14.1.19

Sol Ne Söylemeli, Ne Yapmalı?


Bugün Türkiye'de muhalefetin nasıl konuşması gerektiği hakkında çeşitli yorumlar yapılıyor; bunların önemli bir kısmı, CHP'nin ne kadar da iktidarın dümen suyunda gittiğinin eleştirisi olmaktan öteye geçemiyor, sert cevaplarla söylem üstünlüğünün ele geçrilmesi isteniyor; belli ki Muharrem İnce deneyiminen yeterinde ders alınamamış. Oysa bu çerçevede bir lafı gediğine koyma üstünlüğünün hiçbir önemi yok. Bugün muhalefetin odaklanması gereken şey aslında solun toplumsal hedeflerinin AKP tarafından özümsenmesine, apartılmasına karşı tutarlı ve ikna edici bir strateji geliştirmek. Bu da öncelikle AKP'nin 16 yıldaki başarısını doğru saptamak ve analiz etmekten geçiyor. Bunu teslim etmeyen bir sol söylemin oyunu artırmasına imkan yok. Ancak bundan sonra AKP'nin başaramadıklarına ve berbat ettiklerine sıra gelebilir.

AKP'nin başarısının odağında, Türkiye'nin en fakir %30'luk kesiminin kazanımları olduğunu öne sürmek istiyorum. Bu kazanımlar öncelikle somut, maddi kazanımlar, başörtüsü-cami kazanımları değil*. Dünya Bankası'nın verilerine biraz bakalım (bu kaynağı hatırlatan Kanat Emiroğlu'na teşekkür etmeyi borç bilirim). İlk grafik, kişi başına gayrısafi milli hasıla. 1990'larda 8.000 dolar civarındayken, 2015'te 27.000 dolar düzeyine gelmiş:



Çalışan kişi başına gayrısafi milli hasıla da ciddi oranda artmış. 1990'larda 40.000 dolar civarındayken 2015'te 75.000 dolara çıkmış:




Kişi başına düşen gayrısafi milli gelir 2000 öncesinde ancak 2.000 dolarken 2015'te 12.000 dolar civarına yükselmiş:



Gayrısafi katma değerdeki artış da çok dramatik. 1980'lerden 2000'e sabit fiyatlarla 100 milyar dolardan 200 milyar dolara çıkmış, 2015'teyse 800 milyar dolar civarına erişmiş:




Bu artışların toplum genelindeki dağılımının Batı'daki kadar çarpık olmadığını biliyoruz, yani en zenginler daha çok zenginleşiyor Türkiye'de de, ama Batı'daki kadar değil; orta sınıfın kazanımları aynı kalıyor ya da geriliyor, en fakirlerin kazanımları ise hepsinden yüksek. Burada süreçteki "işlem kayıpları"nı hesaba katsak bile ciddi bir büyüme ve toplum kesimleri arasında transfer söz konusu.

Fakirlik sınırı altındaki nüfusun oranı 2002'de yüzde 30'ken 2014'te yüzde 2'ye düşmüş (hala yüksek elbette):



Çalışan kadınların güvencesiz işlerde çalışma oranlarında da yeterli olmasa bile önemli bir iyileşme olmuş, 2000'de yüzde 55 iken 2015'te yüzde 35'e düşmüş:




Gündelik hayatta en alt yüzde 30'un diğer kazanımlarına bakalım. Önce sağlık. Kadınların doğumda ölüm oranları bugün hala yüksek sayılsa da büyük bir düşüş yaşamış. 90'larda yüz binde 95'ten 2000 yılında yüz binde 80'e kadar ancak düşebilmişken, 2015'te 19'a gerilemiş.



Yenidoğan ölümleri 1990'da binde 55'ken, 2015'te binde 12'ye düşmüş:


Ölüm sebeplerinde de önlenebilir diyebileceğimiz sebeplerin oranında düşüş olmuş, 2000'de yüzde 10,5'ken, 2016'da 4,5'e inmiş: 





1990'da doğumların yüzde 75'i kalifiye sağlık personeli tarafından gerçekleştirilirken, 2015'te bu oran neredeyse yüzde 98 olmuş:



Çocukların aşılanmasında 1990'lardaki kampanyaları hatırlayanlarınız olacaktır, Metin Akpınar-Zeki Alasya "Haydi Çocuklar Aşıya!" derdi televizyonlarda her gün. İşte o yıllarda aşılanma oranı yüzde 80'lerde gezinirken 2015'te yüzde 97'ye çıkmış:


1992'de doğum öncesi bakım erişimi olan hamile kadınların oranı yüzde 63'ken ve 2000'de ancak yüzde 72'ye ulaşmışken 2014'te bu rakam yüzde 97 olmuş:




Sonra eğitim. 2000'e gelindiğinde ilkokul çağındaki çocukların okul gitme oranı ancak yüzde 91'e ulaşabilmişti, 80 darbesinden sonraki tüm gürültüye rağmen; 2015'te bu oran yüzde 99'u buldu, yani neredeyse oul çağındaki çocuklar arasında okula gitmeyen kalmadı. 



Bunlar dediğim gibi özellikle nüfusun en yoksul %30'u için çok önemli kazanımlar. Ama hikaye burada bitmiyor. AKP'nin bu alanlarda başaramadıkları ya da mesafe kat ettikten sonra geri düştüğü durumlar da var.

Örneğin işsizliğin ciddi bir sorun olarak başını yeniden gösterdiğini görüyoruz. Toplam işsizlik 2000'de yüzde 6,5 seviyesindeyken 2015'te yüzde 11'i geçmiş:




Kadınların işsizlik oranındaki artış daha da çarpıcı. 2000'de yüzde 6 civarındayken 2015'te yüzde 14'ü geçmiş.



Aile gelirine katkıda bulunan kadınların oranı da 2000'de yüzde 45 civarındayken 2015'te yüzde 27'ye gerilemiş:



Sağlıkta toplam bütçeden sağlık giderlerine düşen pay 2009'dan bu yana azalıyor:


Kişi başına düşen hastane yatağı sayısında da ciddi düşüş var (son dönemdeki dev hastane kampüsü furyasının bir nedeni de bu olabilir - verimliliği gözetmeden sayıyı artırmak). 2000-2006 arasında bin kişiye 2,6 yataktan 2.8 yatağa kadar yükselmişken, 2010'da 2,45'e gerilemiş:



Çocuklarda görülen obezitede bir patlama yaşanmış. 1998'de boyuna göre aşırı kilolu çocukların oranı yüzde 4'ken 2015'te bu oran yüzde 11'e ulaşmış:



Gelir, iş, sağlık, eğitim, güvence gibi konularda yanlış yapılanları, yapılmayanları, yapılabilecekleri gündeme getirmek, bunların kaynaklarını tartışmaya açmak, nüfusun çok büyük bölümü için ifade özgürlüğünden, yürütme üzerindeki yargı ve yasama kontrolünden, doğa katliamından, yolsuzluklardan, askeri harcamaların denetlenmesinden daha önemli, hatta eğitim kalitesinden, yargı kalitesinden, dindarlıktan da önemli. Solun bu konularda ve başka konularda söyleyecek çok sözü var (en azından olmalı) elbette, ama aslında hem toplumun her kesimi için konuşabilmeli, hem de öncelikle toplumun en yoksul kesimine gerçekten odaklanabilmeli. Bunu yaparken yalnızca sayıları yani niceliği değil, niteliği de somut örneklerle ve sonuçlarını sergileyerek gündeme getirmeli; Türkiye'nin sayısal verilerine duyulan güven her geçen gün azalıyor çünkü. Beri yandan, AKP'nin yaptıklarının nasıl fonlandığını, bunun sürdürülebilir olmadığını, gerçek ekonomik ve toplumsal maliyetlerini de açıkça ortaya koyabilmeli. OECD ülkeleriyle karşılaştırıldığında geldiğimiz noktanın hala çok geride olduğunu, dünya genelinde gözlemlenen iyileşmelerden bizim de payımıza düşeni aldığımızı ama daha iyisini hak ettiğimizi, 2013'ten bu yana önemli bazı göstergelerde yaşanan geri gidişleri anlatabilmeli. Emek sömürüsünün boyutu ve çeşitliliği, işçilerin çalışma koşullarının insanlık dışı hali, kadınların ve çocukların çalışsın çalışmasın karşı karşıya kaldığı zulüm ve vahşet, Kürtlerin devlet eliyle ve yaşam hakkı tanınmazcasına toplum dışına itilişi, göçmenler, doğa katliamlarının bizzat insan sağlığı ve yaşamı üzerindeki etkileri (Dilovası gibi), yolsuzluklar, hukuk düzeninin yıkılması, eğitimde kalitenin hızlı çöküşü gibi çeşitli konularda her gün söylenecek şey var, bunları somutlaştırarak mümkün olan her platforma taşımalı ve insanları angaje etmeli. 

Bu yeni odaklanma başarılamazsa ne olur? AKP iktidarının kendisini zenginden alıp fakire veren, eski zenginden alıp yeni zengin yaratan, sonunda da yeni fakirden alıp yeni zengine vermeyi sürdüren bir tür Robin Hood olarak kendini tanımlayabilmesinin ve böyle kabul görüp desteklenmesinin önünü almak imkansız olmayı sürdürür. Sonuça AKP, Türkiye'nin "yeni sahipleri"ni yaratıyor ve bu, maddi kaynakların kullanımı üzerinden gerçekleştiği için böylesine canhıraş bir biçimde, "yolunda ölürüz" ruh haliyle destekleniyor. Bu konuda kimsenin yanılgıya düşmemesi gerekir. Sol, Türkiye'nin kaynaklarını büyütmek, niteliğini artırmak ve daha eşitlikçi biçimde bölüştürmek konusunda, popülist bir sağ partiden daha iyi olmak zorunda. 


*Bu yazıyı yazdığımda böyle düşünüyordum; şimdi, aradan geçen üç yılda, bunun tam da doğru olmadığını geç de olsa gözlemlemeyi başardım. Aidiyet duygusu yaratmak da AKP'nin başarılarından biri; "vatandaşlık" tanımından dışlandığını hissedenleri artık "bu ülkeye ait" hissettirmeyi başarmasının ötesinde, ülkenin de onlara ait olduğunu hissettirdi AKP. Tabii bu yeni düzende başkaları aidiyetlerini yitirmiş oldu. 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

adınızın görünmesini istiyorsanız ama google hesabınız yoksa lütfen yorumunuzun sonuna adınızı ekleyin.