18.1.11

u can't touch this

Bugün İslam, yalnızca yazı/yayın alanında değil, bireysel ve toplumsal varoluşumuzun her alanında bir tabu elbette; Müslümanlar da din, Allah ve Kuran hakkında “gerçekten” konuşamıyor, dinsizler de; kendi kendilerine bile konuşamıyorlar üstelik. Kurumsal dinin ancak en yüzeysel uygulamalarını, onu da ne hoşgörü zorlamalarıyla konuşabiliyoruz – Diyanet Alevilik konusunda ne yapsın, okullarda din dersi ne olsun, başlar örtülebilsin mi, aşağı yukarı bu kadar. Bunlardan mı ibarettir din? İsmail Pelit anımsattı – Zaman gazetesi “Türk edebiyatında tabu var mı?” dosyası yaptığında elbette Şeytan Ayetleri’ni kastetmemişti, “Tanpınar’a ya da Yahya Kemal’e laf edilebilir mi?”sorusunun sığlığından öteye gitmeye niyeti yoktu, çünkü Müslümanlar “Şeytan Ayetleri” lafını bile ağızlarına almaktan korkuyorlardı, Zaman da onları incitmeyi göze alamazdı. Bu hep böyle değil miydi? Evet, sanırım böyleydi; Mustafa Kemal, “dinci”lerin elinde kalmaktan korktuğundan beri böyle bu. “Laikçiler”, dinin “şahsi ve muhterem” bir tabu olmaktan çıkarılmasını hiç istemedi; halının altına süpürdükleri şeyleri sonsuza dek orada tutabileceklerine güvenleri tamdı. “Dinci”ler de istemedi öte yandan – hem kolaylarına geldi, çünkü akıllı sorulara –kendileri bile sorsa- akıllı yanıtlar bulamamaktan hep korktular, hem de saman altı varoluşa zorunlu kılınmanın getirdiği güç çok hoşlarına gitti, orada semirdiler. İşin tuhafı, dindar çoğunluğun kendini kamusal alanda daha rahat ifade edebilmesinin ve gösterebilmesinin bir demokratik kazanım olarak görülebildiği ve böylece ucube demokrasimizin biraz olsun normalleştiğinin söylenebildiği bu dönemde –ben de açıkçası bunu söyleyenlerden biriyim- Müslümanlar din, Allah ve Kuran hakkında hala “gerçekten” konuşamıyor (dinsizler zaten konuşamıyor). Din konusunda yüzeyselliğe en büyük talep yine dindarlardan geliyor. Dine kimse dokunamıyor – anlamak ya da hissetmek için bile dokunamıyor, en başta da Müslümanlar. Şimdi, bunu bilmek için Şeytan Ayetleri’ne ihtiyacımız var mıydı? Yoktu elbette, her gün bu dokunulmazlıkların etrafından dolaşa dolaşa yaşamaya çalışıyoruz, aynı gerilimin değişik versiyonlarını biriktiriyoruz, patlasın da seyredelim diye. Dindarın dindar, dinsizin dinsiz olabileceği, açıkça olabileceği, bu oluş hakkında derinlemesine düşünüp konuşabileceği ve bu oluşun/konuşmanın “karşı taraf”a, toplumun temeline, toplumsal hassasiyetlere vs bir saldırı olarak algılanmayacağı bir toplum düzenine geçemediğimiz sürece de bu durum sürecek.

(Varlık dergisinin Şubat 2011 soruşturmasına yanıt.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

adınızın görünmesini istiyorsanız ama google hesabınız yoksa lütfen yorumunuzun sonuna adınızı ekleyin.