2.3.13

dam üstünde pica pica

"dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı" deyişinin kökenleri üzerine 1987'de yaptığım araştırmanın sonuçlarını kamuoyunun dikkatine bir kez daha sunmanın faydası olacağına mı inanıyorum, nedir...

***

sedanter yaşama geçilmesiyle birlikte eski türklerde bazı yeni kavramların üretildiğine tanık oluyoruz konargöçerlikten vazgeçip toprağa bağlanarak yaşamanın getirdiği zorunluluklardan birinin ev yapmak olduğu eski türkler arasında elbette biliniyordu ancak aralarında hiç laz müteahhit olmadığından bu konuda oldukça isteksizdiler sonunda ev yapmaya başladıklarında da yalnızca yan duvarları yapmakla yetindiler dam kavramının bulunması ve uygulamaya konması ünlü türk bilgini tangaç kütig'i (bazı uzmanlara göre tonguç kutug) beklemek gerekti tangaç kütigin bugün için bile çağın ilerisinde kalan dam çizimleri bütün türk boylarını sardı ve türkler uzun yıllar boyunca bu alandaki üstünlüklerini kimseye kaptırmadı

 ikinci bir yenilik de kemer kavramıydı kemer bulunmadan önce türkler kemersiz dolaşıyordu ve doğal olarak pantalonları durmadan düşüyordu neyse ki yaşamlarının büyük bir kısmını at sırtında geçirdiklerinden ve yalnızca işemek ve sikişmek gibi pantalonun zaten indirilmesini gerektiren durumlarda attan indiklerinden bu sorun fazla büyümeden geçiştirilebiliyordu (çin kaynakları artık klasikleşmiş çin-türk savaşlarını anlatırken pek az bilinen kuşkonmaz savaşından da söz eder huan-şu devrinde imparator savaşın ortasında türklerin atlarının öldürülmesi emrini verir askerlerine atsız bir türk bir hiçtir der bu emir derhal yerine getirilir ancak büyük bir utanç beklemektedir çinlileri atlarından inmek zorunda kalan türkler pantalonları inmiş bir şekilde çin askerlerinin üstüne yürüyünce –türkler ata donsuz binerdi (bkz. aslan jean autrey)- paniğe kapılan çinliler arkalarına bakmadan kaçar ve çareyi çin seddi'ni örmekte bulur) ancak yerleşik yaşamda artık ata pek sık binilmediğinden düşen pantalonlar toplumsal bir yara oluşturmaya başlamıştı çünkü erkekler kendilerini sürekli işemek ya da sikişmek zorunda hissediyordu çözüm yine türklerin medarı iftiharı olan bir bilginden bulug omga'dan geldi bulug omga sudan ağır cisimlerin suda nasıl battıklarını araştırıyordu bu fenomeni daha yakından gözlemleyebilmek için şöyle bir deney yapmaya karar verdi pantalonunun içine ağır taşları dolduracak ve göle atlayacaktı böylece batma olayını ilk elden inceleme olanağı bulacaktı bulug omga hemen karısına çevreden ağır taşlar toplamasını söyledi ve karısının getirdiği taşları pantalonunun içine doldurmaya başladı fakat taşlar paçalarından düşüp durmaktaydı bunun üzerine bulug omga ani bir zeka krizine girip paçalarını bağlamayı akıl etti “menge sıcem geteriz kangı” (“bana ip getirir miydin karıcığım”) dedi paçalarını bağladı fazla gelen ipi de beline doladı ve göle doğru yürümeye başladı işte o anda fark etti ki pantalonu artık düşmemektedir halkı meydana toplayan bulug omga bu buluşunu tanıttı ve bu kavrama “kemgör” adını verdi (burada bulug omga’nın ince mizah anlayışına da tanık oluyoruz - “kem” eski türklerde erkeklik organına geliyordu kemgör ise adının tam tersine “kem”in görülmesini engelliyordu (bkz: “sig-kem”)) çılgın kutlamalar günlerce sürdü ve bulug omga da kemeri neden taktığını ve nereye gidiyor olduğunu unuttu böylece büyük bir türk dehasının zamansız ölümü de engellenmiş oldu ancak bulug omga bir buluşun sarhoşluğuna kapılacak insanlardan değildi bu sefer çalışmalarını kemer üzerinde yoğunlaştırdı ve kısa bir sürede kemer kavramına yepyeni boyutlar kazandırdı özellikle bele pek çok aletin (bıçak makas kazma tohum torbası konser biletleri vs) takılmasını sağlayan “takıngaçlı kemgör” tasarımı türk erkekleri arasında büyük bir yaygınlık kazandı (bkz: fireb ag)

bulug omga'nın yaşadığı köyde köyün delisi olarak bilinen nasır etgin (bazı kaynaklara göre basureddin) adında bir adam vardı (“taşkafa” anlamına gelen nasır adı ona köy halkı tarafından takılmıştı) bir gün nasır etgin karısının mutfağından aşırdığı bir kase yoğurt ve bir adet tahta kaşıkla göle doğru koştu ve gölü mayalamaya başladı ve ne yazık ki göl maya tuttu (bunun nasıl gerçekleştiği kesin olarak bilinmemekle beraber ortada bir yanılsama olduğu açık - büyük olasılıkla bir şekilde gölün suyuna karışan kalsiyum karbonat bu küçük gölün suyunu beyazlattı ve nasır etgin bunu mayalanma olarak yorumladı) şaşkınlık içinde köye koşan nasır etgin olanları tüm köy halkına duyurmak amacıyla en yüksek evin damına çıktı ne var ki olayın şoku zaten bozuk olan akli dengesini iyice sarsmıştı ısrarla gölü gösterip bu yoğurdu sarımsaklasak da mı saklasak demekten başka birşey yapamadı (bu tür tekerlemeleri arka arkaya hızla söylemek eski türklerin en sevdiği beyin sporlarından biriydi ve saksamak olarak bilinirdi sık sık yarışmalar düzenlenir ve kimin en iyi saksadığı saptanırdı) köy halkı önce bir şey anlamadıysa da göle gidip bakanların gölün maya tutmuş olduğu haberiyle dönmeleri üzerine bütün köye bir felaket havası çöktü eski türk folklorunda gölün maya tutması ülgen'in (gök tanrının) ve erlik'in (yer altı tanrısı) büyük hışmının simgesiydi bu korkunç haber bir anda bütün türklerin arasında yayıldı nasır etgin böylesine uğursuzca saksadığı için lanetlendi ve "dam üstünde saksayana ur belindeki kazmayı" deyişi bu felaketin yarattığı umutsuzluğu dile getirmek için kullanılmaya başlandı

ülgen ile erlik'in hışmına uğramaktan korkan türkler yerleşik yaşamın sonuna geldiklerini bu topraklardan göç etmeleri gerektiğini anlamışlardı bunlardan bir kısmı bering boğazı'nı geçip ya amerika kıtasına yerleşerek kızılderili oldu ya da daha kuzeye devam edip eskimo haline geldiler her iki durumda da dam kavramı işlevselliğini yitirdiğinden (bkz: çadır) (bkz: igloo) sözü geçen deyiş birkaç kuşak sonra tümüyle unutuldu ancak bazı türkler batıya göç etti ve ılıman iklimli karadeniz kıyılarına yerleşti o sırada orada başka halklar yaşamaktaydı türklerin onca yolu neden kat ettiklerini ya anlamadılar ya da çok saçma buldular dahası saksamak kavram olarak onlara tümüyle yabancıydı fakat çok yağmur yağdığı için dam kavramını onlar da geliştirmişti ekim zamanı tarlaya saksağan kuşunun konmasını uğursuzluk saydıklarından ve damda gördükleri saksağanı bir felaket habercisi olarak algıladıklarından türklerin kullandığı dam üstünde saksayana vur belindeki kazmayı deyişini yanlış anlamaları hiç de zor olmadı ancak bunca kargaşa içinde deyişin felaketlerle ilgili kısmı unutuldu ve dam üstünde saksağan vur beline kazmayı sözü yoğurt görünce saçmalamaya başlayan insanlar için kullanılır oldu