10.8.10

yerli malı kullanmalı

“coğrafya kaderdir” lafından hiçbir zaman haz etmedim; türkiye'de yaşadığı için kendi kültürünü anadolu kültürüyle sınırlı tutmak zorunda hissedenlerden, ya da yapabileceği tek "sahici" şeyin, bu kültürün çeşitli unsurlarının "yorumlaması" olacağına inananlardan olmadım. coğrafyanın kendisi benim için "yerlilik"e karşılık gelmiyor - nominal olarak istanbul'da geçen şeyler yazdım çoğunlukla, ama şehrin belirleyiciliği hep çok az oldu, bir fondan pek öteye gitmedi aslında. istanbul insanı, istanbul yaşamı, istanbul'a özgü ilişkiler anlatmak gibi bir derdim yok. örneğin zadie smith, "beyaz dişler"de çok ingiltereli bir iş yaptı (nitekim burada hiç tutmadı) - farklı etnik kökenlerden gelen insanların konuşma biçimlerinden başlayarak, "sahici" olmaya çalıştı, başardı da görebildiğim kadarıyla. benim coğrafya seçimim bu anlamda belki işin kolayına kaçmaktır; dünyanın başka bir büyük şehrine aktarılamayacak şeyler yazdığımı sanmıyorum. bu aktarımı bizzat yapmamış olmam, bunun göstermelik bir jestten öteye gitmeyeceğinden korktuğum içindir büyük olasılıkla. 2007'de yayımlanan kitabım "gitmeyecekler için urbino"ysa, italya'nın bu küçük ortaçağ kentine özgü, başka bir yerde olamayacak bir anlatı; urbino da bir fon değil, doğrudan doğruya baş kahraman olarak beliriyor. neden urbino? çeşitli rastlantılar yüzünden; kenti görmeden çok sevmiş olmamdan.

benim yerlilik anlayışım, bu tür "transpozisyon"ları kaale almıyorsa da, yukarıda sözünü ettiğim "kültürel dogmatizm"i alıyor. ama kolay bir konu olmadığının da farkındayım. oğuz atay, madem örnek verdiniz, bence çok yerli bir yazar; tüm o batılı oryantasyonuna karşın. bu onu kötü bir yazar yapmıyor tabii. thomas pynchon da çok amerikalı bir yazar. ikisini de başka bir dile çevirmek zor - yalnızca dil yüzünden değil, kültürel göndermeleri ve duygu dünyaları yüzünden de. pynchon'ın avantajı, tabii ki amerikalı olması ve bizim amerika hakkında fazlasıyla bilgi sahibi olmamız.

bunun öteki yakasında, "sentetiklik" sorunu yatıyor. okuyucu kitlesini genişletmek, evrenselleştirmeye çalışmak, bazı yazarlarda "sahici olamama" şeklinde bir sonuç veriyor, işin içine bir yapaylık katışıyor. bu sanırım biraz, günümüzde mikro anlatıların epik anlatılardan çok daha yaygın kabul görüyor olmasından. ne kadar kişisel olursa o kadar sahici sayılan edebiyat, kendini tanımı gereği "yerel"le sınırlıyor demektir. o yerellik dile de yansıdığında, yerelin sınırları dışına çıkmak bir anda eksponansiyel olarak zorlaşıyor. bu da bir açmaz: dilini sahici kılmaya çalışmak kadar meşru bir yazarlık uğraşı var mı? ama sahicilik yerellikle özdeşleştirildiğinde, "yerli" olmaktan kurtulamıyorsunuz.

faruk ulay bu anlamda ilginç bir örnek. dilinde yerellikten eser yok; ulay, ayrıca hiç yerli bir yazar değil. 25 yıldır amerika'da yaşıyor olmasının bunda payı büyüktür herhalde, ama amerikalı da değil faruk. dili çok stilize bir dil; ama sahici olmadığını da kimse söyleyemez.

banana yoshimoto, bir anlamda açıkça japon, ama bir anlamda da batılı. ondaki yerlilik rahat okunan birşey, sulandırılmış birşey, sanki ehlileştirilmiş çin yemeği gibi. bu da rahatsız ediyor beni. kendiliğinden olmadığını, ölçülü ve kasıtlı yapıldığını, bir pazarlama taktiği olarak yapıldığını vehmettiğim için belki. "sahici" olmak için "yerli" olmaya çalışmak da sahici olmaya yetmiyor yani, tam tersi etkiyi yaratabiliyor.

"ulysses" yerli değil miydi? faulkner yerli değil miydi? cortazar yerli değil miydi? bir anlamda evet: belli bir coğrafyayı yansıtıyorlardı, belli kültürel göndermeleri vardı bu coğrafya ve oranın insanları bağlamında, ama bir anlamda da hayır: bunlar dünya okuyucusu için, anlama ulaşma ve yazınsal haz alma yolunda birer engel oluşturmayan şeylerdi, çünkü bunlara saplanıp kalmıyordu yazarları, bunların ötesinde bir dertleri vardı; dil, tüm karmaşıklığına karşın belli bir saydamlığa, taşınabilirliğe sahipti, bu sayede anlamı ve kültürü taşımayı da başarıyordu (ulysses bile).

meksikalı bir yazar, almanya'da geçen bir roman yazabilir. meksikalılar kendisini bu yüzden eleştirebilir. almanlar kendisini bu yüzden yayımlamaya karar verebilir. bu yüzeysel avantaj ve dezavantajların ötesinde, yapıtının kimlere söyleyecek bir sözünün olduğuna bakmak gerekir yine de; eğer yerel bir okuyucuya sesleniyorsa, kitabın (ve yazarının) yerli olmasında bir sorun yok bence; sözü genişken yerlilik ayağına prangaysa, bunu aşmanın yollarını aramaması bence yazık olur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

adınızın görünmesini istiyorsanız ama google hesabınız yoksa lütfen yorumunuzun sonuna adınızı ekleyin.