çevresiyle oynuyor. Arkasına mavi veriyor.
Temel meselenin etrafında dolaşıyor hala, bana kalırsa. Figürün kucağında bir şey mi var? Yoksa altında başka bir figür mü beliriyor? Altından çaprazlama kırmızı-mavi indiriyor sola doğru. Sağ kenara da taşıyor bunu. Siyah-mavi-kırmızı-mor bir alan yaratıyor. Kiremit kırmızısını sola doğru da getiriyor.
“Satmayacak bir resim daha!”
Ne gördüğümü soruyor resimde. Oturan bir kadın, diyorum. Başka? O kadar mı? Yeşil-sarı sağ üst köşenin altındaki kırmızının aklımı karıştırdığını söylüyorum. Kalem kağıt alıp, hızla bir atlı adam çiziyor, imza ve tarih atıp veriyor, “Bu senin. Şimdi oldu mu?”
“Ne dersin bu resme?” Saldırgan. Bir meselesi var. “Tabii var. Meselesiz olur mu.”
Yukarıdan aşağı yapıyor resmi, öğrencisine tavsiye etmediği bir yöntem. Çok karar değiştirdiğini itiraf ediyor. Sarıyı anlatıyor, eskiden beyaz tuval kullandığını, tuşe göstermeyi sevdiğini. “Bu ebatta bir resmin altına bu sürede girilmez. Fizik bir mesele bu.” Fizik, doğru – bitmeden bitilmemesi gereken bir mücadele.
Figürü daha belirgin kılıyor, hatlarını güçlendiriyor, sonra resmin sevmediği kısmına geliyor sıra – “boşlukları doldurmak”. Dikkati nihayet gevşiyor. Alt alan koyu kırmızı, siyah darbeler alıyor, dokuyu yumuşatmaya başlıyor sonra, eze eze sürüyor boyaları.
Tuvalin içinden çıkan, Styx!i yeni geçmiş kanhıraş bir atın üzerinde, ardında ölüm bırakmış ama gözünü alamamış bir binici. Öümün kendisi belki de. Resmin yalnızlığı yalnızca öteki resimlerden değil, ressamından da geliyor:
“Resmimi gösterecek kimsem yok.”
***
Bir “şey” nasıl ortaya çıkarılır? Sanatsal yaratımın yöntem sorunu üzerine kafa yormuş çok insan var kuşkusuz – Edgar Allan Poe, “Kuzgun” şiirini, kuvveden fiile nasıl kurduğunu, yol ayrımlarında nasıl seçimler yaptığını ayrıntılarıyla anlattığı yazısı akla geliyor hemen. “Güzel bir şiir” yazmak isteyen şair, önce uzunluğa karar veriyor – 100 dize, bir oturuşta okunabilmesi ve dramatik duygunun bölünmemesi için. Ardından şiiri güzel kılacak konuyu buluyor – güzel bir kadın. Ve onu en güzel kılan, okuyucu için en sarsıcı durum: güzel kadının ölümü. Poe’nun kafası, şiirin çerçevesini kurduktan sonra yazmaya girişme şeklinde çalışıyor – yazmak, neredeyse önceden siyah kalemle çizilmiş bir resmi, renkli kalemlerle boyamak gibi. Bu bir yöntem; tek yöntem değil tabii. Yine edebiyattan bir örnek vermek gerekirse, kimi yazarların cümle cümle ilerlediğini biliyoruz: bir “ilk cümle”nin çağrıştırdıklarını, göndermelerini, içerdiği potansiyeli kurcalayarak ilerleyen, kişilerin neler söyleyeceğini, iki adım sonra ne olacağını bilmeyen, bilmek de istemeyen ve bunu “keşfetme”heyecanıyla yazan yazarlar da var, örneğin Proust. Yaratım süreci bağlamında iki “ideal tip”ten söz edilebilir dolayısıyla: mimarlar ve kaşifler.
Mehmet Güleryüz’ü resim yaparken izlemek, kendi içine zorlu bir keşif gezisine çıkmış bir ressamı izlemek demek – “ortaya çıkarmak”, o yüzden: bir yandan var olanı, içinde ve resmin içinde olanı bulmaya çalışıyor, bir yandan da, elbette, yaratıyor. Anlatacağı, göstereceği şeyi bilerek gelmiyor tuvalin başına – bir gün bir kafes, kuşunu aramaya çıkmış, Kafka’nın dediği gibi. Bir medyum olduğunu söylemek ileri gitmek mi olur? – kendi psyche’sinin konuşmasına kulak kabartan bir aracı? Resmin yapılış süreci, bunun çağrıştıracağı denli otomatik değil öte yandan; bilincin ve estetik kıstasların müdahalesi, bu çekip çıkartma işlemini sürekli olarak biçimlendiriyor, yönlendiriyor; geri adımlar, başa dönmeler gani.
Bir kırılma anı getiriyor bu yöntem, bir görme anı – bu resmin neyin, nasıl resmi olacağı görüsünün çaktığı an, herşey ivme kazanıyor birden. İzleyen için garip deneyim: ne olacağının bilindiğini bilmek ama ne olacağını –henüz- bilmemek.
Gerisi yalnızlık. Kitlesel dolaşıma sokulması zor bir nesne ürettikten sonra bunu paylaşamamak, onyıllarca paylaşamamak bir yana, kendi tuvalleriyle hesaplaşan, benzer yazgılar paylaşan “arkadaş”lara işini gösterememek, işi hakkında konuşamamak, çünkü güvenememek – kendine ve resmine inancın getirdiği inat, tuvale “mesele” olarak yansıyacak elbette, kendini ve resmini kurcalarken, saldırgan, hırslı, hiddetli bir tavır çıkacak ortaya, renklere ve figürlere bulanacak, bağıracak. Dinleyeceksiniz.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)